Kadınların eşitlik, adalet ve kadın hakları mücadelesini hatırlatmak ve farkındalık yaratmak adına kabul edilmiş Dünya (Emekçi) Kadınlar Günü’nü dün hep birlikte kutladık. Tüm dünyada kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması, kız çocuklarına daha iyi imkanlar sağlanması ve kadınların temel haklarının korunması gibi başlıklarla hayatımıza giren bu özel günün, ancak laik bir toplumda bir anlam kazanabileceği tartışılmaz bir gerçektir.
TBMM’nin 10 Nisan 1928’de Anayasa’nın 2 maddesini değiştirmesi sonucu Anayasamıza girmiş olan laiklik kavramıyla, Cumhuriyetin temel ilkesinin laiklik olmasını kabul eden ilk Avrupa ülkesi Türkiye olmuştur. 5 Şubat 1937’de Anayasa ile güvence altına alınan bu ilke, din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün güvencesi olması bir yana, aklın, bilimin ve hukukun üstünlüğünün esas alındığı bir yaşam biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de laiklik üç esasa dayanır:
- Vicdan özgürlüğü,
- Dinsel inanç özgürlüğü,
- Kadın-erkek eşitliğidir.
Bu bağlamda laiklik, “devletin; yönetimde, toplumsal yaşamın her kesiminde, insan aklı, bilim temelleri üzerinde gerekli kurumları oluşturup geliştirerek ve sağlam güvenceler sağlayarak din dışı kalması; tüm inançlara ve inançsızlığa karşı yansız, aynı uzaklıkta kalarak, dini kişisellik alanında tutmasıdır” şeklinde
tanımlanabilir. Cumhuriyet dönemi çağdaşlaşma anlayışının en belirgin özelliği ise, kadın-erkek ayırımının ortadan kaldırılması ve “insan” kelimesinin içine alınmasıdır. Medeni Kanun, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, öğretimin birleştirilmesiyle hukuk ve eğitim laikleştirilmiştir.
Laik devlet yönetimin bozulması sadece toplum ve aile yaşamını değil, eğitim ve hukuku da etkiler. Bu durum da, en çok kadınların yaşam alanlarının daralmasına, kazanımlarınının kaybına neden olur.
“Kadın ve erkek eşit değildir, fıtrata terstir” söylemleri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve dini vakıflarla beraber geliştirdiği din esaslı, bilimsellikle örtüşmeyen proje ve faaliyetleri, karma eğitimin tartışmaya açılması, 4+4+4 eğitim sistemiyle pek çok kız çocuğunun örgün eğitimden uzaklaştırılması, hak gibi gösterilen yarı zamanlı çalışma ile kadınların iş yaşamıyla bağlarının zayıflatılması, aile birlikteliğini koruma gerekçesiyle İstanbul Sözleşmesi’nden Meclis onayı olmaksızın çıkıldığının açıklanması, kadın cinayeti davalarında uygulanan anlaşılmaz iyi hal indirimleri, resmi nikah
olmadan imam nikahı kıyılmasının suç olmaktan çıkarılması, nafaka sürelerinin sınırlandırılması, çocuk gelin tanımlamasıyla masum gösterilmeye çalışılan, çocukluk dönemini yaşayan kızların evlendirilmesi, kadının sadece evinde çocuğuyla ilgilenen ve eşine hizmetle yükümlü bir kişiymiş gibi tanıtma çabalarıyla kadınlarımız, dini sadece uyulması gereken kurallardan ibaret sanan, bireysel ve genel anlamda ahlaklı olmayı öncelemeyen, bunu sadece kadın üzerinden tanımlayan dinci bir zihniyetin baskısı altına sokulmuştur.
Laiklik, demokratik toplumun temeli, eşitliğin ve özgürlüğün kaynağıdır. Toplumu istedikleri gibi kontrol altına almak adına laikliğin kaldırılmasını isteyenlerin ilk hedefi ise kadınlardır.
Bu bakımdan özellikle kadınlarımız, toplumsal ve özel yaşamlarıyla, hatta siyasi tercihleriyle bu zihniyete karşı son derece dikkatli ve duyarlı olmalı, Cumhuriyet ile elde edilmiş kazanımların korunması adına birleşerek mücadele etmelidir.