Elçin Poyrazlar’ı, bir polisiye yazarı olarak uzun yıllardır takip ederim. Dünyanın birçok yerinde haber peşinde koşan bir gazeteci olarak "suç"un izini sürerken hiçbir detayı kaçırmıyor. Türkiye’nin oldukça vahşi bir dönemden geçtiğinin altını çiziyor, özellikle kadınlara yönelik sistematik bir kıyım olduğunu söylüyor. Poyrazlar ile yeni romanı "Kayıp Yüz" için buluştuk, toplumsal vicdanın nasıl kan kaybettiğini, kadınların üzerinde büyük baskı oluşturan güzellik dayatmasını ve tüm bunların onun romanlarına nasıl yansıdığını konuştuk.
Tüm romanlarını okumuş ve söyleşi yapmış biri olarak Kayıp Yüz'ü başka bir yere koyduğumu söylemeliyim. Sekiz kadın, çeteler, iktidar hırsı, saplantı ve cinayet.. Komiser Suat Zamir'in Ecel Çiçekleri'nden sonra maceraları sürüyor. Suat Zamir karakteriyle başlayalım. Onu nasıl doğurdun?
Suat Zamir hem bir okur hem de bir yazar olarak ihtiyaçtan doğdu. Bıçkın, bıyıklı, babacan, bunalımlı…Erkek karakterlere ait ne varsa okumaktan sıkılmıştım. Şöyle zımba gibi bir kadın polis olsa, işine tapsa, adalete gerçekten inansa, yalnızlığını egosu için değil başkalarının faydası için kullansa, yine de erkeklik ve kadınlık üstüne kafası karışık olsa, işi nerede başlıyor kendi kimliği nerede bitiyor bilemese, sert ama merhametli, hırslı ama iradeli, duygulu ama akılcı olsa diye diye doğdu Suat. Ecel Çiçekleri’nde adaleti ve vicdanı sorgulayan Suat Zamir, Kayıp Yüz’de yalnız bir dişi kurda dönüştü. Ben onun bu halini pek sevdim.
O romandan sonra okurlarından ayırmaya kıyamadığın diğer karakter de Kara Nezo... Kara Nezo'yu bu romanda daha ön plana çıkarmaya nasıl karar verdin?
Kara Nezo, Ecel Çiçekleri’nden getirdiğim bir karakter. Asayiş Büro’da Başkomiser Nezahat Eryılmaz polis teşkilatında güçlü, fiziksel olarak tehditkar, tepedeki bağlantıları nedeniyle çevresine korku salan biri. Suat Zamir’in baş düşmanı. Onu en başta kadın polis olduğu için sevmiyor. Kendisi kadınlıktan çıkmak için yıllarca uğraşmış bir kadın. Sonunda kabuğu sertleşmiş, içi kurumuş ve kötülüğe teslim olmuş biri. Karanlık bağları nedeniyle "Kara Nezo" lakabını almış. Bildiğimiz anlamıyla beton gibi bir kötülüğü temsil ediyor. Ama her kötü gibi kötü olduğunu düşünmüyor. Ona göre ‘sistem böyle, düzeni değiştirmek manasız, sen yapmasan birileri yapar, vicdan ve adalet gibi zincirlerden kurtulmak lazım...' Suat Zamir, bu çürük sistemin bir temsilcisiyle mücadele etmek zorunda kalıyor. Kara Nezo’da kötülüğün karanlığına bakan Suat Zamir, kendisinin neye dönüşebileceğini görüyor.
Kara Nezo kötü bir karakter ama onu kollamak istediğin zamanlar oluyor mu?
‘Ben her karakterimi seviyorum’ diyen yazarlar vardır. Ben onlardan değilim. Bazı karakterlerimi sevmiyorum. Onları öldürmek istiyorum. Bazılarında başarıyorum ama bazılarında kurguya uymuyor. Kara Nezo bunlardan biri. Ecel Çiçekleri’nde kadın düşmanı bir kadın olarak onu kurguladığımda ilişkimizin orada bitmediğini seziyordum. Sistematik kötülüğe kendini teslim etmiş biri, ilgimi çekiyordu. Kayıp Yüz’de daha da güçlü oldu Kara Nezo. Romanda açık edilmese de her karakterim gibi Kara Nezo’nun bir geçmişi var. İri yarı, erkeksi, genel anlamıyla güzel kabul edilmeyen bir kadın Kara Nezo. Sevgi değil yıllarca aşağılama gördüğünü polis teşkilatında tutunmak için sertleşerek dönüştüğünü, erkeklerin onayını almak için kendine yabancılaştığını hissediyor okur. Her kötülük serüveninin bir başlangıcı vardır, o anlamda Kara Nezo’nun nedenlerini anlayabiliyorum.
Karakterleri yaratırken, aralarında dengeli bir bağ kuruyorsun, yanılıyor muyum? Peki o bağı sen nasıl anlatırsın?
Buna ben de metin de ihtiyaç duyuyoruz. Karakterlerin birbirleriyle olan dinamikleri kurguyu rahatlatan, tempoyu arada yavaşlatan ama olay örgüsünden koparmayan bir dengede kurulursa, yani romanın doğal akışında kalırsa başarılıdır. Her karakterin bir ağırlığı var. Onun yörüngesine girmek zorunda kalan karakterler oluyor ve o çekim merkezini diğer karakterlerle dengelemek gerekiyor.
Bundan öte karakterlerin duygu dünyaları üstünden olaylar ve diğer karakterlerle bağ kurması gerekiyor. İşte orası en zoru. Düşünsene kâğıt üstünde yarattığın, gerçekte olmayan birine duygu ekliyorsun o da canlanıyor. Roman sanatının en müthiş ve en sarsıcı yanı da bu sanırım. Öykü unutulsa da karakter ve duyguları geride kalıyor.
'Kadınları anlamaya çalışmak çok zevkli'
Kadın meselesine kafa yoran bir yazar olduğunu biliyorum. Erkek karakterleri biraz harcamışsın sanki, sönük tipler... Yanılıyor muyum?
Senden bir şey kaçmaz biliyorum. Doğru okumuşsun. Ama gerçekte de öyle değil mi? Bir kadın ortalama bir erkeğe kıyasla çok daha parlak, ilgi çekici, zeki, gizemli, çok katmanlı gelmiyor mu sana? Romanda bu özellikleri daha şişirme şansın var elbette. Bir de yüz yıllardır romanda erkekler tarafından yazılan erkek karakterleri, onların aşklarını, hezeyanlarını, kadınlara olan arzularını ve bakışını okuyoruz. Biraz da kadınları onların kendi doğal ışığında okuyalım. Bu zamanın ruhuyla ilgili bir şey de olabilir. Kadınları yazmak, okumak, anlamaya çalışmak çok daha zevkli geliyor bana.
Suat Zamir'in işini yaparken karşılaştığı "güzellik" algısı da bir yandan başa bela bir durum. Bugün kadınlar Suat Zamir'in yaşadıklarıyla kendilerini nasıl özdeşleştirecek?
Bir kadının güzel olduğuna kim karar verecek? Kendisi mi onu arzulayanlar mı? Bir kadın kendini güzel hissetmek için toplumun güzellik anlayışına hangi ölçüde teslim olmalı?
Kafamda hep bu sorular vardı bu romanı yazarken. Suat Zamir de bu coğrafyada yaşayan bir kadın olarak bu sorulardan azade değil. İşini seviyor, yükselmek istiyor ama kadınlığı, güzelliği hep birilerinin odağında. Ona sarkan erkek polislerle baş etmek zorunda örneğin. Güzel vücudunu ve dişi tarafını sakladıkça polis olabileceğini düşünüyor. Oysa erkeklerin bakışında o hep kadın. Milyonlarca kadın, Suat’ın yaşadıklarını yaşıyor bugün.
'Sıfır kırışık dayatması!'
Kadınların yaşlanmakla ilgili bir sıkıntısı, acısı var, sen de romana koymuşsun zaten. Senin var mı?
Sistem genç ve güzel kadın saplantısı üstüne kurulu. Sosyal medya ile daha da güçlenen görselin krallığı önce kadını harcıyor. Kadın hep en önde, değerlendirilmesi, eleştirilmesi, sorgulanması gereken bir nesneye dönüşüyor. Hatırlıyor musun bir ara kadınların kol altlarındaki kırışıklıklar alay konusu olmuştu? Hollywood yıldızları kollarının altındaki katmanları aldırmak için estetik operasyonlar yaptırdılar. Yüz değil, güzel vücut değil, kol altı! Sıfır kırışık dayatması… Hep genç kalma üstüne müthiş bir baskı var kadınlar üstünde. Sınırsız gençlik mümkün değil. Gerçekçi de değil. Ölmüyorsak yaşlanacağız. Ben sağlıkla, sevdiğim işi yaparak yaşlanmak istiyorum. Güzellik bir güç evet. Ama zeka ve karakter de öyle.
Güzellik algısı... son yıllarda özellikle Instagram ile daha da artan, filtrelerle başka boyuta ulaşan güzellik algısı... Bu neye sebep oluyor?
Estetik operasyon yaşı 13’lere düşmüş durumda. Genç kızlar belli bir görüntüye sahip olmadıklarını düşündüklerinde bunalıma girip intihar ediyorlar. Her şey görselde başlıyor ve bitiyor. Düşünsene senin kim olduğun, neyi sevdiğin, zekan, nezaketin, yeteneklerin bir anda siliniyor ve "Insta yüzü" denilen formata uymazsan yok sayılıyorsun. Ne müthiş bir kıyım! Bunu besleyen muazzam piyasayı da göz ardı edemeyiz. Güzellik endüstrisi yüz milyar dolarlık bir endüstri. En geniş hedef kitlesi ise kız çocukları ve kadınlar. Birileri kadınların sırtından çok para kazanıyor.
'İnsanlar, aralarında mikro iktidar kurar'
Sevişme sahnelerine de iktidar meselesini yerleştirmişsin, böyle yaparken kafan nasıl çalıştı?
İktidar meselesini yazmayı seviyorum. Kişisel olan politiktir. Evde kimin yemek, temizlik yaptığı, çocuğa baktığı, kimin para kazandığı ve onun nasıl bölüştürüldüğü siyasetin meselesidir. İnsanlar, aralarında mikro iktidarlar kurarlar. Tam anlamıyla eşitlik olmasını beklemiyorum ama gücü elinde tutanın bunu nasıl kullandığını incelemek istiyorum. Her şeyde olduğu gibi cinselliğin merkezinde de iktidar meselesi var. Suat Zamir bir erkekle sevişirken kontrolü elinde tutmak istiyor, fiziksel olarak bunu yapmanın bir yolunu buluyor. Kadının zevkini öne çıkarıyor. Bir bakıma bencilleşiyor ve bu da ona tatmin sağlıyor.
Suç romanı yazan biri olarak Türkiye'de olan bitenden ne kadar besleniyorsun?
Türkiye’de suçu yazmamak ne gazeteci ne de yazar olarak mümkün. Ülke oldukça vahşi bir dönemden geçiyor. Bebek yaşta çocuklar tecavüze uğruyor, öldürülüyor. Kadınlara yönelik sistematik bir kıyım var, çeteler, tarikatlar, köktendinci terör grupları devletin bazı aygıtlarına sızmış, yargı desen siyasi manivela, adalet ışık hızıyla uçurumun dibine sürükleniyor, toplumsal vicdan kan kaybediyor. Türkiye’de gerçek, kurguyu geçiyor. Elbette en çok buradan besleniyorum. Tek ümidim suçun polisiye romanlarda kalması.
'Sorularım hayatı taklit ediyor'
Edebiyat işçiliği ağır bir işçilik mi? Sen yazarken kıvrananlardan mısın? Çok yırtıp atanlardan, çok silip yazanlardan mısın?
Yalnız bir iş yazmak. Ama yazmadan da yazar değilsin. Benim için bir fikrin döllenme dönemi oluyor. O tam oluşmadan oturmuyorum yazmaya. Erken oturursam kıvranırım. Fikir olgunlaştığında ve yazılacak kıvama geldiğinde süratle kafamdakileri kağıda aktarmaya başlıyorum. Ancak sonrasında sert bir editöre dönüşüyorum ve defalarca revize ediyorum metni. Bir roman asla ilk haliyle okura gitmemeli. Yazmak bir anlamda silerek yapılan bir eylem.
Gazetecilik soru sormaktır ya, sen de bir gazeteci olarak roman yazarken çok soru soruyor musun?
Çok. Bütün roman anlayışım buna dayanıyor. Çünkü anlamak için yazıyorum. Yaşadığım dünyayı kafamda yapılandırmak, onu parçalara bölmek, bükmek, tekrar düzeltmek, dayanabilir hale getirmek için yazıyorum. Bir roman soruyla başlıyor ve soruyla bitiyor benim için. Aynı hayat gibi. Sorularım hayatı taklit ediyor. Kimileri yanıtsız kalıyor, kimileri de sürekli değişiyor.