Tarihin en ilginç.. Yok! “İlginç” sözcüğü çok hafif kaldı. “En yaralayıcı” deneylerinden biri: Milgram Deneyi.
Nedir, ne amaçla yapılmış ve elbette asıl önemlisi nasıl bir sonuç elde edilmiş. Anlatacağım.
Ama önce deneye adını veren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram’ın yola çıkış gerekçesinden söz etmeliyim: Milyonlarca sıradan / masum Alman nasıl oldu da 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’e boyun eğdi. Ve Nazi rejiminin vahşetine göz yumdu?
Milgram, 1961 yılında deneyine işte bu soruya yanıt bulabilmek için başladı.
Nazi canavarı Eichmann’ın yıllar sonra yakalanıp Kudüs’te yargılanmaya başlamasından hemen sonra.
Aslında yanıt arayan yalnızca o değildi. Sayısız bilim insanı, felsefeci, yazar aynı soruyu soruyordu. Ancak Milgram kafa yormakla yetinmemiş, basbayağı klinik deney yapmıştı.
*. *. *
Küçük bir ücret karşılığı, deneklerden “hiç tanımadıkları bir insana kötü muamele yapması” isteniyordu.
Güya üç denek katılıyordu her seansa. Biri kurban, biri öğretmen, diğeri de öğrenciydi. “Öğrenci” rolü verilen kişi bilmiyordu ama kendisinin dışındakiler, deneyin profesyonel görevlileriydi.
Uzun hikayenin kısası, öğrenciden, yan odada kablolara bağlanmış kişiye elektrik vermesi isteniyordu. Önce düşük voltajla.. Sonra yavaş yavaş artırarak.. Derken tam anlamıyla “şok” kelimesinin hakkını verecek şiddette..
Bu sırada yan odadan gittikçe yükselen feryatlar geliyordu.
Deneklerin önemli bölümü başlarda durmak istiyordu.
Ancak önce uyarılıyor.. Ardından uyarılar talimata ve en sonunda “tehdide” dönüşüyordu.
Sonuç mu? Milgram’ın sözleriyle aktarayım:
“Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir otorite makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur."
*. *. *
“OTORİTE KAZANDI” diyor Milgram.
Otoriteye boyun eğerek bir başkasına acı çektirmek, elbette “iradeyi teslim etmenin” en üst boyutu. Zirvesi.
Gerçeğe gözünü kapatmak.. Savaş ve insanlık suçları işlenirken susmak.. Elbette çok daha kolay değil midir? Hatta kısa sürede makul bile sayılmaz mı?
Benzetmek gibi olmasın, son günlerdeki gelişmelere iktidar çevrelerinin ve medyanın bakışı bana bunu hatırlattı.
Milgram deneyinde 45 voltla başlayıp feryatlara rağmen 450 volta çıkan denekler gibi -yine benzetmek gibi olmasın!!- aklın sınırlarını zorlayanlar da “acilen açıklama” gerektiriyor.
*. *. *
Bir insan AKP’den önce buzdolabı, ambulans falan olmadığı yalanına kanabilir mi? Ya da benzin neredeyse 50 TL’ye dayanmışken ekonominin düzelmeye başladığına inanabilir mi?
Devam edelim; daha bu yılın başında “HDP ve onun devamı olacak partiler kapatılmalı” diye gündemi bombalayan Bahçeli’nin şimdi DEM ile barış peşinde olduğu düşünülebilir mi?
Yanıt milyonlarca Cumhur İttifakı seçmeni için “EVET”!
*. *. *
Hele palavraları rasyonalize edip pazarlamakla görevli Reisçiler..
Teşbihte hata olmaz, vatandaşa 450 voltu dayarken sahiden de aklı devre dışı bırakıyorlar.
Belki torunlar gelecekte fıkra niyetine okur, bir örnek vermekten kendimi alamayacağım.
Adı lazım değil, Reisçilerin önde gidenlerinden biri, Köfteci Yusuf vakasına değindi.
Neredeyse açık açık da savundu.
Yok! “Hayır, ben kefilim öyle şey yapmamıştır” demedi.
Onun yerine karşı saldırıya geçti.
“Yusuf’a laf edenler haram olduğunu bildiği halde içki içiyormuş da domuzdan mı rahatsız oluyormuş..”
Akıl devreden çıkınca böyle oluyor işte!
Birinde, yani mesela içkide, kişinin kendi kararı söz konusu..
Oysa köfteye domuz eti karıştırılması, yiyenler için tam anlamıyla aldatılmak..
Olsun! Ayrıntıda boğulacak mıyız yani!!!!
*. *. *
Neyse ki bu örnek, fıkra kıvamında, çok da can yakmayacak voltajda.
Ama siyaset oyununda çok acı, belki binlerce gencimizin hayatına mal olacak planların kokusu ta buralara geliyor.
Kısaca “iktidarda kalabilmek adına savaş borusu çalmak” diye özetleyebileceğimiz strateji için şimdiden düğmeye basıldı.
Savunma (siz onu savaş diye okuyun) harcamaları için vergi salındı.
Dünyada dost / düşman kimsenin inanmadığı “İsrail saldıracak” masalı gündemin başına oturtuldu.
İktidar uğruna Cumhur İttifakı’nın bir yanda savaş, diğer yanda yeni Anayasa paketini geçenlerde yazmıştım.
Bu yüzden bu yazıda onlara girmeyeceğim.
En çok “savaş ihtimali ya da halinde devreye giren otorite faktörü” nasılsa önümüzdeki süreçte daha çooook yazılıp konuşulacak.