Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yargı reformu strateji belgesini açıkladı. Yargıda yapılacak yeni düzenlemeleri kamuoyuna duyurdu.
Erdoğan’ın açıkladığı belge iki bölümden oluşuyor:
Biri yargıya güvenin güçlendirilmesi, başta ifade özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması.
Diğeri, hukuk mesleği ve meslek mensuplarıyla ilgili olarak yapılacak teknik düzenlemeler.
Hukuk mesleğine ilişkin teknik düzenlemeler de önemli olmakla birlikte, bu yazıda yargıya güven, ifade ve basın özgürlüğü üzerinde duralım…
SORUN VAR
Önce şu saptamayı yapmak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, stratejik belgeyi açıklarken, yargıya güvenin artırılmasına vurgu yaparak, bu konuda ciddi bir sorun olduğunu ilân etmiş oldu. “İfade özgürlüğünü yasal güvenceye alacağız, tutuklama tedbirini zorlaştıracağız, hak ve özgürlükleri gücendireceğiz, adalet sadece Türk milleti adına karar vermekle olur, başka güç odaklarında aranarak değil” mealinde konuşarak, yargının adaleti sağlamak konusunda ciddi sorunları olduğunu da kabul etmiş oldu.
Yargı sisteminde büyük umutlarla ve vaatlerle 12 Eylül 2010’da referanduma sunulan yargı reformu da iktidar tarafından aynı söylemle savunulmuştu. Ancak, o reform sonrasında yargıyı FETÖ ele geçirdi ve Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi davalarla TSK’da tasfiye yaptı, sonuçta 15 Temmuz kanlı hain darbe girişimine kadar vardı.
Bu süreç sonunda yargı mensuplarının üçte birinin meslekle ilişkisi kesildi; bazıları cezaevine girdi, bazıları ağır cezalara çarptırıldı, bazıları yurtdışına kaçtı. Yargı sisteminde hâlâ ne kadar varlar o da belli değil.
Bu durum yargıya güveni büyük ölçüde zayıflattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da yargıya güvenin ilk hedefi olduğunu vurgulayarak, bu gerçeği ifade etti.
BÜYÜK ÇELİŞKİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemi, Avrupa Birliği standartlarında evrensel hukuka uygun niyetler içeriyordu. Ancak uygulamaya dönük söylemle eylem ve anayasal düzeyde söylemle mevcut hükümler arasında büyük çelişki vardı.
Eylemle söylem arasındaki çelişkiye örnek vermek gerekirse…
Cumhurbaşkanı’nın ifade özgürlüğünü yasal güvence altına almak vaadinde bulunmasından ve basın özgürlüğünü güçlendirdiklerini söylemesinden bir gün önce…
Gazeteci Kadri Gürsel’in ellerine kelepçe takıldı.
Aldığı cezanın gerektiği süre kadar daha önce cezaevinde kalan Gürsel’in, usul hukuku gereği savcılığa gitmesi ve tekrar denetimli olarak serbest bırakılması gerekiyordu. Öyle de oldu ama bu işlemi yaparken bile ellerine kelepçe takıldı.
Aynı gün gazeteci Sedef Kabaş, attığı twitler nedeniyle 11 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Keza eski Cumhuriyet gazetesi çalışanları 6 gazeteci bir aydan fazla süredir ikinci kez cezaevindeydi.
Cumhurbaşkanı’nın ifade ve basın özgürlüğüne yönelik söylemi, yargının uygulamalarıyla hiç uyuşmuyordu.
Ayrıca, yargının bağımsızlığından söz edilirken, Türkiye’de bir alt derece mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararını tanımadığına da şahit olduk.
Hukuki düzenleme çelişkisine gelince…
Cumhurbaşkanı, ifade özgürlüğünü yasal güvenceye alacaklarını vurguladı, basın özgürlüğünü güçlendirdiklerini söyledi…
Oysa ifade özgürlüğünün yeni bir yasal güvenceye ihtiyacı yoktur. Çünkü bu güvence zaten Anayasa’da var. Anayasa’nın 26. Maddesi ifade özgürlüğünü bireysel ve toplu şekilde kullanmayı güvence altına alıyor. Esasen başkaca bir düzenlemeye ihtiyaç yok.
Sorun hukuki düzenlemede değil uygulamada…
Basın özgürlüğü de öyle…
Anayasa’nın 28. Maddesi’ne göre basın hürdür ve sansür edilemez…
Anayasa’da ve ilgili yasalardaki hükümler yeterlidir.
Sorun uygulanmamasında…
İkinci çelişki burada.
Keza, Cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemi demokrasinin, hukuk devletinin temeli olan kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen rafa kaldırmış durumda.
Hal böyle olunca, Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı yargı reformu strateji belgesi, bir niyet mektubu gibi görünüyor.
Gazeteciler yazıp çizdiklerinden dolayı cezaevinde yattıkça, bu reform belgesinin bir niyetten öteye geçmesini beklemek için iyimser olmak gerekiyor.