Maçı kim sattı?

Her hafta her maçta birilerinin şike yaptığı, maçı sattığı ima ediliyordu. Artık açık açık ifade ediliyor. Burnunun ucunu görmekten aciz cahil sürüsü,...

Her hafta her maçta birilerinin şike yaptığı, maçı sattığı ima ediliyordu. Artık açık açık ifade ediliyor. Burnunun ucunu görmekten aciz cahil sürüsü, büyük resmi gördüğünü iddia edip, bir hakemi, rakip futbolcuyu ya da kendi futbolcusunu suçluyor. Penaltıyı bilerek kaçıran mı ararsın, kendi kalesine bilerek gol atan mı, golü bilerek yiyen mi, hepsi var. Zaten hiç biri olmazsa hakem devreye giriyor. Baronların kazanmasını istediği takıma kıyak yapıyor. Her hafta envai çeşit fırıldağın döndüğü futbol ortamında biz de boş boş izleyip, büyük resim görünmesin diye beyhude bir çaba içerisindeyiz işte... Yoksa bence de kesin şike var. Futbolcularının onur ve şereflerinin derecesini medya karşısında ölçen kulüp başkanı var. Daha ne olsun?  

Hiç değilse bir kaç cümle futbol konuşalım. Sonra yine kaldığımız yere döneriz.  

Elindeki tek forvet Larin ile maça başlayan Beşiktaş, ilk yarının son saniyesinde bulduğu golle soyunma odasına 1—0 önde ama Oğuzhan’sız gitti. Aslında bu, bana göre kaçan penaltıdan daha kötüydü çünkü Oğuzhan günündeydi ve Beşiktaş orta sahasında ataklar yönlendiriyor, Ghezzal ile ince işlere giriyor ve dikine pas tercihleriyle tehdit unsuru oluşturuyordu. Onun sakatlığında oyuna giren Mensah, kaldığı süre zarfında olumlu tek bir şey yapmadı. Beşiktaş, ilk yarısında ceza sahasını göstermediği Ankaragücü karşısında yorgunluk ve artan stresin etkisiyle son 25 dakikada galibiyetten oldu ve 1 puanı zor kurtardı. 

İkinci dakikada olan penaltı pozisyonu için 3 dakika civarında bekledik. VAR’ı yanlış kullandığımızın en bariz örneği. Zaten bir faulü incelemen 3 dakika sürüyorsa, orada faul yoktur. 5 saniye içinde aksiyona bakar ve yorumunu yaparsın, yoluna devam edersin. Topu, istemesine rağmen Larin’e vermeyen N’Koudou, laubali hareketleriyle sosyal medyada bir hayli linç edildi ancak oyuncunun mizacının öyle olduğunu da göz önüne almak gerek. Maalesef böyle durumlarda biz aşırı tepkiler veriyoruz. Geçtiğimiz hafta, Aralık ayından beri ilk defa sahasında maç kazanan Liverpool menajeri Klopp, maç sonu röportajına gelir gelmez muhabirlere; “En son burada ne zaman galibiyet alıp röportaj vermiştim?” diye sordu. Karşı taraftan “Aralık ayında..” yanıtı gelince bir kahkaha patlattı. Aynı kahkahayı bir Türk takımının başında atsa, stattan evine kadar polis eskortunda giderdi. Elbette takımın penaltıcısı Larin ise, takımdaki her oyuncu buna uymalı. Ancak böyle durumlarda teknik adamlar, sorunu saha içinde halletmeleri için futbolcularına kısmi bir özgürlük tanıyor. N’Koudou, gol atacağına inandı, belki de bir gol atmaya ihtiyacı vardı. Gidip, topu aldı ve kaçırdı. Topu arkadaşından alırken, penaltıyı atarken, kaçırdıktan sonraki N’Koudou, zaten her zaman gördüğümüz N’Koudou... Yani çok acımasız davranmaya gerek yok. Nitekim Ankaragücü’nün kazandığı her iki penaltıda da benzer bir top kavgası yaşandı. Yılların deneyimi Hikmet Karaman da pozisyona karışmadı. Çaykur Rizespor’un başında iken yıllar önce Kwauke ile benzer pozisyonda bir tartışmaları olmuştu.  

Saçma sapan senaryolar izliyoruz!

Ankaragücü adına kendi kalesine 2 gol atan Kulusic için de çok acımasızca ifadeler gördüm. Maalesef her sene ligin son virajında iyice gerçeklikten kopuyor ve iyice çirkinleşiyoruz. Rakibin kazandığı her puanın altında kötü şeyler aramak, yoksa bile icat etmek sıradan bir hal aldı. Ancak oyunu kirlettiğimizin farkında değiliz. Her hafta şike imalarıyla çalkalanan bir ortamda marka değerinden, güzel oyundan hatta güzeli bir kenarda kalsın oyundan söz edilebilir mi? Her hafta hakem kararı tartışarak, hakemin eski maçlarından kesitleri kıyaslayarak oyuna verdiğimiz zararın farkında mıyız ya da ne zaman varırız bilmiyoruz. 4 ay aradan sonra sahasında galip gelen teknik direktörün şen kahkahalarını izlemek yerine saçma sapan imalarla dolu, saçma sapan senaryolar izliyoruz televizyonda, sosyal medyada...  

Hakem Beşiktaş’ın kucağındaki galibiyeti aldı. 

Beşiktaş’ta gözüme en çarpan durum şuydu; yorgun ve telaşlılardı. İlk yarıda esamesi okunmayan bu iki belirti, 65’ten sonra iyice ayyuka çıktı. Oğuzhan’ın kaybı, Beşiktaş orta sahasının yaratıcılığı açısından kötü oldu ama yerine Mensah’ın girmesi daha da kötü oldu çünkü takım resmen 10 kişi oynadı. Ne hücumda ne de savunmada neredeyse hiç bir doğru aksiyon almadı. Kafasında Beşiktaş’ı çoktan bitirdiğini düşünüyorum. Sergen Yalçın’ın da sonradan oyuna girmiş olmasına rağmen onu dışarı alması bence doğru karardı. Yorulan, yoruldukça stres yapan ve geri çekilen Beşiktaş, Hikmet Karaman’ın dipdiri Ankaragücü oyuncuları karşısında 10 dakika daha oynasa maçı verirdi. İsteyen, ısıran, baskı kuran Ankaragücü, 2 penaltıyla skoru eşitledi. Sergen Hoca, yaklaşan tehlikeyi sezdi ve Atiba, Mensah yerine Necip – Dorukhan hamlesini yaptı ama baskıdan kurtulamadı. Gökhan Töre, iyi niyetle savunma yardımına geldiği bir anda Ankaragücü’nün en hızlı oyuncusu Paintsil’e hatalı yaklaştı. Hakem de penaltıyı verip, Beşiktaş’ın kucağındaki galibiyeti aldı. Şimdiden haftaya Sivasspor maçını düşünmeye başladım. Kazansa bazı rakipler, kaybetse bazı Beşiktaş taraftarları Rıza Hoca’yı asla adının geçmemesi gereken saçma sapan ithamların içine sokacaklar. Şu ortamda zaten taraftarsız oynanan maçların tadı tuzu yok. Bir de böyle saçmalıklarla uğraşınca mesleğimiz ve oyunun yüzü suyu hürmetine Süper Lig izliyoruz. Yoksa çekilir dert değil.  

Türkiye Haberleri