Tansu Çiller’in ‘kara kutu’su Mehmet Bican, İpek Özbey’e konuştu: Neden AKP’ye destek veriyor?

Mehmet Bican, Tansu Çiller’in Başbakanlığı ile Refahyol Hükümeti dönemindeki başbakan yardımcılığı görevi sırasında basın müşavirliği yaptı. Bican, Çiller’in iktidarda olduğu dönemde, “karakutusu” olarak adlandırılan az sayıdaki isimden biriydi. Kendisiyle geçmişte iki kitabı vesilesiyle buluşmuş, söyleşi yapmıştık.

Mehmet Bican, Tansu Çiller’in Başbakanlığı ile Refahyol Hükümeti dönemindeki başbakan yardımcılığı görevi sırasında basın müşavirliği yaptı. Bican, Çiller’in iktidarda olduğu dönemde, “karakutusu” olarak adlandırılan az sayıdaki isimden biriydi. Kendisiyle geçmişte iki kitabı vesilesiyle buluşmuş, söyleşi yapmıştık.

Bican’ın özellikle “28 Şubat’ta Devrilmek” adını taşıyan kitabını tavsiye ederim. Çiller, yeniden siyasete dönüş sinyalleri verip, tartışılmaya başlanınca bana da Mehmet Bican’ı aramak kaldı. Bican’ın tanık olduğu ve ‘İlk kez duyacaksınız’ diyerek anlattıklarına çok şaşıracaksınız.

Sayın Bican, yıllar sonra Tansu Çiller’in siyasete döneceğini konuşuyoruz, ne dersiniz?

Şunu derim: Acaba milletin karşısına nasıl çıkacak, nasıl girecek aralarına “Partime oy istiyorum!” diye? İktidara geldiği 1993 yılından sonraki ekonomik ve sosyal bunalımları; geçmişte yaşadıkları, yaşattıkları; partisini sıfırlayıp tarihin karanlıklarına gömdüğü gerçeğini unutmadık. Yakın dostlarını, beraber çalıştığı arkadaşlarını; terörle mücadeleyi birlikte yürüttüğü komutanları nasıl harcadığını; Türkiye’yi karanlıklara gömme yolundaki çabalara, tarikatlara, gerici güruha verdiği desteğini hep hatırlıyoruz. Mal varlığını tartışmayan mı kaldı şu ülkede? Ama öyle olaylar var ki bunları birkaç kişinin dışında hiç kimse bilmez. O birkaç olayın yıllar sonra bugün bilinmesi sanıyorum sorunuza cevap niteliği taşıyacak.

O kişilerden biri de sizsiniz, değil mi?

İki yaşanmış olayı ilk kez size anlatıyorum: Hani bugünlerde hep tartışılıp durdu ya... Kayıp 128 milyar dolar... Merkez Bankası’nın arka kapısından satılan dolarların birilerine peşkeş çekilmesi, o dolarları satın alanların köşeyi nasıl döndükleri rakamlarla iddia edildi ya hep... Böylesi olayın bir benzerinin, Sayın Çiller’in başbakanlığı döneminde yaşandığını ve sonuçlarının ne olduğunu açıklayacağım. Olay tarihini, o olayların kahramanlarının kimliklerini, olaydaki rollerini bir bir bilmemiz gerekir. Ünlü 5 Nisan kararlarından önce. DYP-SHP Koalisyonu... Başbakan Çiller, Başbakan Yardımcısı ise SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın. Türkiye ekonomide bugüne benzer bunalım yaşıyor. Enflasyon yüzde 100’ü geçmiş. Bütçe açığı rekor seviyede, iç ve dış borç yükü artmış, üretim ülke çapında yarı yarıya azalmış, işsizlik tepe noktalarda, faizler fırlamış, batan bankalar var, TL yüzde 160 değer kaybetmiş. Merkez Bankası, dövizde görülen yüzde 100’ün üzerindeki artışı piyasaya müdahaleye rağmen önleyememiş... İşte böyle bir dönem yaşıyor Türk ekonomisi... Türk insanı... Döviz kurunun bir günde yüzde 15 artmasına rağmen tırmanışın sürmesi Başbakan Çiller’i yeni arayışlara, devalüasyona yöneltiyor. Tarih 26 Ocak 1994...

O gün ne oldu?

Başbakanlık Konutu öğle saatlerinden itibaren yoğun bir trafiğe sahne oluyor. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Şevki Erek, Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin, Hazine ve Dış Ticaret, DPT ve Maliye müsteşarları, kamu bankaları genel müdürleri... Hepsi, döviz kurunun olağanüstü artması karşısında bir deprem yaşayan ekonominin son durumunu ve alınacak önlemleri tartışıyorlar. Tansu Çiller’in başkanlığında yapılan toplantıda koalisyon ortağı Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın yok ama Tansu Hanım’ın eşi Özer Bey var! Çok ilginç... Özer Çiller toplantı salonuna girip çıkıyor.

Siz neredesiniz?

Toplantının yapıldığı salonun kapısındaki koltuklarda dördümüz oturuyoruz. Başbakan’ın Baş Müşaviri Nâlân Kozan, Özel Kalem Müdürü Akın İstanbullu, ben ve Koruma Müdürü Resul Kalkan...

Merkez Bankası Başkanı Gültekin bir ara toplantıyı terk ederek, dışarıya, bizim bulunduğumuz bölüme çıkıyor. Ceketsiz... Dış kapıya doğru hırsla yönelirken, “Toplantıda Özer Bey’in ne işi var!” diye kendi kendine konuşuyor. Kendi kendine mi konuşuyor, yoksa biz duyalım diye yüksek perdeden mi? Galiba, ikincisi doğru. Sinirli ve canı sıkkın. Yaktığı sigarasından iki-üç nefes aldıktan sonra söndürerek, yeniden giriyor toplantıya. Bir ara toplantıya ben de çağrılıyorum. Salondaki büyük dikdörtgen masanın çevresindekilerin yorgunluktan bittikleri her hallerinden belli. Her kafadan bir ses çıkıyor. Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin, sıkıntıda. Suratı asık. Devalüasyonun yüksek tutulması gerektiğini, ancak devalüasyonla birlikte “Stabilizasyon Paketi”nin de uygulamaya konulmasını istiyor. Gültekin, yüzde 18’in üzerinde belirlenecek bir devalüasyonu işaret ediyor. Ekonomi kurmaylarıyla daha önce yaptığı toplantıda, yüzde 5 devalüasyonun uygun olacağını belirten Tansu Çiller, bu görüşünü bu toplantıda değiştiriyor. Kur ayarlaması gecesine ilişkin anlatacaklarım bitmedi. Hani, gazeteci olarak sizin bile bilmediğiniz bir olaya tanıklığımı anlatacağım dedim ya… Şimdi sıra o çok önemli olayda: O gece Başbakanlık Konutu’ndaki çalışmalar sürerken Tansu Çiller bir ara toplantıdan çıkıyor ve kapı önünde bekleyen Nalan Kozan’a, “Bana Akın Bey’i bağlayın!” diyor. Talimat hemen yerine getiriliyor ve Başbakan telefonla konuşuyor Akın Bey’le. Akın Bey, bir özel bankanın genel müdürü!

Siz tüm bu konuşmaları duyuyorsunuz…

Tabii, hepimiz duyuyoruz: Ben, Akın İstanbullu, Nalan Kozan, Resul Kalkan. Hepimiz konuşmalarına tanığız! Başbakan, bu özel bankanın genel müdürünü herhalde hal-hatır sormak için aramıyor. Şaşırtıcı bir olay değil mi İpek Hanım! O gece yarısı, Türk Lirası'nın Amerikan doları karşısındaki yeni fiyatı 17 bin 250 lira olarak belirleniyor. Bu, yüzde 13 devalüasyon demek... Ama hatırlıyorsunuzdur sanırım. Dolar serbest piyasada birkaç gün içinde belirlenen bu rakamı aşarak 40 TL’ye yükselecektir. O saatte televizyonlar canlı yayında. Başlıklar, “bu karardan kimin, ne kadar para kazandığı ve Türkiye’nin ne kaybettiği” yolunda odaklanıyor ve ertesi günü Özal’ın Türkiye’ye kazandırdığı prenslerden sayılan Merkez Bankası Başkanı Bülent Gültekin istifa ediyor. Bu anlattığım olay, birinci bilinmeyen... Tarih, isimler, eylemler, her şey ortada ve gerçek. Hangi özel banka, o bankanın o tarihte genel müdürü kimdi, Merkez Bankası Başkanı bu yüzden mi istifa etti diye sorarsanız, bu sorulara cevap çok kolay. Kısa bir araştırma, ilgilenenleri bu soruların cevabına götürecektir.

'Başbakan’ın yakınının istediği parayı bulamadılar'

Emin olun şu saatten sonra araştırılacaktır, ikinci bilinmedik olay nedir?

Yalova’daki Çiftlikköy’de deniz kenarındaki bir yakınımın evinde birkaç günlüğüne misafiriz. Silahlı kuvvetlerdeki görevinden ayrıldıktan sonra Sema Sitesi’ne yerleşen Fikret abiyle sahil boyunca yürürken, bir villanın bahçesindeki balkondan bize seslenildiğini fark ediyorum. Seslenen kişi, ayağa kalkmış, “Mehmet gelsene! gel gel!” diye el ediyor. Bu yakından tanıdığım ve adını hep saygıyla andığım, bir zamanlar Çillerlerin yakın dostu bir bakan. Villanın giriş katındaki balkonda oturmuş geçmişten, gelecekten sohbet ederken bir ara söz, İzmit-Yalova arasına kurulması planlanan Türkiye’nin en uzun köprüsünden açılıyor. Bu projeye yabancı değilim. Çiller’in başbakanlığı döneminde gündeme gelmiş, tüm hazırlıkları yapılmış, hatta bugünkü köprü ve Yalova geçişi ihalesi yapılmıştı. Ama nedense ihale iptal edilmişti. İçinde birçok soruları barındıran bir iptaldi bu. İhaleyi alan firma tüm gerekleri yerine getirmiş olmasına rağmen bu işten vazgeçtiğini tam sayfa ilanlarla gazetelerde açıklamıştı. Ancak, o açıklamada benim anlatacağım gerçek saklanmıştı. O tarihte yalısında sohbet ettiğimiz eski bakana, “Peki” diye sormuştum, “Böyle güzel bir projeden neden vaz geçildi? Siz de o tarihte bakandınız!” Cevap: “İhaleyi kazananlar, bu işi gerçekleştirmek için gerekli parayı bulmuşlardı ancak başbakana yakın birisinin istediği parayı bulamadıkları için bu işten vazgeçtiler!”

Tansu Çiller hıçkırarak: Benim kocam namusludur

Başbakana yakın o “birisi” kimdi?

Saygın bir gazeteci dostun bana anlattıkları geliyor aklıma şimdi. Gerilere dönüp o olayı, Tansu Çiller’in yakın dostu Güneri Cıvaoğlu’ndan söz etmeliyim: 1994’ün Çillerler için en sıkıntılı günlerinden biri… O günlerde, Türkiye gündeminde başbakanın eşiyle ilgili çeşitli iddialar dolaşıyor. Cıvaoğlu o tarihte Çillerlere en sert muhalefeti yapan gazete Milliyet’te yazıyor. Tüm yazılı ve görsel basın, Çiller’in yurt dışında edindiği mal varlığının peşinde. Öteki köşe yazarları gibi, Cıvaoğlu da Çillerlerin yurt dışındaki mallarını satıp Türkiye’ye getirmesini istiyorlar. Tansu Çiller, bu rüzgâra kendisini kaptırdığı için Cıvaoğlu’na bozuluyor. Cıvaoğlu Çiller’le yaptığı konuşmayı bir uçak yolculuğunda anlatıyor bana. Çiller’e telefonda, “Sizi başbakanlıktan hiç bir gücün indirebileceğine inanmıyorum” diyor Cıvaoğlu. Tansu Hanım, bu güzel sözün arkasından ne geleceğini kestirebilmiş değil. Cıvaoğlu devam ediyor: “Ama bir tek kişi yüzünden yok olacaksınız… O kişi, eşiniz Özer Çiller’dir!” Güneri abim bu olayı bana anlatırken, “Telefonda önce bir sessizlik oldu. Sonra, Tansu’nun hıçkırıkları duyulmaya başladı. Çiller hıçkırarak ağlıyordu” diyor. Cıvaoğlu anlatmayı sürdürüyor: “Tansu, hıçkırıklar arasında bana, ‘Benim kocam çok namusludur. Bugünlere geldiysem hep onun yardımıyla geldim. Özer’e iftira atıyorlar. Senin bildiğin bir şey varsa bana söylemelisin" diyor. Cıvaoğlu, “Bazı şeyler hissedilir, ispatlanamaz” cevabını veriyor. Ve devam ediyor: “Özer’in pis işlere bulaştığını hissediyorum!” Anlattığım bu olayların tanığı olan ben, şimdi başka ne diyeyim İpek Hanım? Bu olaylarda geçen isimlere ilişkin ipuçları verdim. Dileyen o isimlerin kimler olduğunu kolayca bulabilirler.

Hep inkârcı politika izledi

Peki Çiller’in AKP’ye desteğini nasıl açıklarsınız?

Sayın Çiller’in AKP’ye veya Cumhur İttifakı’na destek vermesinin sadece ittifaka, Sayın Erdoğan’a veya Bahçeli’ye değil, kör-topal yürüyen demokrasimize, siyaset hayatımıza da büyük zarar vereceği kanaatindeyim. Zaten, Çiller’in hayali olan yeniden siyasete dönme düşüncesinin hayata geçirileceğini sanmıyorum. Büyük bir yanılgı içinde o. Önceleri, onun aydın bir cumhuriyet kadını olduğu söylemlerinin peşinde koşmuştu kadınlarımız. Aydın kişiliğiyle, çağdaş görüntüsü ile umut kaynağıydı o, hatırlayınız. Ama sonra herkes gibi kadınlar da hayal kırıklığına uğradılar. Tansu Hanım’ın iktidarı boyunca hep inkârcı bir politika izlediği biliniyor. Dün ne yaptığını, ne söylediğini hep unutmuş, gelişen şartlara göre yeni stratejiler, yeni söylemler geliştirmiş ve büyük bir cesaretle hiç kimsenin kabul edemeyeceği bu yolu benimsemiştir. Örnek mi? Önce 28 Şubat’a sahip çıktığını hatırlayın lütfen. O meşhur MGK bildirisini imzalarken, “Burada sıralanan hususlar bizim partimizin ilkeleri arasındadır” demiş, ama sonra 16 yıl hapse mahkûm FETÖ Savcısı Mustafa Bilgili’nin kendisine gösterdiği gazete kupürlerine kanıp, “28 Şubat darbedir!” diyerek yol değiştirmiştir. Terörle birlikte mücadele verdiği generaller onun yüzünden bugün hapiste çürümektedirler. Başbakanlık koltuğunda otururken Refah lideri Erbakan’a herkesten fazla yüklenmiş, onun cumhuriyet düşmanı olduğunu seslendirerek Refah’a savaş açmış; sonra dinci bir siyaset özlemi içinde bulunan Erbakan’la koalisyon hükümeti kurarak bir süre mutlu-mesut yaşamayı seçmiştir.

Başka?

Kardak krizi de öyle... Hatırlayın lütfen. Yunanistan’ın Kardak kayalığına asker çıkarması üzerine neredeyse Türkiye’yi savaşa sokacak olan Çiller, olay yatıştıktan sonra, “Kardak meğerse bizim değilmiş!” diyebilmiştir. Bunlar ve daha başka olaylar Türk halkının gözü önünde cereyan etmiştir. Vatandaş unutmaz İpek Hanım. Tansu Hanım bu görüntüsüyle ve diğer eylem ve söylemleriyle hiç bir partiye ve kişiye destek veremez, kendisi de çok zarar görür.

AKP ve MHP tarafından yeni seçim yasası teklife TBMM’ye sunuldu. Buna göre baraj yüzde 7’ye indirilecek. Oysa sizin danışman olduğunuz dönemde Başbakan Ecevit, yüzde 10 barajını 5-6’ya çekmek istiyor, Çiller itiraz ediyor, değil mi?

İpek Hanım, yaşanılan o talihsiz dönemin adını koyalım önce: İktidarın, Ecevit başkanlığındaki koalisyon ortakları ve Çiller’in başında bulunduğu DYP tarafından altın tepsi içinde AKP’ye sunulduğu dönemdir o dönem. Çünkü insanlarımız o gün karanlık bir geleceğe sürüklendiler. Demokratik hayatı ve Atatürk’ün bize emaneti olan cumhuriyetimizi sonlandırmayı, parlamenter sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan din istismarcısı bir iktidarın esiri oldular. Söylediklerim belki iddialı laflar ama biraz açarsam haklı olduğum ortaya çıkacak. Bakınız o günlerde ve sonrasında neler oluyor. Sırayla gideceğim. 2001 seçimleri öncesi... DSP-ANAP-MHP koalisyonu iktidarda. Ecevit başbakan. MHP lideri Devlet Bahçeli’yle ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başbakan yardımcısı. Hükümet, Ecevit’in rahatsızlığı daahil birçok sorunla baş başa. Ayrıntıya girmek istemiyorum. Bugün bilinen bir olay gerçekleşiyor o sırada: Bahçeli, ortaklarının haberi yokken çıkıyor kamuoyunun karşısına, erken seçim istiyor. Oysa Ecevit, bozulan ekonomiyi düze çıkarmadan seçimden yana değil. Seçimin zamanında yapılmasını istiyor. Ecevit’i dinleyen yok. Bahçeli, seçim de seçim, diye tutturuyor; sanıyor ki seçimden birinci parti olarak çıkacak. Veya kafasında başka projeler var... Yeni kurulan AKP tehlikesinin farkında olan Ecevit, “Hiç olmazsa seçim barajını kaldıralım veya 10’dan 5’e indirelim” diyor. Bahçeli Ecevit’in bu görüşüne de karşı.

'Çiller itiraz etmese belki AKP iktidar olamayacaktı'

Çiller o zaman ana muhalefet lideri, ne diyor erken seçime?

O da barajın kaldırılmasına karşı olduğunu açıklıyor. O tarihte Başbakanlık’ta Ecevit’in daire başkanlarından biriyim. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’i İstanbul’daki yalısından arıyorum. Diyeceğim ki, “Ecevit’in barajın kaldırılması önerisini siz de benimseyin, yoksa baraj altında kalabilirsiniz!” Çillerle o gün konuşamıyorum. Not bırakıyorum. İki gün sonra beni telefonla arıyor. “Beni aramışsın” diyor. Ben Ankara’dayım, o bir miting için gittiği Samsun’da; Samsun Havaalanı’ndan arıyor beni. Uyarımı dinleyince, beni şaşırtan bir cevap veriyor: Diyor ki, “Ne diyorsun, katiyen razı olmam barajın kaldırılmasına; bak göreceksin seçimlerde tek başına iktidarız!” Aynen böyle söyleyince, ben ne diyeyim ki; susuyorum. Hükûmetteki MHP kanadının ısrarı, Başbakan Bülent Ecevit’in tüm karşı çıkma çabalarına rağmen Türkiye’yi bir erken seçime götürüyor. DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti ve muhalefet lideri Tansu Çiller... Erken seçim kararı alıyor Meclis. Hem de, seçim yasalarında herhangi bir iyileştirme getirecek, en azından seçimlerde uygulanan yüzde 10 bölge barajının daha aşağıya çekilmesini sağlayacak yasa değişikliği yapılamadan alınıyor bu karar. DSP kanadının bu konudaki kararlılığı hayata geçirilebilse, örneğin ülke barajı yüzde 5’e çekilse, Kasım 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidar olamayacak, belki yüzde 5 barajını aşmış olan partilerle koalisyon kurmayı deneyecek… Türkiye belki bugünlere başka hükümetlerle gelecek. Adalet ve Kalkınma Partisi, Kasım 2002 seçimlerinde silip süpürüyor... Erdoğan, partisini iktidara taşıyor. AKP oyların yüzde 34,28’ini toplayarak birinci parti oluyor ve 20 yıl sürecek iktidarı başlıyor. Peki, erken seçim kararı alan diğerleri? Hükümeti oluşturan DSP, MHP, ANAP’la ana muhalefet Doğru Yol Partisi baraj altında kalıyorlar. Bu partiler o tarihte artık parlamentoda temsil edilmiyorlar. Barajı geçen sadece Deniz Baykal’ın CHP’si...

'Akşener’e kaptırmak istemiyor'

Size ‘Çiller’in kara kutusu’ diyenler var. Meral Akşener’in varlığı ve siyasetteki ağırlığının Çiller’i tahrik ettiği söyleniyor. Yakından tanıyan biri olarak söyler misiniz, mümkün mü?

Tansu Hanım muhteşem hırslı bir politikacı. Hatırlayalım: İktidarı döneminde sloganı hep onun bu hırsını ortaya çıkaran söylemlerdi. Kardak için, “O bayrak oradan ya inecek, ya inecek!” diyordu. “Terör ya bitecek, ya bitecek!” diye seslenmişti hep. Birçok olayda bu tip söylemlerinden hiç vaz geçmedi. Bir de sık sık, “Bir kadın başbakan bin yılda bir geldi!” diyerek, hep kendisini öne çıkarmıştır. Şimdi, böylesi bir rolü bir zamanlar partide birlikte çalıştığı Meral Akşener’e kaptırmak istemiyor gibi geliyor bana. Kaldı ki, siyasette kendisinden çok daha eski olan Meral Hanım’ın kendisi sayesinde siyaset sahnesine adım attığını düşünüyor olabilir. Başka bir kadın politikacının, onu “bin yılda bir gelen kadın” koltuğundan indirecek olmasını içine sindiremiyor. Tansu Hanım’ı tanıyanlar, onun kadınlarla çalışmaya uzak olduğunu bilirler. Milletvekili adayları belirlenirken kadınları hep seçilemeyecek sıralara koymasının tesadüf olmadığını, bürokraside onlardan pek yararlanmak istemediğini söyleyebilirim. Bir de şu var: Çiller’in Saray’la çok mu işi var diye düşünüyor insan. Çocuklarının güneş enerjisi gibi projelerine bakınca, İstanbul’da oteller, sahilde moteller, yüzlerce villa... Daha niceleri... Daha önce de belirttim; bugün kamuoyu nezdinde hiç kıymet-i harbiyesi yok Çiller’in.

Çiller ile Fethullah Gülen’in arasında nasıl bir ilişki vardı?

Tansu Hanım’ın politik hayatında birbiriyle çelişkili iki dönem olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’yi karanlığa mahkûm etmeye çalışan dinci siyaset güdenlere, din duygularını siyasete alet etmeye çalışanlara karşı olduğu, Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine önem verdiği dönem... Sonra ikinci dönem. Bir zamanlar savunduğu bu görüşlerinden vazgeçerek, din adına siyaset yapanlarla, dinci teokratik bir düzeni yerleştirmeye çalışanlarla beraber olduğu dönem... Fethullah Gülen’le ilişkilerini/işbirliğini bu çerçevede değerlendirmek, hatta sadece Gülen Cemaati ile değil, öteki dinci cemaatlerle de ilişkisini bu bağlamda konuşmak gerekir diye düşünüyorum. Bakınız İpek Hanım, elimde bu dönemlere ilişkin birçok yazılı belge mevcut. Bir bölümü de şu anda yanımda. Okumak istiyorum Çiller’in sözlerini: “Hiç bir gerçekçi zemine dayanmayan, hiçbir gerçekçi kaynaktan güç almayan, hiçbir ciddi ve samimi niteliği bulunmayan, sahte cennetler vaat ederek halkın temiz inanç ve duygularını istismar eden bu sözde siyasetçiler, sadece karanlığın temsilciliğini, sözcülüğünü yapmaktadırlar. Bir muskacı ve büyücü edasıyla, demokratik hakları korumak değil, istismar ederek temiz ve saf Müslüman halkımızın özlemlerine cevap veren bu din ve siyaset sahtekârları, sadece demokratik ve çağdaş insan haklarına değil, bizatihi İslamiyet’e de zarar vermektedirler. Onların bu lanetli işi yapmalarının sebebi, halka hizmet değil, sadece kendilerine dünyalık yapmak için siyasal iktidara ulaşıp, orayı çıkarları doğrultusunda kullanmak planından başka bir şey değildir.” Tansu Hanım’ın bu görüşlerine katılmamak mümkün mü?

Bu sözler birinci döneme ait değil mi?

O, “İşte laik Türkiye’nin çağdaş kadını”, “Atatürk Türkiye’sinin ilk kadın başbakanı!” çığlıklarıyla partinin genel başkanı, başbakan olmuştu. O gün vizyonunu, “Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Atatürk sevgisinin nesilden nesile bir bayrak olarak aktarılması” olarak açıklamıştı. Ama Refahyol ortaklığında bu misyonundan döndüğünü, dini politikaya alet eden bir eylem/söylem geliştirdiğini, tarikatlarla ilişkisini en yüksek düzeye çıkardığını görüyoruz. Daha önceki sorulara cevap verirken yaptığım gibi, yaşanmış olaylardan örneklerle yürümek istiyorum:

Olay 1995 yılının Ocak ayında İsviçre’nin Davos kasabasında yaşanıyor. Olayın kahramanları, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’la Başbakan Tansu Çiller... Kerimov, ülkesindeki Fethullah Gülen okullarından şikâyetçi. Kapatılmaları için ilgililere talimat vermiş o tarihte. Fethullah Gülen, bu okulların yeniden açılması için Çiller’den yardım istiyor. Davos’ta Nurettin Veren tarafından Tansu Hanım’a verilen mektupta, mağduriyetlerin önlenmesi için konunun Kerimov ile yapılacak görüşmede gündeme getirilmesi ricası var. Mektubun altında imza olarak “Zaman Grubu” yazılı… Kerimov’la görüşmeye giderken otomobilde Çiller’in “aklımın yarısı” dediği Dışişleri Danışmanı Büyükelçi Volkan Vural’a “Ne yapmalıyım?” diye soruyor. “Aman efendim!” diyor Volkan Bey, “Sakın o konuyu hiç açmayın! Kerimov Gülen Grubu’na çok tepkili…”

Otomobildeki Büyükelçi Yalım Eralp’le Başdanışman Emre Gönensay da aynı görüşteler. Ancak üçü de ağız birliği etmelerine rağmen o kısacık yolculukta Çiller’i ikna etmeyi başaramıyorlar.

Çiller, “Ne yapayım, çok ısrarcılar, söz verdim!” diyerek konuyu kapatıyor.

Çiller-Kerimov görüşmesi başlıyor. Kerimov sohbet sırasında Çiller’in arada bir elini önündeki sehpada bulunan mektuba uzattığını, hatta bir ara eline aldığını görüyor. Çiller’in mektupla ilgili en son hareketinde, yanındaki danışmanlarına dönerek, onlara, “Zaman konusunu bir açsak mı acaba!” gibilerden bir soru yöneltmesi Kerimov’ın dikkatinden kaçmıyor.

Tepki mi veriyor?

Kerimov Tansu Çiller’le Özbekçe konuşuyor ama Türkçe’yi çok iyi biliyor. Onun Vural, Eralp, Gönensay üçlüsüne dönerek sorduğu soruyu duyunca konuşmasını kesiyor... Gülen’in mektubunu sehpadan alıyor, Çiller’e fırsat vermeden sesini yükselterek konuşuyor: “Zamancılar...” diyor, alay dolu bir ifadeyle. “Zaman, şimdiki zaman... Ama Zamancılardan kasıt Zaman gazetesi, Zaman Grubu ise ‘o zaman’ bin yıl geride kaldı!” diye dikleniyor. “Bugünkü zamanı konuşacaksak konuşalım, ancak Zaman gazetesini, Zaman Grubu’nu burada konuşacaksak, hiçbir şey konuşmayalım!” Görüşmede buz gibi bir hava esiyor. Biraz sonra da veda vakti geliyor...

Bir başka önemli olay daha... Tarih 1995’in Ekim, Kasım ayları... Tansu Çiller, Deniz Baykal’la koalisyon ortaklığını sonlandırdıktan sonra bir azınlık hükümeti kurmak için kolları sıvıyor. Lâkin TBMM’den güvenoyu alıp-alamayacağı belli değil. Otel lobilerinde açılan milletvekili pazarları, ikna odalarında görüşmeler, kimi yüksek bürokratların devreye girişleri hiçbir işe yaramıyor. Güvenoyu bıçak sırtında! Gelen haberler, başbakanlık koltuğunun Çiller’in altından kayacağı sinyallerini veriyor. Tüm gözler, eşinin iktidarının devamı için çırpınan Özer Bey’de... Özer Çiller tehlikeli bir yöntemin peşinde: askeriyeyi siyasete alet etmek, askerleri bir tehdit olarak kullanmak istiyor. Hem de, Fethullahçı yapının lideri Fethullah Gülen’i devreye sokarak, ondan yardım isteyerek!

Bu, çok ciddi bir iddia ama sanırım devam ediyor…

Özer Çiller, Gülen’le İzmir’de iki saat kadar beraber oluyor. İşte bu görüşmede, “Askeriyede muhtıra hazırlığı var” dedikodusunu yayma bir eylem olarak kararlaştırılıyor. Bu eylem, azınlık hükümetine güvenoyu vermeme kararı almış olan milletvekillerine ve partilere aba altından sopa göstermeye yönelik. Fethullah Gülen, bazı gazetecileri bürosuna davet ederek, “Askeriyenin bir kesiminde muhtıra hazırlığı gibi bir hâl var!” deyince Ankara’da kızılca kıyamet kopuyor. Genelkurmay’ın o günkü açıklaması elimde, okuyorum: “Muhtıra hazırlığı ihbarını yapan Fethullah Gülen’i, bir tarikat liderini ve onun iddialarını muhatap almamız mümkün olamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye ve kurallarına sonuna kadar saygılıdır. Bu iddia ve söylentiler iftiradan başka bir şey değildir.”

Bahçelievler’deki Hazine arazisi kimin imzasıyla zaman gazetesine verildi?

Muhtıra hazırlığı iddialarının ayyuka çıktığı saatlerde Tansu Çiller ne yapıyor?

Azınlık Hükümeti’nin Programı’nı TBMM Genel Kurulu’nda okuyor... Ama Ankara’da, Hükümet Programı’ndan çok “muhtıra” konuşuluyor. Oy toplama lobisinin oylamaya kısa bir süre kala ortaya attığı ve herkesi rahatsız eden bu iddia başarılı olamıyor. Tansu Çiller’in kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamıyor. Çiller-Fethullah Gülen ilişkisi dedik ya, Çillerlerin bu ilişkiyle ilgili yüzlerce örneğini burada sıralamak mümkün. Kısa kısa hatırlatmalarda yetineceğim. Bu örnekler biliniyor, ancak hatırlanmıyor olabilir. Aralarında bilinmeyenler de bulunabilir. Bugünlerde tartışılıyor hep: Devletin, belediyelerin varlıklarının nasıl tarikatlara peşkeş çekildiği... Ben şimdi iddia ediyorum. İstanbul Bahçelievler’de hazine arazisi ne zaman, nasıl, kimin veya kimlerin imzasıyla Gülen’in Zaman gazetesine devredildi? Sadece o değil. İhlas Armutlu ve İstanbul’daki Türkiye hastanesi arazisinin hikâyesini de araştıranlar çıkar herhâlde…

Refahyol İktidarı döneminde, Başbakanlık Konutu’nda şeyhlere-şıhlara verilen iftar yemeğini hatırlayalım İpek Hanım. Başbakan Erbakan, “İlim irfan sahibi manevi şahsiyetlerle ilk iftarımızı yapmış olmamız, son derece isabetli” açıklamasını yapmıştı. Ya yardımcısı Çiller? O da, “Tarikatlar bin yıllık bir gelenektir” diyerek tarikatları savunmuştu. Tansu Hanım, bu söyleminin hep arkasında duracak, hatta “Siyaset dinin hizmetinde olmalıdır” diyerek herkesi şaşırtmayı sürdürecektir.

Bilen biliyor. Nurcular daha da ötesini biliyor olmalı. Meğer siyaset-din ilişkisi Said-i Nursi’nin kitaplarında bile yer almış, o görüş savunulmuş. Ona göre çare, dindar cumhuriyetmiş.

Çiller sadece Nur Cemaati ve Fethullah Gülen ile değil, öteki tarikatlarla da çalışıyor.

Hangileri?

Onun döneminde Nakşiler, Kadiriler, Süleymancılar da sırada... Süleymancıların lideri Kemal Kaçar’la da, Nurcuların Yeni Asya Kolu lideri Mehmet Kutlularla da, Işıkçılar kolundan Enver Ören’le, Kadiri Tarikatı lideri Haydar Baş ile de görüşüyor. Destek istiyor bu gerici gruplardan. Benim katıldığım bir görüşmede, Nurcu Mehmet Kutlular’ın Çiller’e, “Güneydoğu’yu asker çözemez. İdareciler, dindar olmalıdır” ricasında bulunduğunu hiç unutmamam. Fethullah Gülen’le dostluğu siyasete soyunduğu şu günlerde devam ediyor mu bilmiyorum ama, Gülen ve o cenahtan haber ulaştıran yakınları ne istiyorsa, o dönemde Çiller’in de, eşi Özer Bey’in de yerine getirdiğini söyleyebilirim. Bayramlarda anne-babanızın mezarını ziyaret etmeyi unutmayın diyen de, türbeleri ziyaret edin diyen de o, yani Fethullah Gülen... “Sayın Fethullah Gülen hoca efendinin bayramını kutladınız mı?” diye soran, Gülen’in en yakını, Nurettin Veren... “Kurban derilerini sadece THK toplamasın, biz de pay istiyoruz” bastırmasıyla hava kurumunu sahadan uzaklaştıran da onlar...

Sayın Özbey, seçtiğim bu örneklerden sonra Daily Telegraph gazetesinin, “tespihli feminist” diye Çiller’i manşetine taşımasını yadırgamamak lazım...

Türkiye Haberleri