“Bizden faiz artışı beklemeyin” diyen iktidar üzerinden 24 saat geçmeden faizi artırdı.
Ama ne kadar artırdığı belli değil.
O doların artışına bağlı.
Dolar ne kadar artarsa faiz de o kadar artacak.
İktidar “faiz artışı yok, düşürmeye devam edeceğiz” dedikten sonra dolar 18 lirayı geçince geri adım attı.
Adına “faiz artışı” demeden faizi artırma kararı aldı.
Aldığı karar şu:
“Bankada Türk lirası mevduatı alan vatandaşa vade sonunda ödenen faiz kur artışından az olursa aradaki farkı devlet ödeyecek.”
Bu ifade ödemeyi “hazinenin yapacağı şeklinde” algılandı.
Tabii, hazineden ödenmesi demek vatandaşın cebinden ödenmesi demekti. Buna kamuoyundan güçlü tepki geldi. Bankada tasarrufu bile olmayan yoksul vatandaş zenginin faizden kaybettiği parayı niye cebinden ödesin?
Gece yarısına doğru yayınlanan Merkez Bankası tebliğinde ise çok farklı bir durum ortaya çıktı.
Dolara endeksli faiz farkı sadece döviz hesaplarını Türk lirasına çevirenlere bir defaya mahsus ödenecekti. Ödemeyi Merkez Bankası yapacaktı. Bu tebliğe göre Türk lirası mevduatı olanlar faiz farkın ödemesinin dışında kalmış görünüyordu.
Sabah söylenenle akşam yayınlanan tebliğ birbirinden çok farklıydı.
Eğer düzenleme sadece döviz mevduatı olanların mevduatlarını Türk lirasına çevirmeleri halinde fark alacaklarsa, dağ fare doğurdu demekti.
Merkez Bankası tebliği ortalığı karıştırınca bu kez Bakan Nureddin Nebati bir açıklama yapı ve Türk lirası mevduat sahiplerinin de fark ödemesinden yararlanacaklarını söyledi.
Anlaşıldı ki dövizden dönenlere faiz farkını Merkez Bankası, zaten lira mevduatı olanların faiz farkını hazine ödeyecek.
Hazineden faiz farkı ödenmesi demek, ödemenin vatandaşın cebinden yapılacak demektir. Tıpkı geçmediği köprünün, uçmadığı havaalanının müteahhidine dolarla garanti ödediği gibi. Şimdi de bankada dövizi veya lirası olan zenginlerin faizden kaybettiği parayı dolar üzerinden vatandaş ödeyecek.
Aslında iktidar bu kadar dolambaçlı yola başvurmadan, faizi en az enflasyon kadar artırsaydı, piyasalarda bu kadar çalkantı olmazdı. Dolar bir günde yüzde 11 artıp, aynı günün gecesinde yüzde 11 düşmezdi. Piyasa istikrarlı olurdu.
Ama bunu yapmak yerine “faiz” demeden, kur farkı garantisiyle Türk lirasının faizi dolara endekslenmiş oldu. Doların artış oranı faiz oranı olarak kabul edildi.
24 saat içinde alınan birbirine zıt kararlar iktidarın ekonominin kurallarına uygun, üzerinde çalışılmış bir ekonomik programa ve modele sahip olmadığını gösteriyor.
Günübirlik kararlarla günü kurtarmaya çalışan, dün ak dediğine bugün kara diyen bir savrulma içinde. Oradan oraya sıçrayıp duruyor.
Son günlerde iktidarın ne yaptığına bakalım.
Faizi enflasyonun altına çekmeye karar verdi.
Faizi düşürünce dolar yükselmeye başladı. Dolar 8,5 liradan, 11 liraya, 13 liraya, 15 liraya çıktı. İktidar faizi düşürmeye devam edeceğini açıklayınca 18 liraya kadar yükseldi.
Bu süreçte “düşük faiz yüksek kur” politikası “Türk ekonomi modeli” olarak tanıtıldı ve ihracat patlamasıyla Türkiye’nin düze çıkacağı, refaha kavuşacağı savunuldu.
Daha önce Çin modeli denilen, “ucuz ürün, ucuz iş gücü”ne dayalı sistem “Türk modeli” olarak isimlendirildi.
Ancak modelin ömrü bir ay sürdü. Bu model, kararı alınan “kura endeksli faiz garantisi” modeli ile çökmüş oldu. Düşük faiz ve buna dayalı ihracat patlaması modeli rafa kaldırıldı.
Yerine “dolar garantili yüksek faiz” modeli geldi.
Para basılması ise enflasyon demekti.
Maliyet yine yoksul vatandaşın sırtına yükleniyordu.
Bu da alkışlanacak bir politika değildi.
“Faiz arttırmayacağım” derken, mevduat sahiplerine üst sınırı belli olmayacak şekilde faiz artışına garanti veren iktidar “düşük faiz politikasına ne oldu” sorusuna ne yanıt verecek?
“Yanlışı yanlışla düzeltmeye çalışmak” dışında vereceği bir yanıt yok.
Çünkü çözümü yanlış yerde arıyor.
Yapması gereken enflasyonu düşürmektir.
Enflasyon düşmeden faizlerin de dövizin de düşmesi mümkün değildir.