Başlığa bakınca Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaklaşan CHP kurultayında aday olmaması gerektiğini söylediğimiz ve bunun tartışılmasını istediğimiz düşünülebilir. Fakat bahsettiğimiz adaylık kendisinin 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimindeki adaylığı. Denilebilir ki, “Artık iş işten geçti, seçim biteli dört ay oldu, konuşacak ne kaldı ki?” Fakat maalesef konuşacak hala çok şey var.
Zira bu konu hem seçim öncesinde de, sonrasında da hakkıyla hiç tartışılmadı hem de ortaya çıkan yeni gerçekler bu konuyu sürekli önümüze çıkardı ve çıkarmaya devam ediyor.
Bu mesele son olarak, eski Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel’in şaşırtıcı açıklamalarıyla tekrar gündeme geldi. Adıgüzel, Ocak ayında, yani muhalefetin ortak adayının belirlenmesinden takribi iki ay önce yapılan anketlerde Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın gerisinde göründüğünü, fakat parti merkezinin bu anketleri görmezden geldiğini ifade etti.
Yani anketler, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının çok riskli olduğunu açık biçimde gösterirken genel merkez bunları hesaba katmadı ve halk nezdinde daha fazla karşılığı olan, kazanma şansı çok daha yüksek Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun adaylıklarını gündeme almadı, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışılmaz kılındı.
Üstelik aynı süreçte iktidar paydaşlarının, Erdoğan’ın karşısına Kılıçdaroğlu’nu çekmek için verdikleri tüm beyanatlar da göz ardı edildi, AKP-MHP cenahının neden rakip olarak Kemal Bey’i istediği bile tartışılamadı. Cumhur İttifakı ile CHP elitleri arasında Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinde yürütülen örtük iş birliği gözlerden kaçırıldı.
Bu şu demek oluyor; CHP yetkilileri “kader seçimi”, “varlık yokluk meselesi”, “Cumhuriyet tamam mı, devam mı seçimi” olarak tanımladıkları 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybını önemsememiş ve böyle kritik bir seçimi riske atmakta tereddüt etmemiş. Nitekim seçim sonuçları söz konusu anketlerin doğruyu gösterdiğini ve aynı zamanda iktidar kanadının rakip olarak Kılıçdaroğlu’nu istemekte ne kadar haklı olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koydu.
O halde lafı hiç uzatmadan bu kararı alanlara sorulacak soru şu: Ülkeye bu kötülüğü neden yaptınız? Milyonlar AKP zulmünden, onun yarattığı fakirlik, baskı ve adaletsizlikten kurtulmak için size bel bağlamışken onların ümitlerini neden hiçe saydınız? Yoksa iki belediye başkanından birinin Cumhurbaşkanı adayı olmasının parti içi konumunuzu sarsacağını mı düşündünüz? Ve partideki iktidarınızı kaybetmektense Cumhurbaşkanlığını kaybetmeyi göze mi aldınız?
Altılı Masaya davet edilen dört küçük partiye eşit söz hakkı ve veto yetkisi verirken, onlara toplumsal desteklerinden çok fazla vekillik, bakanlık ve Cumhurbaşkanı yardımcılıkları teklif ederken de bu riskli karara demokratik mutabakat kisvesi kazandırmayı mı hedeflemiştiniz?
Peki ya, bu kararın ne derece riskli ve demokratik işleyişten uzak olduğunu bilmelerine rağmen sesini çıkarmayanlara ne demeli? Partideki kariyer hesaplarını ülkedeki demokrasi mücadelesinin önünde tutan vekiller, vekil adayları ve bilumum muhalif kanaat önderi, bu gerçekleri şimdi açıklarken acaba kamuoyunu zamanında bilgilendirmedikleri ve alınan kararlara biat etmekle yetindikleri için bir özeleştiri vermek durumunda değiller midir?
İşin bir de araştırma şirketleri yönü var tabii. Adıgüzel’in bahsettiği gibi, Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan’ın gerisinde gösteren anketler var ise, onun aday olması halinde %60 ile kazanacağını iddia eden diğer bazı araştırma şirketleri acaba bu anketleri hangi bilimsel kriterlere göre yaptılar?
Kılıçdaroğlu’nun seçimi ilk turda rahat rahat kazanacağını iddia eden anketçilerin arasında seçimde vekillik için şansını deneyenlerden tutun da seçim sonrasında Erdoğan’la ya da onun en tartışmalı kurmaylarıyla çektirdikleri fotoğrafları sosyal medyada iftiharla paylaşanlar da vardı. Genel merkeze yakın kişiler acaba bu anketleri Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için rıza üretme mekanizmasının bir parçası olarak masabaşı mı hazırlamışlardı?
Peki ya Sayın Kemal Kılıçdaroğlu? Seçim öncesinde yaptığı her konuşmada siyasi etik dersi veren, milyonların sorumluluğunu taşıdığını söyleyen, asla koltuk, mevki, makam peşinde olmadığını ifade eden Kemal Bey 2014 ve 2018’de aday olmayı düşünmediği Cumhurbaşkanlığı makamına, bu kadar riski göze alarak hangi saiklerle talip oldu ve kendisinin adaylığına eleştirel yaklaşan herkesin adeta sosyal linçe uğramasına nasıl seyirci kaldı?
Ve yine nasıl oldu da, seçim öncesinde kendisini “egolarından arınmış, koltuğa asla yapışmayacak, gücü paylaşmayı bilecek” biri olarak niteleyen Kemal Bey bu seçim hezimetine rağmen istifayı düşünmek şöyle dursun en küçük bir özeleştiri bile yapmamayı tercih etti? İnşallah bu soruların yanıtlarını yakın gelecekte öğreniriz.
Yazının başında, yaklaşan CHP kurultayından bahsetmiş ve başlıkta sözünü ettiğimiz adaylığın oradaki adaylık olmadığını söylemiştik. Ama herhalde yazıyı bitirirken şu soruyu da sormak şart. Kemal Bey’in seçim öncesi ve sonrasındaki tavrı hesaba katıldığında CHP Genel Başkanlığına tekrar aday olması siyasi etiğe ne kadar uygundur? Belki eldeki bu verilerle ve zihnimizdeki taze hatıralarla biraz da bunu tartışmak gerekir. Tabii tartışılacak bir yanı varsa…