Sermayenin geleceğini güvence altına almak için yoksul çocukların geleceğini ipotek etmek: MESEM'ler

 TÜRKİYE VE EĞİTİM HEPİMİZİN
Şahin Aybek yazdı: Sermayenin geleceğini güvence altına almak için yoksul çocukların geleceğini ipotek etmek: MESEM'ler

“Bugünün eğitim politikaları, geleceğin sınıf yapısını şimdiden belirliyor. MESEM’ler, sermayenin geleceğini güvence altına almak için yoksul çocukların geleceğini ipotek altına alan bir mekanizma olarak işliyor. Bugün sisteme dahil edilen bu "çocuk işçiler", yarının düşük ücretli, güvencesiz işgücü ordusunu oluşturacak. Özetle bu sistem, bugünden yarınları yok ediyor. “

Eğitimci yazar Sercan Çelik ile Mesleki Eğitim Merkezlerini konuştuk.

EKONOMİK KRİZ EĞİTİM ALANINI NASIL ETKİLİYOR?

Derinleşen ekonomik kriz ve kökleşen neoliberal politikalar, Türkiye’de eğitimi kamusal bir hak olmaktan çıkarıp, sınıfsal ayrımı keskinleştiren bir kast sistemine dönüştürüyor.

Gelir adaletsizliğinin uçuruma dönüştüğü bu dönemde, yoksul ailelerin çocukları için eğitim; ya niteliksizliğe mahkûmiyet ya da eğitimden kopuş anlamına geliyor. Ekonomik baskılar ailelerin tüm fertlerini çalışmaya zorlarken; kültür, sanat ve uzun vadeli hedefler geri plana itiliyor.

TÜİK verilerine göre üniversite mezunu her dört gençten birinin işsiz olması, son 20 yılda on kat artan mezun işsizliği tablosuyla birleşince, okumanın anlamsızlaştığı inancı güçleniyor. Bu durum eşitsizliklerin yarattığı dezavantajlarla birleşince yoksul ailelerin çocukları için küçük yaşta çalışmak dışında başka bir seçenek kalmıyor.

ÖZEL OKUL SAYILARINDAKİ ÇARPICI ARTIŞ NE ANLAMA GELİYOR?

Neoliberal politikalar, eğitimi bir hak olmaktan çıkarıp, zenginlerin satın aldığı bir ayrıcalık ve yatırım aracı haline getirmiştir.

Bu piyasalaşmanın en çarpıcı kanıtı, özel okul sayılarındaki patlamadır. Özel okul sayısı 24 yılda %1094 artmıştır. 2000’de her 100 okuldan 2’si özel iken, 2024’te her beş okuldan ikisi özel hale gelmiştir. Bu durum, devletin eğitimi adım adım piyasaya terk ettiğini net biçimde gösterir.

Devlet, GSYH’den eğitime ayırdığı payı düşürerek (2022’de %3,1’e), eğitim alanından çekiliyor. İstanbul gibi büyük şehirlerde özel lise oranlarının %68'e varmasıyla özel okul sayısı devlet okul sayısını geçmiş durumdadır. Bu piyasalaşmayla eğitim, eşitliği sağlayan değil, aksine eşitsizliği yeniden ve sistemli biçimde üreten bir mekanizma olarak işliyor.

MERKEZİ SINAV SİSTEMİ BU EŞİTSİZLİKTE NASIL BİR ROL OYNUYOR?

Merkezi sınav sistemi, sınıfsal eşitsizliği derinleştiren ve bu eşitsizliği meşrulaştıran bir işleyişe sahip. Görünürde "herkes aynı sınava giriyor" argümanıyla eşitlik yanılsaması yaratılsa da, aslında koşullardaki eşitsizlik görmezden geliniyor. Çalışma ortamları, kaynaklara erişim ve özel destek imkanları eşit olmayan öğrenciler, aynı sınavda eşitmiş gibi değerlendiriliyor.

Bu sistemin sonucu olarak, yoksul ailelerin çocuklarının eğitimden kopuşu, bir kader veya "kendi tercihi" gibi sunulmaya çalışılıyor. Eğitimin kültürel, sanatsal ve sosyal yönleri değersizleştirilip süreç yalnızca bir sertifika yarışına indirgeniyor. Yoksul çocuklara eğitimle statü değiştirmenin mümkün olmadığı mesajı veriliyor.

Varlıklı ailelerin çocukları özel okullarda sanat dersleri, kültürel etkinlikler, yabancı dil ve felsefe etkinlikleriyle eğitilirken; yoksul ailelerin çocuklarına sadece temel derslerin bir kısmının verilmesi yeterli görülüyor. Onlara, asıl meselenin para kazanmak olduğu anlatılarak eğitim ideali değersizleştiriyor. Bu söylem, yoksul çocukların eğitimden kopmasına neden oluyor ve onlara, paran yoksa ancak sermayenin ara elemanı olabilirsin deniliyor.

MESEM’LER BU SİSTEMİN NERESİNDE DURUYOR?

MESEM’ler (Mesleki Eğitim Merkezleri), sınıfsal ayrışma düzeninde kilit bir rol oynuyor ve çocuk işçiliğini eğitim adı altında meşrulaştıran bir yapı olarak öne çıkıyor. Varsıl ailelerin çocukları sanat atölyelerine yönlendirilirken, yoksul ailelerin çocukları sanayi atölyelerine yönlendiriliyor.

2016’da örgün eğitime dahil edilen bu sistem, çıraklık eğitiminin niteliğini dönüştürdü. Artık 14 yaşındaki çocuklar, haftanın dört günü iş yerinde fiilen çalışıyor ve sadece bir gün okulda bulunuyor. Eğitimi sermeyenin hizmetine sunan bu program, çocuk emeğini sömürmenin aracı olarak kullanılıyor. İşçilerin ücretlerinden kesilerek toplanan fonlardan (işsizlik fonu) finanse edilen bu program, o işçilerin çocuklarını sermaye için ucuz iş gücü olarak sisteme dahil ediliyor.

Özellikle üniversitelerin değersizleştirilmesi, geçim sıkıntısının her şeyin önüne geçmesi ve işsizlik kaygısının artması ile MEB’in yoğun propagandası, MESEM’lere kayıtları arttırdı. Yaklaşık 300 bini 18 yaşın altında olmak üzere toplam 1,5 milyon öğrenci MESEM’lere kayıtlıdır.

14 yaşındaki bir çocuğun haftada dört gün üretim hattında olması, pedagojik çöküşün göstergesidir ve açıkça insan hakları ihlalidir. Kaldı ki iş verenin insafına bırakılan çocukların, okula gitmeleri gerektiği tek günde ve hafta sonu da çalıştırıldığı, şiddete uğradığı, ücretsiz mesai yaptırıldığı, yapamayacağı riskli işler verildiği ve daha birçok şeyi tahmin etmek çok da zor değil. Bütün bunlar çocukları sadece eğitimden değil, hayattan da koparıyor. Sadece bu yıl 82 çocuk çalışırken hayatını yitirdi (İSİG), bunların 16’sı MESEM programına kayıtlı. Peki bu ölümlerin sorumlusu kim?

Bugünün eğitim politikaları, geleceğin sınıf yapısını şimdiden belirliyor. MESEM’ler, sermayenin geleceğini güvence altına almak için yoksul çocukların geleceğini ipotek altına alan bir mekanizma olarak işliyor. Bugün sisteme dahil edilen bu "çocuk işçiler", yarının düşük ücretli, güvencesiz işgücü ordusunu oluşturacak. Özetle bu sistem, bugünden yarınları yok ediyor.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

Eğitim Haberleri