Normal şartlar altında demokratik rejimlerde iktidarlar düzenli aralıklarla gerçekleşen seçimlerle değişir. Ekonomik ve sosyal hayatın sürdürülebilirliği de bu seçimlere bağlıdır. Böylece iktidar savaşları piyasa düzenini en az şekilde etkiler, piyasanın iplerini elinde tutan sermayedarlar bu sayede uzun vadeli planlara girişebilirler.
Ancak Türkiye’nin uzunca bir süredir ‘demokratik bir ülke olma iddiası’ zayıfladı. Bu durum her geçen gün daha da yaklaşan seçimlerin gerginliğini artırıyor. ‘Demokrasi kriterleri bu kadar aşağı düşmüş bir rejim, sağlıklı bir seçimle iktidarın değişmesini sağlayabilecek mi’ tedirginliği, 1950’den bu yana ilk kez yaşanıyor. Öte yandan seçime gireceği belli olan aktörlerin şartlarını ele aldığımızda gerilimin daha da tırmanması kaçınılmaz.
İki testiden biri kırılacak
Öncelikle muhalefeti ele alalım. Önümüzdeki seçimleri Erdoğan’ın kazanması halinde bugün muhalefetin ana omurgasını oluşturan liderlerin siyasi kariyeri büyük bir hüsranla sona erecek. Tarih mahkemesinde de acımasızca yargılanacaklar ve tarih onlara hoyratça davranacak. Sadece muhalif liderler değil, liderlerin kurmaylarının da siyasi kariyeri onarılmaz bir yara alacak. Üstelik gerginlik bu safhadayken, muhalefetteki kurmayların seçimi kaybetmeleri halinde akıbetleri hakkında daha kötümser senaryolar da yazılabilir.
İktidar cephesini ele alalım. Bu cephenin kaybetmeye tahammülü çok daha az. 19 yıllık iktidarın sonunda, yeniden tesis edilecek bir müesses nizam, sadece siyasetçileri değil, bir siyasetçiden farksız hale gelen bürokrasinin önemli koltuklarını da denklem dışına çıkaracak. Yargının üzerindeki baskının kalkmasıyla uzun yıllar konuşulacak yolsuzluk davaları gündemimize girecek. Bu davalar mutlaka Erdoğan’a da uzanacak. Rejimin kurucu aktörü Erdoğan’ın yetkileri tümüyle yok olacak, siyasi kariyeri muhtemelen bitecek.
Dolayısıyla seçimli bir iktidar değişiminin ardından yaşanacaklar, normal demokrasilerin deneyimlediği şekilde olmayacak. Bu haliyle düşünürsek, tarihimizde daha gergin bir seçim kayda geçirilmedi. İşte bu tarihi olaya yaklaşık 1,5 yıl kaldı!
Muhalefetin güçlükleri stres kaynağı
Muhalefet güçleri, zihinlerini iktidara hazırlamaya başlamış durumda. Fakat ülkenin karamsar tablosuna rağmen, muhalefet oylarında sert bir artış gözlenemiyor. Öte yandan, iktidarın el değiştirmesi halinde ekonomik ve sosyal yapının tamiri gibi zor bir görevle karşı karşıya kalacaklar. İktidar koltuğuna oturacak yeni aktörlerin yolculuğu engellerle dolu olacak. Her şeyden önce, Erdoğan’ın kurduğu yeni bir devlet aygıtının başına geçecekler ve bu aygıtın onlarla uyumlu çalışmasını umacaklar... Bu aygıtın iplerinin, yurtsever insanlardan çok ideolojik saplantıları olan partizanlar tarafından tutulduğunu vurgulamak gerekir.
İktidarın krizi giderek derinleşiyor
İktidar güçleri ise bu cendereden kurtulmanın yollarını arıyor. Toplumsal desteğin her geçen gün zayıflamasıyla birlikte, taraf değiştiren pragmatistlerin sayısı artıyor. İktidar giderek artan oranda kan kaybediyor. İktidar güçlerinin liderliği sorgulanmayan ismi Erdoğan, bu olumsuz gidişatı değiştirmek için kayda değer bir performans ortaya koyabilmiş değil. Hem MHP hem de AKP liderliğini sorgulayan parti içi klikler şimdiden görünür olmaya başlamış durumda. AKP içinde Süleyman Soylu’dan Abdülhamit Gül’e kadar uzanan geniş bir yelpazede çeşitli güç kümeleşmeleri yaşanıyor.
Öznenin seçim olduğu böylesi bir gerginliğin altından hiçbir sistem kolay kolay kalkamaz. Bir tarafta sistemin siyasi partileri, diğer tarafta partilerden birinin hakim olduğu devlet mekanizması, bir diğer tarafta karpuz gibi ikiye bölünmüş halk kesimleri. Hepsinin ötesinde birbiriyle çatışma halinde TÜSİAD ve TOBB gibi sermaye çevreleri… Bu haliyle Türkiye, uçurumun kenarında, Erdoğan ise iktidarını devam ettirme telaşında. Ancak seçimler ilk kez Erdoğan’ın sarılacağı bir can simidi değil.
Erdoğan denklem dışına çıkmak isteyebilir
O halde kritik soru şu; Erdoğan’ın iktidarını devam ettirebilmek için ‘2023’te rakibiyle yarışarak iktidarını sürdürme’ dışındaki seçenekler neler? İçinde antidemokratik yolların da bulunduğu çeşitli teoriler üretmek, bu teorileri İstanbul Belediyesi Seçimleri veya 7 Haziran-1 Kasım süreci gibi dayanaklarla güçlendirmek mümkün. Bu teori, açık açık tartışılmasa da kamuoyunun endişe beslediği önemli başlıklardan biri. Ancak şunu da kabul etmek gerekir; Ne iktidar ne de muhalefet böyle bir yöntemi arzu edecektir. İkisi için de sürdürülebilir olmayan, sonu hüsranla bitecek irrasyonel bir yol bu. Bu nedenle olasılıklar içinde en son tartışılacak olan yöntemden bahsediyoruz. Aslında odada üzerine konuşmaya kimsenin cesaret edemediği bir beyaz fil duruyor. Belli ki uzun süre daha bu beyaz filin varlığı hepimizi tedirgin etmeye devam edecek…
Erdoğan’ın iktidarının devam ettirebilmek için ‘2023’te halkın önüne konacak sandıkta rakibiyle yarışma’ dışındaki diğer seçenek ise yabana atılır cinsten değil. Bu seçeneğe bir ad vermek şart olsaydı ona ‘Pazarlık’ demek gerekirdi. İmkansız gibi görünen ancak iktidar ve muhalefetin kısıtlarını düşündüğümüzde diğer seçeneklerden daha mümkün görünen bir seçenek bu.
An itibariyle, Türkiye’deki saflaşma katiyen değiştirilemez. Siyaseti domine eden aktör Erdoğan. Muhalefette bir araya gelen ve Erdoğan’ın karşısında konumlanan 6 parti ve HDP, mevcut tablo içinde konumlarını değiştirmez. Zaten değiştirse bile, parti tabanları peşlerine takılmaz. Dolayısıyla siyasi rüşvetlerle saf değiştirme dönemi de geride kaldı. Ancak bu önerme Erdoğan’ın mevcut konumunu koruma şartıyla geçerlidir. Erdoğan’ın şu andaki konumunu değiştirmesi halinde doğal olarak yepyeni bir denklem kurulacaktır. Peki ne gibi bir konum değiştirme?
Erdoğan, bir süredir yeni bir anayasa tartışmasını gündemde tutuyor. Gazeteciler, tartışmanın başlarında bunu bir gündem değiştirme çabası olarak yorumladı. Zaten Meclis’te bırakın anayasayı geçirmeyi referanduma götürmek için bile gereken 360 milletvekili Cumhur İttifakı’nda bulunmuyordu. Dolayısıyla anayasanın Meclis’ten geçmesi için muhalefetin desteği şart. Bunu Erdoğan bilmiyor mu? Elbette biliyor…
O halde anayasa tartışmasını ısrarla sürdürmenin arka planında aynı zamanda muhalefete dönük pazarlık çağrısı yatıyor. Evet, yönetme biçimi bunu açık açık ifade etmesine müsaade etmiyor ama anayasa tartışmasını gündeme her getirdiğinde Erdoğan’ın ‘Gelin oturalım’ dediğini bilelim. Meclis’in açılış konuşmasında Erdoğan’ın sarf ettiği şu sözleri bir de bu gözle okuyalım;
“Bir süre önce gündeme getirdiğimiz ülkemize tarihimizde ilk defa doğrudan milli iradenin eliyle yeni bir anayasa kazandırma teklifimizin de Meclisimiz tarafından başarıyla hayata geçirileceğini ümit ediyorum.
Meclisimizin mümkün olursa tamamının uzlaşmasıyla hazırlanacak bir yeni anayasa milletimize vereceğimiz en güzel 2023 hediyesi olacaktır. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan partilerin yeni Anayasa tekliflerini en kısa sürede kamuoyuyla paylaşmalarını bekliyoruz. Biz seferle mükellef olduğumuz inancıyla bu girişimi başlattık, hazırlıklarımızı yapıyoruz, neticede karar ve takdir yüce Meclisindir.”
Henüz 2017 yılında önemli değişikliklerle referandumdan geçmiş bir anayasa… Bu anayasaya göre ülkeyi 3,5 yıldır yöneten Erdoğan… Krizler, kısıtlar, imkanlar… Şimdi yeniden anayasa tartışması!
Muhalefetin 6 partisinin ise üzerinde uzlaştığı ve ısrarcı olduğu tek konu var; partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanlığı. Bunu Erdoğan kabul eder mi? Yukarıda bahsettiğim kısıtlar göz önüne alınırsa, Erdoğan en azından bunu konuşabilir. Oylardaki erime devam ederse kabul de edebilir. Amaç iktidarın güvence altına alınmasıdır.
İmkansız gibi görmenin hata sayılacağı senaryo
Senaryo şu; 2022’de muhalefet, anayasa gündemiyle pazarlık masasına oturtulur. Cumhurbaşkanının yetkileri bu pazarlık sonucu kırpılabildiği ölçüde kırpılır. Bunun yanında başbakanlık yeniden tesis edilir. Yürütme erki, eskiden olduğuna benzer biçimde cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından temsil olunur. Günün sonunda ortaya çıkacak taslak, muhalefet güçlerini bölebilecek kadar kafa karışıklığı yaratabilir. Sonuç itibariyle partisiz bir cumhurbaşkanlığı Meclis’te kabul edilebilir. Erdoğan da buna onay verir.
Sıra geldi Erdoğan’ın seçilmesine… Cumhurbaşkanlığı seçimi ya salt çoğunluğun Cumhur İttifakı’nda olduğu Meclis’e bırakılır ya da 1982’de olduğu gibi Cumhurbaşkanının Erdoğan olacağına ilişkin bir ek maddeyle referanduma gidilir. Her ikisinde de muhalefet güçleri Erdoğan’a hayır dese bile, Erdoğan istediğini alacaktır. Her iki seçenekte de Erdoğan herhangi biriyle yarışmaz. Sürecin sonunda yetkileri tümüyle budanmış bir Erdoğan, 5 veya 7 yıl gibi süre daha cumhurbaşkanı seçilir ve denklem dışında kalır.
Gelelim muhalefete… Erdoğan’ın denklem dışı kalmasının ardından yapılacak genel seçimlerde muhalefet rahat rahat hükümet kurabileceği oy oranına ulaşır. Zira başında Erdoğan’ın bulunmadığı bir AKP, katiyen seçimleri kazanamaz. Başbakan ve bakanlar kurulu bugünkü muhalefet partileri tarafından belirlenir. Hükümet muhalefete geçer, cumhurbaşkanlığı koltuğunda Erdoğan oturmaya devam eder.
Böyle olursa “iyi/kötü olur” diyecek durumda değilim. Ancak, yakın zamanda AKP anayasa taslağını Meclis’e getirecek. Muhalefetten her kim komisyona temsilci gönderip, AKP’yle pazarlığa oturursa, bilelim ki bu senaryonun çarkları dönmeye başlamıştır.