Demokrasilerde seçmen siyasi partilerin bazılarını iktidar bazılarını da muhalefet yapar.
Bir sonraki seçimde iktidar yaptığını muhalefet, muhalefet yaptığını da iktidar yapabilir.
Demokrasi böyle çalışır.
Siyasi partiler de bu yarışa, bu sisteme başından rıza göstererek girerler.
Sandıktan bazen iktidar bazen muhalefet olarak çıkarlar ve sandık sonucunu kabul ederler.
Bu nedenle gerçek muhalefet sadece demokrasilerde vardır.
Eğer bir rejimde muhalefet yoksa veya büyük baskı ve tehdit altındaysa ya da göstermelik bir muhalefet varsa o rejime demokrasi denilemez.
Demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulu daha vardır:
Güçler ayrılığı ilkesi ve özgür basın.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulları açısından baktığımızda Türk demokrasinin hızla eksildiği görülüyor.
Medyanın çok büyük bir kısmı iktidarın kontrolü altında. Küçük bir parçası çok zor koşullar altında özgür gazetecilik yapmaya çalışıyor. Bu çabayı gösteren gazete ve televizyonlara iktidar sürekli ceza kesiliyor. Ekran kapattırılıyor.
Güçler ayrılığı ilkesi fiilen çalışmıyor. Yasama ve yargı organları, yürütme organının devamı gibi çalışıyor.
Bunlar yetmezmiş gibi muhalefet partileri de büyük baskı altında tutuluyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik suikast girişimi, ardından bir şehit cenazesinde linç edilmeye çalışılması. Linç girişiminin görüntülerinin iktidar partisinin grup toplantısında tekrar gösterilmesi. PKK’lı, terörist, hain ilân edilmesi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in yurt gezilerinde saldırıya uğraması. “Bu daha bir şey değil, daha neler olacak” tehditlerine maruz kalması.
HDP’ye kapatılma davası açılması.
Bütün bunları topladığınızda, Türkiye’de muhalefetin ne kadar ağır bir baskı ve risk altında görevini yapmaya çalıştığı çok net biçimde anlaşılır.
Muhalefetin, iktidar tarafından, sürekli olarak PKK’lı, terörist, hain, gayri milli sıfatlarıyla yaftalanması, linç girişiminin gösterilmesi ve bunun halkın demokratik tepkisi olarak sunulması, saldırganın kahraman haline getirilmesi, hukukun çalışmaması demokratik sistemin kurallarına aykırıdır.
Muhalefete “iktidara talip olmaktan vazgeçin,” diye seslenmek, “bunlara ülkeyi teslim edemeyiz” türü açıklamalar da demokratik işleyişe uygun değil.
Bu yetmiyormuş gibi iktidara yakın kalemlerin, “Bir bakmışsınız CHP kapatılmış” diyerek niyetlerini açığa vurmaları. Bu da yetmezmiş gibi ertesi gün, bir liste yapılıp sürgüne gönderilmesinden söz ederek işi biraz daha ileri götürmeleri. Gelen büyük tepki üzerine de “ben fantezi yapmıştım, ciddiye almayın” diyerek geri adım atmaları.
Bütün bunların ortaya koyduğu iki gerçek var:
İktidarın önümüzdeki seçimi kaybetme kaygısı çok yüksek.
Bu nedenle iktidar, muhalefet partileri üzerinde çok ağır bir baskı uyguluyor ve her fırsat ve yöntemle tehdit yağdırıyor.
“Fanteziydi” diyerek geri adım atılmış olmasına karşın, CHP’nin kapatılması niyetini gündeme getirip nabız yoklanması, iktidarda kalmak için her yola başvurulabileceğini düşündürüyor. Bu ve benzeri tehditler, baskılar “bunlar seçimi kaybetse bile gitmezler” algısını güçlendirmeye yönelik çabalar. Böyle bir beklentinin oluşması belki de muhalefet partilerini destekleyecek seçmenlerin korkutularak sandıktan kaçırılması amacı taşıyor.
Hangi amacı taşırsa taşısın, bu çabaların demokraside yeri yoktur.
CHP, 12 Eylül döneminde diğer partilerle birlikte kapatıldı.
Liderler 12 Eylül döneminde tutuklandı, cezaevine gönderildi.
Ancak halk 12 Eylül’ün bu uygulamalarını tersine çevirdi.
Liderler siyaset yapma hakkını geri aldı, siyasi partiler yeniden açıldı.
Cezaevine atılan liderler ise cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcısı olarak görev aldılar.
Bunlar yaşanmamış gibi CHP’nin kapatılmasından, bazı isimlerin sürgüne gönderilmesinden söz etmek “fanteziydi” denilse bile bir niyet beyanıdır, bir yoklamadır.
Muhalefetsiz demokrasi, kumandalı demokrasi isteğidir.