Kamuoyu yoklamaları tam tersini göstermesine rağmen Rishi Sunak bir sürpriz yapar mı acaba diye düşünmedim değil doğrusu. İngiltere’nin özellikle iç politikada ABD’yi takip/taklit ettiği bilinir. Amerika bir siyahı başkan seçtiğine göre İngiltere de bir Asyalıyı Başbakan seçebilirdi pek ala. Bu yüzden öyle düşünmüştüm. Ama olmadı.
Asyalıyı kabul etmek
Bunun bir kaç nedeni var tabii. Her ne kadar hatırı sayılır bir destekçisi olsa da esmer tenli bir Başbakan seçecek kadar “ılımlılaşmış” bir parti değil Muhafazakar Parti. Diğeri de Sunak’ın, Boris Johnson’un tersine örneğin Çin’le yakınlaşmayı savunuyor olmasıdır. Başka nedenlerle beraber özellikle bu ikisi, yarışı son ana kadar fena götürmeyen Sunak'ın kaybetmesinde etkilidir. Liz Truss’ın seçilmesi de sürpriz olmamıştır elbette.
Güven vermiyor
Önce şunu belirtelim; bu seçimin ne kadar demokratik olduğu, halkın tercihini ne kadar yansıttığı tartışmalı. Johnson’u olduğu gibi Truss’ı da İngiltere halkı hatta Muhafazakâr Parti’nin tüm seçmeni seçmiş değil. Muhafazakâr Parti’nin iktidara geldiği günden bu yana seçmenin tercihi değişmiş de olabilir. Yani Truss halk desteğinden yoksun parti içi seçimle Başbakan olmuş biridir. Demokratik gelenekler uyarınca ülkeyi erken seçime götürerek “halkın seçtiği” bir Başbakan da olabilir. Ancak kazanacağı garantisini olmadığı bir seçimi neden yapsın? Seçileceğinin belli olacağı saate çok az kala YouGov anket firmasının kamuoyu araştırmasına göre, Truss’ın iyi bir başbakan olacağına inananların oranı sadece yüzde 12’yi buluyor. Yani bugün seçim olsa kazanamayacağı kesin.
Truss’a neden güvenilmiyor? Halkın gözünde Margaret Thatcher’ın kötü bir kopyası öncelikle. Onun ses tonunu taklit ettiği, beden dilini Thatcher’ınkine benzettiği de biliniyor. Bu nedenle alay konusu olduğu da. Sadece bunlardan ötürü değil. Büyük geri dönüşleri olduğu için de güven veren biri değil. Örneğin 1994’de Kraliyet’in kaldırılmasını savunan biriydi, ama şimdi monarşinin başı Kraliçe’yi Başbakanlığını onaylatmak için ziyarete gidecek. Hatta Kraliyet ailesine yeni bir yat alınması gerektiğini bile bir konuşmasında söylemişliği vardır.
Başbakanlığa adaylığını açıkladığında, diğer adaylarla televizyonda yaptığı tartışmalarda halkın yararına politika güdeceğini söyleyen Truss, Johnson’un başbakanlığı döneminde tam tersini yaparak, halka yapılan sosyal yardımlarda kesintiler yapılması lehinde 48 kez oy kullanmıştı. Bir de şu anlatılır, adaylığını açıkladığı ilk günlerde konuşma yaptığı odadan çıkmak için kapıyı bulamamıştı. Benzeri aksaklıkları medyaya konu olan Joe Biden bu konuda yalnız değil yani.
Truss’ın vejetaryenler/veganlar tarafından sevilmeyeceği de kesin. Çok şirin bir buzağıya sarılmış halde çektirdiği fotoğrafını sosyal medya hesaplarından #britishbeefweek “İngilizbifteğihaftası” hashtagiyle paylaşmasıdır sevilmeyecek oluşunun nedeni. Siyasi tutarsızlıklarının kaynağı hamaset tutkusundan geliyor belli ki. Dışişleri Bakanı iken Rusya'ya karşı savaşmak için Ukrayna'ya giden herhangi bir İngiliz'i "destekleyeceğini" söyleyerek, kendi bakanlığının uyarısının tam tersini yapmıştı. Daha da tehlikeli adımı İrlanda Sorunu’nda barışçı bir dönem başlatan Hayırlı Cuma Anlaşmasını baltalayan, aynı zamanda AB ile bir ticaret savaşı başlatma riski taşıyan Kuzey İrlanda Protokolü tasarısını hazırlamış olması.
İklim Konferansı’ndan sonra
Birleşik Krallık son derece önemli bir iklim konferansına (Cop26) ev sahipliği yapmıştı yakınlarda. Konferansın üzerinden sadece bir kaç hafta geçmişken Truss Avustralya’ya özel bir uçakla gitmişti. Bu İngiliz vergi mükellefinin en az yarım milyon sterlinine mal olmuş, daha kötüsü ise en az 150 ton yakıt harcayarak, 500 ton karbondioksit emisyonuna yol açmıştı. Oysa aynı yolculuğu tarifeli uçakla da yapabilirdi.
Kitabında yazdığının tersi
Truss, liderlik kampanyası sırasında, vergi indirimi vaadinin gerekçesini İngiltere'nin “çalışan insanlarına” paralarını geri vermek olarak açıklamıştı. Oysa 2012’de yazarlarından biri olduğu “Britannia Unchained” adlı kitapta İngilizlerin tembelliğinden yakınarak “İngilizler dünyanın en kötü aylakları arasındadır. Erken emekli oluyoruz, verimliliğimiz de düşük” demişti.
Dışişleri Bakanı iken bir konuşmasında birbirlerinden 700 mil uzakta olan Karadeniz ile Baltık denizini karıştırması da önemli gaflarındandır. Mültecileri, ellerine para sıkıştırdıkları Ruanda’ya gönderdikleri sırada Truss, aynısının Türkiye’ye de yapılacağını söyleyerek büyük bir cehalet sergilemişti.
Felsefe, siyaset, ekonomi gibi birbirinden önemli üç alanda eğitim gören biri olarak “kendisinden yüksek pozisyonda” olanlara hep aynı övgü sözcüğünü kullanması gerçekten garip. Teresa May’in başbakanlığını “harika bir iş çıkardı” diyerek öven Truss aynı cümleyi Johnson için de kurmuştu. Her iki eski başbakan da “harika bir iş” çıkarmadıkları için görevlerini bırakmak zorunda kalmışlardı oysa.
Sadece ama sadece 80 bin Muhafazakâr delegenin temsilcileri tarafından seçilmiş bir başbakan olacağının beklendiği günlerde 1 milyondan fazla oy almış olan sosyaldemokrat çizgideki İskoçya Milli Partisi’nin lideri Nicola Sturgeon’u yok sayan tutumlar alması da hem kibirli hem de komik bulunmuştu.
Halkın seçmediği biri olarak parti içi dengeler sonucu Başbakan olan bu çok kötü Thatcher taklidi Truss, her Thatcher’in mutlaka, kendisini sarsacak, ileride koltuğundan edecek bir madenci lideri Arthur Scargill çıkaracağını hesaba katmak zorunda.
O büyük, çalkantılı grev günleri gelmez değil.
Kendini Thatcher’a benzeten buna da hazır olmalı.