Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan on yıldır Mısır Devlet Başkanı Sisi’yi tanımıyordu.
Bir askeri darbeyle Mısır’da iktidarı eline alan Sisi’yle asla bir araya gelmeyeceğini her fırsatta vurguluyordu. Erdoğan, Sisi’nin “darbeci, zalim ve katil” olduğunu da söylüyordu.
Bu sert ve kararlı tutumuna karşın Erdoğan, Katar’da dünya futbol şampiyonasının ilk gününde Sisi’yle tokalaştı ve samimi bir fotoğraf verdi.
Katar’a gitmeden önce, Endonezya gezisinden döndükten sonra, yine on yıldır tanımadığı Suriye Devlet Başkanı Esad’la görüşebileceğini, 2023 seçimlerinden sonra Suriye ile “silbaştan” ilişki kurulabileceğini söyledi.
Erdoğan, Suriye içsavaşı çıktıktan sonra Esad’ı da “zalim ve katil” ilân etmişti. 2013 yılında iktidar, Esad’ın günlerinin sayılı olduğunu, birkaç hafta içinde devrileceğini de duyurmuştu. İktidar mensupları kısa sürede Emevi camiinde namaz kılmaya gideceklerini de ilân etmişlerdi.
Esad devrilmedi.
İçlerinden bazılarını Türkiye’nin de desteklediği İslamcı radikal gruplar Esad’la savaşı kaybettiler ve Türkiye sınırında, İdlip’te toplandılar.
Şimdi Erdoğan, Sisi gibi Esad’la silbaştan ilişkiden söz edebiliyor.
Bu durumda sormak gerekir:
Ne değişti?
Ne değişti de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sisi ve Esad’la ilişkileri normalleştirmek istiyor?
Sisi hâlâ darbeci değil mi?
Zalim değil mi?
Sisi Mısır iç politikasında veya Türkiye’ye yaklaşımında olumlu yönde bir politika değişikliğine mi gitti?
Bu soruların tümünün yanıtı “hayır”dır.
Elbette Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması esas olmalıdır. Mısır’la da Suriye’yle de, İsrail’le de, Irak’la da, İran’la da.
Ancak AK Parti iktidarı bunu esas almadı.
Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesini pasif bulduğunu açıkladı ve pro-aktif dış politikaya geçeceğini ilan etti. Bu politikasının sonucunda Suriye, Mısır ve İsrail ilişkilerini bozdu.
Sonuçta bölgede yalnız kalan Türkiye oldu. Hatta bu durumu iktidar “değerli yalnızlık” diyerek olumlu bir durummuş gibi kamuoyuna aktardı.
Şimdi ise Sisi’yle ve Esad’la iyi ilişkiler kurmak istiyor.
Tabii burada geçen on senede Türkiye’nin ödediği bedeli anımsatmak ve “madem on sene sonra barışılacaktı, on yıldır neden ağır bir maliyet ödendi” sorusunu da sormak gerekir.
Türkiye’nin Sisi’yi reddetmesinden sonra Türkiye Doğu Akdeniz’deki doğal kaynak arama-çıkarma faaliyetlerinin dışında kaldı.
Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında Türkiye’ye karşı işbirliği gelişti.
Mısır’la ticaret ilişki kesildi.
Mısır, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Akdeniz’de ortak askeri tatbikat yaptılar.
Türkiye Akdeniz’de doğal gaz ve petrol aramalarına başlamıştı, bunu durdurmak zorunda kaldı. Arama gemileri limanlara çekildi.
Suriye’de Esad karşıtı güçleri destekleyen, Müslüman Kardeşler çizgisinde bir iktidar oluşmasını arzu eden Türkiye bir sonuç alamadı.
ABD, Suriye’nin kuzeyine yerleşti, petrol kaynaklarına el koydu ve PKK’ya bir devletçik kurdu. Binlerce TIR silah ve mühimmat verdi. PKK-YPG’lileri askeri olarak eğitti, mezuniyet törenlerine ABD’li generaller katıldı.
Rusya da Suriye’nin güneyine yerleşti. Suriye hava sahasını kontrolüne aldı. Güneydeki doğal kaynakları işletmeye başladı.
Türkiye ise milyonlarca Suriyeliyi ülkeye aldı. Yüzbinlercesinin Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında bakımlarını üstlenerek milyonlarca dolar harcamaya başladı.
Aynı şekilde Türkiye’deki Suriyeliler için yılda 60 milyar dolar harcandığı duyuruldu.
Türkiye’deki Suriyelilere maddi yardım yapılıyor bedava sağlık hizmeti veriliyor, işyeri açanlardan vergi alınmıyor.
Suriye nüfusunun neredeyse yarısına Türkiye bakıyor. Bu harcamalar Türkiye ekonomisindeki krizi besleyen önemli bir faktör haline geldi.
İktidarın şu haklı soruya yanıt vermesi gerekiyor:
“Madem sonuçta barışacaktık, on yıldır bu faturayı niye ödedik?”