Başlığı okuyunca “Olur mu öyle şey” demiş olmalısınız. Öyle ya, Türk Lirası’ndaki değer kaybı ortada.
Bu grafik çeşitli paraların yılbaşından bu yana dolar karşısındaki “nominal” değer kaybını gösteriyor. Görüldüğü gibi Türk Lirası’nın değer kaybı yüzde 27’yi bulmuş durumda. Peki ama enflasyon kaçtı? TÜİK’in açıkladığı tüketici enflasyonu yüzde 80’in, üretici enflasyonu ise yüzde 143’ün üzerinde.
Yurtdışıyla ticaret yapmayan büyük çoğunluk için bunun (Enflasyonla TL’nin değer kaybı arasındaki açının) bir anlamı yok. Ama ihracatçılar için var. Üretici enflasyonunun yüzde 143 artması, ürününü bir yıl önce 10 liraya mal eden ihracatçının yüzde 143 fazlasına mal etmesi demek. Yurtdışına geçen yılki fiyattan satmaya devam etmesinin tek yolu, Türk Lirası’nın enflasyon kadar değer kaybetmesi. Ya kaybetmiyorsa?
2021 sonunda açıklanan “Türkiye ekonomi modeli”, ihracat öncülüğünde büyümeyi öngörüyordu. Devlet büyüklerimizin dediğine göre ihracattaki artış sayesinde cari açık kapanacak, içeride döviz bollaşınca dolar düşecekti. Tam tersi oldu. Yılbaşından bu yana ihracat her ay yüzde 10-15, ithalat ise yüzde 40-45 oranında artıyor. Türkiye her ay 10 milyar dolardan fazla dış ticaret açığı, 5 milyar dolardan fazla cari açık veriyor. Tarihin en yüksek dış ticaret açığına doğru koşar adım gidiyoruz.
Bunda petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artışın payı elbette var. Ama görüldüğü gibi ihracat da beklenen atağı yapamadı. İhracatın önündeki en büyük engel, maliyetlerdeki dayanılmaz artış. Biraz önce gördüğümüz gibi ihracatçıların mallarını dolar cinsinden geçen yılki fiyata satabilmesi için Türk Lirası’nın enflasyon oranında değer kaybetmesi gerek. Oysa böyle olmadı. Bunun sonucunda TL nominal olarak değer kaybederken aslında reel olarak değer kazandı. Merkez Bankası’nın üretici fiyat enflasyonuna göre hesapladığı reel efektif kura bakalım:
Geçen Aralık’ta 66’ya kadar gerileyen reel kur şu anda 83’ün üzerinde. Bu nasıl oldu? Ekonomi yönetiminin Merkez Bankası’nın rezervlerini kullanarak Türk Lirası’ndaki değer kaybını frenlemesiyle. Merkez Bankası’nın eski uzmanı Selva Baziki yılbaşından Temmuz ayına kadar rezervlerden piyasaya 66 milyar dolar satıldığını hesaplamıştı. O günden bugüne satışlar sürdü. Swap (Para takası) ile başka bankalardan borç alınan dövizler çıkarıldığında Merkez Bankası’nın net rezervleri önceki hafta eksi 52.5 milyar dolara indi.
Rezervlerdeki erimeye rağmen ekonomi yönetimi bu politikayı nasıl sürdürüyor? “Dost” ülkelerin verdiği borçla. Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün şöyle dedi: “Birçok dost ülke gerekli desteklerini sağolsun veriyorlar. Onlardan borçlanmamız Merkez Bankası olarak güçlenmemize neden oluyor. İnşallah bunu başarmak suretiyle de dövizdeki bu sıkıntıyı aşmış olacağız.”
“Dost” ülke, Rusya’dan başkası değil. Ağustos ayında Rusya’dan Türkiye’ye ciddi bir döviz girişi oldu. Bu sayede Merkez Bankası’nın kasası borç harçla da olsa yeniden doldu.
Anlaşılan o ki, bu politika seçime kadar sürdürülecek. “Dost ülkeler” döviz gönderecek, ekonomi yönetimi satacak. Bu suretle “dövizdeki sıkıntı” aşılmaya çalışılacak.
“Dost” ülke bu borcu ne karşılığında veriyor acaba?
Bu arada “Türkiye ekonomi modeli”ne, ihracat öncülüğünde kalkınmaya, cari açığın kapanmasına, cari fazla verme hedefine ne oldu?
İnek içti.