Ayşenur Arslan
Suriye’de sonun başlangıcı, tarihin canlı yayın şovu gibiydi. Nelere tanık olduk.. Neler duyduk.. Nelere inanamadık..
İşte o ilk günlerden aklımda kalan / kalacak en ilginç ekran vakasına Ahmet Hakan imza attı. Aslında sonraki günlerin kareleri olmasa çok da üzerinde durmazdım da.. Birleşince “tevafuk” denilen kavram somutlaştı!
Şöyle: Ahmet Hakan ekranda.. Stüdyoya birkaç “bilen” davet etmişler. Suriye’yi konuşuyorlar. Derken Ahmet Hakan birden sinirlenip “tamam, tamam biliyoruz” diye bağırınıyor. Kime, niye anlamıyoruz tabii. O da bunun farkında olduğu için açıklama ihtiyacı duyuyor.
Meğer Ahmet Hakan her HTŞ dediğinde rejideki editör kulaklığına “terör örgütü” hatırlatmasında bulunuyormuş. O da buna sinirlenmiş. “Biliyoruz.. Kaç kere söyledik.. Her defasında tekrar edecek miyiz!!”
Çok değil üç veya dört gün sonra, Saray’ın eski sözcüsü, bugünün MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı, Şam’da Colani ile “KANKA” hallerinde görünce “CNNTürk editörünün bildiğini Kalın bilmiyor olabilir mi” diye düşündüm. Söz konusu olamaz elbette. Ama belli ki terör listesinin hükmü kalmamış. Verdiği görüntü, HTŞ’nin yakın zaman öncesinde askerlerimizi yakarak öldürengillerden olduğunu hatırlatacakmış, tepkiye neden olacakmış, umursamıyor.
*. *. *
11 Mart 2015 günü beni terör propagandası iddiasıyla yargılayacak ve hatta bunu layıkıyla yapabilmek için HTŞ, IŞİD, PKK ile bağlantım olup olmadığını araştıracak olan Türkiye, istihbarat teşkilatının başındaki ismi başbaşa Şam’ı turlarken seyrediyor.
Hani filmlerde çok sık karşınıza çıkar. İlerleyen dakikalarda size çok şey anlatacağının işaretini veren ama o anda anlamlandıramadığınız sahnelere tanık olursunuz. Lambanın içine sıkışmış bir sinek.. Gökyüzüne süzülen bir balon.. Taşın kenarından fışkırmış bir çiçek falan.. Önce mana veremezsiniz.. Ama sonra.. Klişeler, simgeler film bitmeden mesajını veriverir!
Suriye filmi de uğraşsanız denk gelmeyecek sahnelerle öyle aktı, akıyor.
Mesela:
* *. *
Sevgili Nevşin Mengü (bu arada çok geçmiş olsun, bir röportajı nedeniyle gözaltına alınıp bırakıldı) Şam’dan yazdığı izlenimlerde şu cümleyi kurdu: “3 gündür Suriye’deyim, kimse bana başını ört falan demedi.” Benzer cümleyi ekranların yeni kuşak temsilcilerinden Kübra Par’dan da duyunca içi rahatlayanlar olmuştur herhalde!
Gerçi Nevşin İran tecrübesini bilen bir gazeteci olarak, üç günde.. Üstelik Türkiye’den gelmiş bir gazeteciye zaten bunun söylenemeyeceğine akıl erdirmiş olmalıydı. İran’da kadınların kamudan nasıl tasfiye edildiğini ve sonraki yıllarda nelere maruz kaldığını bilmeliydi.
Bilmiyor idiyse bile, SURİYE FİLMİ daha ilk dakikalarda sonunu gösterdi.
Sakalını düzeltip kendi çapında şık giyinince kafanın değişmeyeceğini, Colani’nin bir müdahalesi ile anladık.
Beyefendi, Şam sokaklarında boy gösteriyor.. Derken karşısına genç bir grup çıkıyor. Grupta yaşı olsun olsun 17-18, bir genç kız “tabii ki anında dikkatini çekiyor” ve eliyle “başını ört” diye uyarıyor. Kızcağız da şaşkınlık ve utanma ifadeleriyle Allah bullak başını örtüyor.
*. *. *
Bazen dinlerin, sadece ve sadece kadınları köleleştirmek için var olduğunu düşünüyorum.
Bakmayın “cennet anaların ayağının altındadır” demelerine.. Rivayetler, Muhammed peygamberin Miraç’ta cehenneme bir göz attığını.. Ve cehennemin nüfusunun çoğunlukla kadınlardan oluştuğunu anlatır.
Bizim televaizlere bakılırsa, kadınlar ya seks kölesi olmalıdır.. Ya da dört duvar arasında mümkünse kocasına bile görünmeden yaşamalıdır.
Ünlü ilahiyatçı Mustafa Öztürk bir kitap yazdı: “İSLAM KÜLTÜRÜNÜN YUMUŞAK KARNI KADIN” başlığını attığı kitabında kadının tarihini anlattı.
Örnekler doğal olarak yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesinden.
Oysa BUGÜN Afganistan’da, yanı başımızdaki İran’da ve maalesef artık Suriye’de yaşanıyor, yaşanacak.
Türkiye kuşkusuz Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde oralarda değil.
Ancak antropolog ve (gerçek anlamda) araştırmacı gazeteci Filiz Gazi “GÖRÜNMEYEN CEMAAT MÜRİDELER” kitabında bize “çok da rahat olmayın” diyor:
“Son 20 yılda günden güne dozunu artırarak rengini belli eden kadına şiddetteki yargı kararları, sübyan mekteplerinden liselere kadar okulların imam-hatipleştirilmesi, yaygın medyadaki içerik değişimi ve kamusal söylemde tutuculuğun baskın hale getirilip halkın tüm kesimlerinde söylem dışına çıkmanın zımnen yasaklanması gibi envai çeşit değişime müdahale edecek hem kurumsal hem de toplumsal engeller yıllar içinde işlevsiz hale getirildi.”
*. *. *
Bence dönüp bir daha okuyun Filiz Gazi’nin tespitini. Diyor ki, Cumhuriyet’i, kadın haklarını ve hatta yaşamını koruyacak kurumsal (yasal vs) ve toplumsal bariyerler havaya uçuruldu. Ülkeyi dinci akla teslim etmeyecek mekanizmalarımız yok olmadıysa da zayıflatıldı.
Colani’nin onca kaosun ortasında gencecik bir kızın saçlarını fark etmiş ve müdahale etmiş olması sıradan bir olay değildir. Dinci / şeriatçı ideolojiler “önce ve hep” kadınla uğraşır.
Memleketin “kuran Müslümanlığı diye bir şey olmaz. Şeyhi olmayanın şeytanı olur diye” tarikatlara teslim edilmesi boşuna değil.
O tarikatlardan birine mahkum edilmiş bir kadının, yine Filiz Gazi’nin kitabından alıntıladığım sözleri, toplumsal dizaynın boyutlarını veriyor:
“Yıllar önce katıldığım cemaatte şunu söylediler: Cennete kavuşmak için mürşide ihtiyacın var. Ama tam teslim olmazsan istersen 50 yıl kal, hedefe ulaşamazsın. Onun için, ölünün yıkayıcıya teslim olduğu gibi teslim olacaksın.”
*. *. *
Ekranlardaki “yüksek politika” konuşulan programlara ve Saray’ın kalemşörlerine bakınca içim bulanıyor doğrusu.
Türkiye Suriye’nin imarı için en güçlü adaymış.. Yani içerde ye ye bitiremeyen müteahhitlere yeni ve ballı bir kapı açılacakmış.
HTŞ demokrasi getirmeliymiş.. İnşallah maşallah getirmesi için Türkiye de elinden geleni ardına koymazmış..
Peki ya Türkiye’nin demokrasi karnesi? Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Amor, son gelişmeleri değerlendirdiği ziyaretinde sözünü sakınmadı: “Türkiye’de demokratik standartlara baktığımızda tam bir FELAKET olduğunu söyleyebiliriz.”
*. *. *
Erdoğan’ın demokrasiden ne anladığını biliyoruz. Sünni mezhep iş başında bulunacak. Türkiye’de kendisinin, Suriye’de de HTŞ’nin izin verdiği kadar basın, ifade özgürlüğü falan olacak.
Her iki ülkede de yüksek politik nutuklar atılırken yoksullar daha da yoksullaşacak. Kadınlar şeriatçı kafaların karanlık dünyalarına hapsedilecek.
Çocuklar geleceklerini kaybedecek!