Seçime ayarlı saatli bomba tik tak tik tak geri sayımda.
Erkeni 2022, normali 2023. Yani iktidarın önünde çok zaman kalmadı.
Seçim yasası değişecek, sistem AKP'ye baraj MHP'ye göre düzenlenecek.
Şapka iyice bir kontrol edilip yeni tavşanlar aranacak. Kısmetimize artık yeni doğalgaz / petrol müjdesi mi çıkar yoksa OHAL'i meşru kılacak yeni bir savaş mı, bakılacak!
Bu arada mutlaka ve mutlaka medya ayıklanacak / temizlenecek / hizaya getirilecek.
Ayıptır söylemesi, Halk TV uzun süredir yandaş haber kanallarını toz yutturuyor. Başta medyanın en parlak, en cesur gençleri, programlarıyla reytingi her gün biraz daha yukarıya taşıyor.
Daha -ne demekse- yargılaması bile devam eden bir türkü yüzünden gelen ağır cezanın gerekçesi ne sanıyorsunuz!
Ağzımızdan çıkan her kelimenin Saray ve yandaş medya tarafından anında "cezalandırılması" boşuna mı!
Seçim yaklaştıkça hiç kuşkusuz tehdit / baskı / ceza daha da artacak. Hepimizin malumu!
Ne var ki, iktidar "mutlak bir iktidar" peşinde. Muhalif / sosyal, adına ne derseniz, karşısındaki televizyonları, gazeteleri, platformları tümden susturabilmenin yolunu arıyor.
"Batıdan fonlanan gazeteciler" tartışması işte tam da bu sırada patladı. Ya da patlatıldı!
Bir zamanlar Gülen tarafından, her daim Saray tarafından fonlanan "gazetecimsiler" de atağa kalktı.
Meğer kimi internet siteleri, platformları vs. yabancı fonlardan para alıyormuş. Alınca da yabancı / batı / elbette amerikancı yayınlar yapıyormuş. Ya da yapsa yeriymiş!
Bu son saldırı kampanyasında Ruşen Çakır ve kurucusu olduğu Medyascope öne çıktı.
Fonlar ve kaynakları, elbette konuşulmaya, tartışılmaya değer bir konu. Örneğin Sözcü'den Necati Doğru, YeniÇağ'dan Murat Ağırel gibi yazarlar "ne yandaş ne fondaş" diye tavırlarını açıkladılar.
Sırası mı? Bana göre hayır!
Herhangi bir fondan yararlanmakta bir sakınca var mı? Bana göre, kaynak açıklandığı ve gazetecilik faaliyeti de "bağımsız" yürüdüğü takdirde hayır!
Yine de dediğim gibi, konuşulup tartışılabilir.
Ama gazetecimsiler, konuşmaktan / tartışmaktan anlamadığı için doğrudan nükleer silah düğmesine bastı. Bombalarını başta Ruşen, bu çerçevede adı anılan gazetecilerin üzerine yolladı.
Hele içlerinde biri var ki... Sadece mesleki sınırları değil, haddini aştı. Ruşen'i belden aşağı vurmaya kalktı.
Sabah'ın, neye saldırdığından bihaber yeniyetme köşe yazarı Melih Altınok'tan söz ediyorum.
Ruşen'i vurmak için şöyle bir cümle kurdu:
"YÖK'ün dördüncü kuruluş yıldönümünde NOKTA dergisinin o efsane kapağı için soyunmuşluğu bile vardır."
Kusura bakmasın ama, insana sorarlar:
"O kapağa baktığın zaman gördüğün şey sahiden bu mu! 12 Eylül ürünü YÖK'e ve kurucusu Prof. İhsan Doğramacı'ya 'ARTIK YETER' denmesinin bir anlamı yok mu!"
Soru bile abes. Evren'i ölüm döşeğinde mahkum etmeyi "kahramanlık destanı" diye alkışlayan elbette anlayamaz.
NOKTA Dergisi'nin, darbecilerin henüz iş başında olduğu o zor günlerde -Melih Altınok'un da itiraf ettiği üzere- o EFSANE kapağı hazırlamasına akılları ermez. Neredeyse 35 yıl önceden "bugünlerin" öngörüldüğünü anlayamaz.
* * *
Sadece o kapak mı?
Aralarında Ruşen'in de olduğu bir ekiple hazırladığımız, yine 35 yıl önce bugünlere ışık tutan DİNCİ GENÇLİK kapağı..
12 Eylül'ün kudretli komutanlarından Tahsin Şahinkaya'nın "rüşvet alıp almadığını" soran / sorgulayan özel dosya..
Özal ailesini Lale Devri'nde tasvir eden o unutulmaz kapak..
Ve o günlerde Türkiye'yi ayağa kaldıran İŞKENCECİ POLİS itirafları!
Daha neler neler neler..
Ama İŞKENCECİ POLİS kapağından söz etmişken altını çizmeden olmaz
O kapakta da bir gencin çıplak bedeni yer alıyordu. Hadi, adını ben vermeyeyim.. O sırada NOKTA kadrosunda olan, köşedaşınız Haşmet Babaoğlu'na sorun. Hatırlamazsa, o ismin uzunca süre -bilmiyorum belki hala- SABAH grubunda görev yaptığını söyleyin.
Sonra bir de, Salih Memecan'ı hatırlatın. Hani yine SABAH grubunun bir zamanlarki kıymetlisi, baş karikatüristi Salih'i..
Neden mi?
Sadece YÖK kapağı değil, NOKTA'nın bütün kapakları Salih'ten sorulurdu, kapak kompozisyonları baştan sona ona aitti de ondan!
* * *
NOKTA Dergisi, 12 Eylül sonrasının o puslu yıllarında sadece "çılgın" bir patronun, sevgili Ercan Arıklı'nın ve bizlerin değil medyanın en özel tarihini yazdı!
İşlevi Saray'ı eleştirenleri eleştirmekten ibaret birbirinin kopyası yazılar da gün gelince medya tarihinde yerini alacak elbette.
Ancak utanç vesikası olarak.
Rüyalarında peygamber ile konuştuğunu iddia edip, küçücük aklıyla milyonları kandıran.. Medyası, siyasetçisiyle akla ziyan yalanları / masalları o milyonlara yutturan Fethullah Gülen'i hatırlarız da.. O yalanları milyonlara yayan, bir emekli vaizden efsane yaratan.. Bugün de Erdoğan'ı "dünya lideri" yapan kalemleri es geçeriz.
* * *
İktidarların, özellikle otokratların en büyük güvencesi "hafızasızlık" değil midir zaten!
Japonya'daki tüm edebiyat ödüllerini alan, dünyada da büyük ilgi toplayan "HAFIZA POLİSİ" bize unutmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyor.
Yazarı Yoko Ogawa, hayali bir adada yasaklanan / unutulan / unutturulan nesneleri.. Onların anılarını.. Ve ada sakinlerinin, HAFIZA POLİSİ korkusuyla unutmayı seçmesini anlatıyor.
Ancak roman distopyadan çok bir umut kaynağı gibi.. Zira, o adada unutmaya direnenler de var.
Yoko Ogawa hareket noktasını anlatırken, o direnişin "ruhunu" tasvir ediyor:
"Eğer bir insanın mal varlığı, mesleği ve onuru değil de, aslında o kişinin ayrılmaz parçası olan anıları elinden alınırsa ne olur... Bu düşünceyle başladım." (*)
* * *
Bugün bu topraklarda yapılan da bu. Geçmişi unutturmak ve "yeniden yazmak" istiyorlar.
Gülen'le nasıl elele yürüdüklerini.. Bu ülkenin Cumhuriyet tarihi boyunca var ettiği değerlerinin nasıl birer birer satıldığını.. Zenginle yoksul arasındaki farkın nasıl aşılmaz bir uçuruma dönüştürüldüğünü unutturmak istiyorlar.
128 milyar doların, Ruhsar Pekcan'ın, Suriye batağının, İkizdere'lerin hesabı sorulmasın istiyorlar.
Yanı sıra, gerçeği pekala bildikleri halde, kendilerinden yıllar yıllar önce yapılmış havalimanlarını, üniversiteleri, hastaneleri kendileri yapmış gibi.. Kendilerinden önce buzdolabı, fırın ve hatta "bardak" yokmuş gibi konuşabiliyorlar.
Sevgili Mustafa Hoş, kitaplarından birine boşuna "NeoTürkiye'nin panzehiri hafızadır" adını koymadı!
Hafızanızı silerlerse gerçekte Kurtuluş Savaşı'nın olmadığına da inandırırlar sizi, son 20 yılda ülkenin uçuşa geçtiğine de..
Medyanın, bizlerin giderek artan bir tehditle karşı karşıya olmamız bu yüzden. Bizi bu yüzden susturmak istiyorlar.
Biz HAFIZA BEKÇİLERİYİZ zira.
Hatırlarız, hatırlatırız.
Hatırlamak ve hatırlatmak için de bakacağımız yer Ruşen'in çıplak bedeni değil ÇIPLAK KRAL olur.
(*) Oksijen Gazetesi: 16-22 Temmuz - Nazlı Berivan Ak