İktidar yargı eliyle CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı koydu.
Yakında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na da aynı yasağı koydurabilir. İmamoğlu’nun duruşması 1 Haziran’da yapılacak.
HDP hakkında açılan kapatma davası karar aşamasında.
HDP’nin kazandığı belediyelerin neredeyse tamamına yakını kayyımla yönetiliyor.
İki kez beraatle sonuçlanmış Gezi davası yeniden açılarak ağırlaştırılmış müebbet ve 18 yıl hapis cezalarıyla sonuçlandırıldı.
Eleştirmek cezalandırılıyor.
Mahkeme binasının önünde Gezi davası kararını eleştiren CHP’li Özgür Özel’in ve TİP’li Ahmet Şık’ın sözlerini yayınladılar diye Hak TV’ye, Tele-1’e, KRT’ye ağır para cezaları yağdırdılar.
Anayasasında “demokratik hukuk devleti” yazan Türkiye’de siyasetçilerin açıklamalarını yayınlamak suç haline getirildi.
Protesto yürüyüşü yapmak yasak.
Grev yapmak yasak.
Festival düzenlemek yasak.
Konser vermek yasak.
İktidar kendine muhalif her siyasi, toplumsal ve kültürel faaliyeti yasaklıyor.
Yasaklar ve mahkumiyet kararları ise hukuka aykırı.
Kaftancıoğlu’na 10 yıl önce attığı bir mesaj nedeniyle siyaset yasağı getirildi ve hapis cezası verildi. Sırada İmamoğlu var.
Bu hukuksuz kararlar gösteriyor ki iktidar yargıyı bir araç gibi kullanarak muhaliflerini devre dışı bırakıp seçim kazanmayı planlıyor.
Seçim yaklaştıkça ne tür yasaklar geleceğini de bilen yok.
Bilinen tek şey iktidarın seçimi kazanmak için her yolu deneyeceği.
Türkiye’yi 20 yılda getirdiği bugünkü koşullarla seçim kazanması mümkün değil.
Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla (3Y) mücadele edeceği vaadiyle işbaşına gelen iktidar üç alanda da dibe vurmuş durumda.
Türkiye, cumhuriyet tarihinin en yoksul dönemini yaşıyor. İktidarın toplumun belli kesimine sermaye aktaran ve makam dağıtan politikası orta sınıfı da yoksul hale getirdi. Yoksulluk hem geniş kitlelere yayıldı hem derinleşti.
Yolsuzluk iddiaları ise ayyuka çıkmış durumda. CHP milletvekilleri denetim raporlarına dayanarak hemen her gün yasaları hiçe sayan, kılıfına uydurulmuş ihaleleri açıklıyorlar. Savcıların kılı kıpırdamıyor.
Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar gün geçtikçe artıyor.
Yandaşlarına üç beş yerden maaş bağlayan iktidar aybaşını getiremeyen, geçinemeyen insanlara “halinize şükredin” diyor. Akşam evinde tencereyi kaynatabilmek için pazardan artık toplayan insanlar ortadayken, iktidar “konut alacaksanız ucuz kredi verelim” diyor.
“Seçim güvenliğini nasıl sağlarız” diye muhalefet partileri ilk kez ortak komisyon kurdular. Muhalefet partilerinin hiçbiri iktidarın yargı denetiminde demokratik bir seçim yapılacağına inanmıyor. Bu nedenle ortak komisyon kurarak sandıkları nasıl koruyacaklarını belirlemeye çalışıyorlar.
HDP’nin eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, cezaevinden gönderdiği mektupta Türkiye’nin en önemli sorununun demokrasiye yeniden ulaşabilmek olduğu mesajını veriyor. Bu amaca ulaşabilmek için de öncelikle sandık güvenliğinin sağlanması gerektiğine vurgu yapıyor. Bu güvenliği sağlamak için ittifakların içinde veya dışında tüm muhalefet partilerinin işbirliği yapmalarını öneriyor.
Türkiye’de sandık güvenliği konusu hiçbir zaman bu kadar tartışılmamıştı. Sandıkları korumak için muhalefet partileri sandık başında işbirliği çağrısı yapmamışlardı.
“Seçimi kaybetseler bile giderler mi” kaygısı dillendirilmemişti.
Seçmene ve sandığa silahlı grupların müdahale edebileceği korkusu hiç yaşanmamıştı.
Ana muhalefet partisi lideri bir “güvenlik” şirketinin kapısına dayanıp “seçim güvenliğini sarsacak herhangi bir şey olursa sorumlusu burasıdır” diye açıklama yapmak gereği duymamıştı.
Bütün bu gelişmeler iktidarın demokratik hukuk devletinden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor.