İktidarın hazırladığı yeni seçim yasası nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontuyor.
Demokratik bir yarışı değil iktidarın seçimi nasıl kazanacağını düzenliyor.
Yeni yasa eşitler arasında bir yarış öngörmüyor.
Bakanlar hakkında seçim yasakları uygularken Cumhurbaşkanı hakkında uygulanmıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçim yasaklarının dışında. Seçim kampanyası boyunca cumhurbaşkanlığının bütün olanaklarını kullanabilecek.
Oysa sandık ortaya konulduğunda bütün liderler ve partiler eşit olur. İktidarda olan lidere veya partiye ayrıcalık tanınmaz.
Örneğin eski Türkiye’de seçim zamanı başbakan ve bakanlar devlet olanaklarını kullanamazdı. Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanları istifa eder yerlerine tarafsız isimler atanırdı.
Ak Parti iktidarı bu uygulamayı kaldırdı. Bu yetmiyormuş gibi yeni düzenlemede Cumhurbaşkanı’nın devlet olanaklarını kullanmasına da izin verdi. Oysa eski sistemde Başbakan da seçim kampanyasında devlet olanaklarını kullanmaz. Gideceği yere partisinin olanaklarıyla giderdi.
Bugünkü sistemde Cumhurbaşkanı aynı zamanda AK Parti Genel Başkanı. İki sıfatı birden taşıyor. Ancak, seçim kampanyasını cumhurbaşkanı olarak değil AK Parti Genel Başkanı olarak yürütmek zorunda. Çünkü cumhurbaşkanı olarak tarafsızlık yemini etmiş durumda. Bu nedenle seçim kampanyası sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan cumhurbaşkanı şapkasını çıkarmalı ve AK Parti Lideri şapkasıyla, partisinin olanaklarıyla kampanyayı yürütmeli.
Yeni yasanın bu düzenlemesi demokratik kurallara aykırıdır.
Yeni yasa açık biçimde haksızlık yapıyor ve diğer liderler karşısında cumhurbaşkanını kayırıyor.
Yeni yasanın dikkati çeken bir diğer düzenlemesi ilçe seçim kurullarının oluşturulması.
Yeni yasa eski yasada en kıdemli hakimin ilçe seçim kurulu başkanı olacağı hükmünü kaldırıyor, yerine seçim kurulu başkanının birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasında kura ile seçileceği hükmünü getiriyor.
Neden?
İktidar en kıdemli hakimden neden çekiniyor?
Eski sistemde ilçe seçim kurulu başkanının en kıdemli hakimden olmasının nedeni, bu konumdaki bir hakimin baskılara boyun eğmeyeceği, baskılar karşısında daha rahat direneceği, hukuk bilgisi birikimi ve deneyiminin daha yüksek olmasıydı.
İktidar daha özgür karar verebilecek kıdemli hakim yerine kurayla seçilmiş hakimin ilçe seçim kurulu başkanı olmasını istiyor. Bunun nedeni de AK Parti döneminde atanmış ve büyük çoğunluğu parti kökenli hakimlerin bulunması. Bu nedenle kurada seçilme şansları daha yüksek. İktidar seçim kurullarının da iktidarın etkisi altında olmasını istiyor ki itirazlar kurulda kendi lehine sonuçlansın.
Bu düzenleme de seçim güvenliği açısından önemli risk barındırıyor. Kura ile gelecek ilçe seçim kurulu başkanlarının en kıdemli hakim kadar bağımsız olmaları oldukça zor.
İktidar seçim kurullarına baskı yaparak sandıktan istediği sonucu alabilir mi?
Alamayacağı 2019 yerel seçiminde görüldü. Elle tutulur bir gerekçesi ve delili olmadan, Yüksek Seçim Kurulu, 31 Mart İstanbul yerel seçim sonucunu iptal etti. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını elinden aldı. Ancak 23 Haziran 2019 İstanbul yenileme seçiminde 13 bin oyla kaybettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı bu kez 803 bin oy farkla yeniden İmamoğlu’na teslim etti.
Bu da gösteriyor ki seçmen iktidarın seçim kurulları üzerinden yarattığı haksızlığı sineye çekiyor ve yanıtını çok daha sert veriyor.
İktidar seçim kurallarında aynı yöntemi kullanılırsa seçmenin tepkisi yine daha büyük olacaktır.
Yeni yasanın Millet İttifakı’ndaki küçük partileri Meclis dışında bırakmaya yönelik düzenlemesi ise aşılmayacak bir engel değil.
Milet İttifakı’nda olan veya ileride katılması muhtemel partiler ile CHP ve İYİ Parti bu engeli çok rahat aşacak formüller geliştireceklerdir.
Şimdiden birçok model tartışmaya açıldı bile.
Seçim yasayla değil sandıkla kazanılır.