Kusura bakmayın!
Hakaret etmek istiyorum.
Beddua etmek istiyorum.
Ne kadar yakası açılmamış kelime varsa yakasını bağrını parçalamamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu memleketin çivisini çıkaranlardan hesap sorulduğunu görmeden ölmek istemiyorum.
Bir değil, üç beş değil.. Acayip / çirkin / yanlış ne varsa üzerimize sağanak sağanak yağıyor.
Ekonomiden söz bile etmiyorum.
“Ben ekonomistim” diyen Erdoğan’ın ekonomik verilerdeki vahim gidişten ekonomistleri sorumlu tutmasını geçtim.
Yargının, eğitimin, toplumsal yapının “verilerini” ne yapacağız!
*. *. *
Dün saatlerce hop oturup hop kalktık. Can Atalay’ın tahliye kararını bekledik.
Öyle ya, Anayasa Mahkemesi emrediyordu bunu.
Hem de, yargının geldiği noktayı en net biçimde ortaya koyan bir süreçle; aynı kararı ikinci kez vermek zorunda kalarak..
Düşünün, yüksek mahkeme “tahliye” diyor. Yerel mahkeme ve Yargıtay UYMUYOR. Bunun üzerine AYM aynı kararı bir kez daha veriyor.
“Herhalde artık inatlaşma biter, Can Atalay tahliye olur” diye düşünüyorsunuz. Karanlığın içinde bir ışık için umutlanıyorsunuz.
Bir de öğreniyorsunuz ki mahkeme başkanı Adliye’ye gitmemiş bile.
Neden?
Efendim AYM’nin gerekçeli kararı beklenecekmiş.
Sanki ilk karardan farklı bir gerekçe olabilirmiş gibi.. Sanki Can Atalay’ın neden tutuklandığı, ceza aldığı ve neden serbest bırakılması gerektiği herkesin malumu değilmiş gibi.
*. *. *
Rahatsız olmuyorlar. Utanmıyorlar. Türkiye’yi Afganistan’a çevirme hamlelerini artık gizleme ihtiyacı hissetmiyorlar.
AYM’yi “yok hükmünde” sayanlar, tarikatları “var etme” gayretinde.
Bakınız Milli Eğitim Bakanı.
Gerçi ben ona yüklenilmesini çok doğru bulmuyorum. Zira Bilal Erdoğan’ın asıl ya da gizli bakan olduğunu bilmeyen yok. Onun arkasında Erdoğan’ın gölgesini görmeyen de yok!
Zaten bunların önemi de yok. Biz kınayalım, suçlayalım.. Nafile!
Reis’in yolu belli.
Eğitim; kadını yok sayan, eşya mertebesinde gören iki büyük tarikata teslim: Menzil ve İsmailağa.
*. *. *
Dinci propaganda anaokuluna kadar inmiş. Ortaokul ve liselerde dinci eğitimi bırakın tarikatçı yapılanmalar yeşermiş.
Yeter mi! Elbette yetmez.
Daha geçenlerde Kara Harp Okulu’nda “Atatürk fotoğrafı takmayı reddeden teğmenlerle” tanıştık. Yazının altında Yeniçağ Gazetesi Haber Müdürü ve yazarı Fatih Ergin’in dünkü yazısını bulacaksınız. Ve o yazıda, bir zamanlar Erdoğan’ın yanından ayrılmayan bazı “tanıdık” isimleri göreceksiniz.
Onlardan biri benim için fazlasıyla tanıdık: Mehmet Metiner.
*. *. *
Metiner ile 1985 yılında Nokta Dergisi’nde çalışırken tanışmıştım.
Aralarında Ruşen Çakır’ın da olduğu bir grup genç gazeteciyle, önemli bir konuyu üstlenmiştik. Giderek daha “GÖRÜNÜR HALE GELEN DİNCİ GENÇLİK” gerçeğini araştıracaktık.
Çok ses getiren bir kapak konusu oldu.
Hemen ardından, o cenahın en yeni ve en sert dergilerinden Girişim, röportaj talebiyle aradı.
Bu konuda net bir tavrım vardı: Ben onlarla ilgili bir yazı yazmışsam, onlara benimle konuşma ve soru sorma hakkını vermiş olurum. Doğal olarak kabul ettim. Derginin genel yayın yönetmeni Mehmet Metiner’le Nokta’da buluştuk. Sorularını yanıtladım
Ama o da ne!
Röportajda soru soran, METİNER olarak geçiyordu. Yanıtlayan da AYŞENUR. Komik olsa da “kendilerinin uygun görmediği bir kadını aşağılamanın yolunu böyle bulmuşlardı” belli ki.
O kadar da değil. Bir soru şöyle başlıyordu: “Açık saçık giyinen bir kadın olarak..”
Metiner’i aradım, önce soyadı meselesini sordum. “Yazı işlerinde bir karışıklık olmuş” dedi.
Kıyafete gelince. Hiçbir kıyafetimi hatırlamam, o gün ne giydiğim bugün bile aklımda: siyah pantolon, nane yeşili sıfır yaka triko kazak.
Onu hatırlattım. “Görüşleriniz nedeniyle fotoğrafıma yer vermeyişinizi anlıyorum. Ama gerçek olmayan bir tasvirle beni okuyucularınıza “AÇIK SAÇIK BİR KADIN” olarak tanıtmak ne demek!!!
Yine özür, yine yazı işleri yanlışı falan.
*. *. *
İşte o isimle, Kara Harp Okulu’nda ve kimbilir daha nerelerde yuvalanan bir vakıflar ilgili yazıda karşılaşacaksınız. Yazıda adı geçen bir derginin izini sürdüğünüzde de ilginç yerlere çıkacaksınız.
Dergi, İSLAMCI DERGİLER PROJESİ içinde yer alıyor. Proje için de arama motorundaki her başlıkta aynen şu ifadeyle karşılaşıyorsunuz: “İslamcı Dergiler Projesi bir İLEM projesidir, KÜLTÜR BAKANLIĞI TARAFINDAN DESTEKLENMEKTEDİR.”
Bakanlığın internet sitesi, 1990’ları hatırlatan, bilgi / estetik fakiri bir site. Dolayısıyla Google’ın önünüze çıkardığı iddiayı doğrulatma ya da yalanlama şansınız yok.
Ama zaten bunun bir önemi de yok.
Devletin, yani kamunun tüm imkanlarıyla beslenen, semirtilen tarikatlar, cemaatler müsilaj gibi. Her yere yayılıyor, bulaşıyor. Bulaştığı her yerde de önce aklı yok ediyor.
Dünden, taptaze bir örnek: Erdoğan bir etkinlikte kadınlarla bir araya geldi. Kalınlardan biri aynen şöyle dedi: “Rabbim çocuklarımızın ömründen alsın size versin..”
Dikkat edin “ÇOCUKLARIMIZIN” diyor.
Bir anne, inancı ne olursa olsun bunu söyleyebiliyorsa.. Zihninde, batıl inançtan akla yer kalmamış demektir. Bence!
*. *. *
Baksanıza! Demreli (yani buralı) bir hıristiyandan çocuklar için üretilen Noel Baba figürüne ne yakıştırmalar yapılıyor.
Vaktiyle spor yorumcusu Ahmet Çakar “Noel baba madrabazın, sapığın tekidir. Adam olsa bacadan girmez” demişti de pek gülmüştük.
Kendisine gazeteci diyen Erem Şentürk dün çıtayı öyle bir yere çıkarttı ki, gülemedik:
“Noel Baba pedofildir. Gece evlere girer, çocuklara tecavüz eder. Çocuk tecavüzcüsü bir adamdır Noel Baba.”
Atatürk’ten kim bilir hangi akıl ötesi nedenlerle nefret eden insanlar.. Hatta subaylar varken.. Doktora değil cinlere inananlar giderek artarken Noel Baba’yı sövenlere şaşırır mıyız!
*. *. *
Gerçekten de şaşıracağınız hiçbir şey kalmadı artık.
İktidar 20 yıl boyunca Kozmik Oda baskınından FETÖ kumpaslarına, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ÜMMETİN ORDUSU’na çevirmek için çok uğraştı. Aşağıda okuyacağınız yazı, nereye geldiğimizi gösteriyor. Sizler de hakaret ya da beddua etmek isteğiyle dolup taşarsanız bilin ki yalnız değilsiniz!
“Hatırlayalım; geçtiğimiz günlerde Atatürk fotoğrafı takmayan teğmenle birlikte hareket eden teğmenlerin Kara Harp Okulu yıllarında alt devrelerini Nurculara bağlı bir cemaate çağırdığına dair görüntüler ortaya çıktı.
Bu bilgi sizde kafa karışıklığı yaratmasın. Aldığım bilgi o ki; Atatürk karşıtı teğmenle birlikte hareket eden teğmenler aynı cemaatten.
O cemaat, Nurcuların Med-Zehracılar kolu.
Med Zehra Vakfı adıyla faaliyet gösteriyorlar. Merkezi Ümraniye’de.
“Medrese” dedikleri Ümraniye’deki binalarında yatılı olarak kalan çocuklar, gençler var. Yatılı kalanların dışında da “ders” almaya gelen gençler var.
Ağlarına düşürdükleri gençlere “ders” adı altında Risale-i Nur okutuyorlar.
Binanın sınıf ortamına dönüştürülmüş en üst katında yine “ders” adı altında, Atatürk ve Cumhuriyete karşı beyin yıkama seansları yapılıyor.
Atatürk hakkında iftiralarla gençlerin ve çocukların akıllarını bulandırılıyor.
Cumhuriyetin yanlış olduğunu ve ülkenin şeriatla yönetilmesi gerektiğini zihinlere işliyorlar.
Bu propagandaya maruz kalan çocuklar ve gençler, düşünmeyi bir kenara bırakarak, sadece beyin yıkama seanslarında kendilerine söylenenlere inanmaya başlıyorlar.
Derslerin işlendiği yer sadece Ümraniye’deki bina değil, ev tarzı yerlerinde de aynı faaliyetler gerçekleşiyor.
O teğmenler de Harp Okulu yıllarında Ümraniye’de medrese denilen binaya gidip ders alıyorlar.
Teğmenlere Harp Okulu yıllarında kanca takıyorlar ve sonra karşımıza 10 Kasım’da Atatürk fotoğrafı takmayan, kendisine tepki gösteren silah arkadaşlarına Atatürk’e “put” diyerek cevap veren teğmenler çıkıyor…
“Biz bunları tanıyoruz” diyeceksiniz diye boşuna demedim. Burada resmen “davaları” için hainler yetiştiriliyor.
Peki Nurcuların bir kolu olmaktan öte, kim bu Med-Zehracılar?
Sıddık Şeyhanzade ve İzzeddin Yıldırım’ın başını çektiği Kürt kökenli bir grup Nurcu, Yeni Asya Grubunun Risale-i Nurlarda “tahrifat” yaptığını, Said-i Nursi’nin Kürt kimliği ve Kürtlerle ilgili söylediklerinin sansürlendiğini iddia ederek, ana akım nurculuktan ayrılıp Med-Zehra Vakfını kurarlar.
2017’de hayatını kaybeden Sıddık Şeyhanzade, on yıl FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’le birlikte çalışmış bir isim.
Şeyhanzade ve Yıldırım’ın “abilik” ettiği grup “tahrifatsız” risaleleri yayınlamaya başlarlar.
Aynı zaman da bu grubun amacı, Said-i Nursi’nin vasiyeti olan, Van’da El Ezher’e denk bir üniversitenin kurulmasını gerçekleştirmektir.
Said-i Nursi’nin “Medresetül Zehra” adını verdiği bu üniversitenin kurulmasını gerçekleştirmek için çalışmalarını Med-Zehra Vakfının bünyesinde yürütürler.
Bu sebeple kamuoyunda “Med- Zehracılar” olarak biliniyorlar.
Med-Zehra grubu, Risale-i Nur Külliyatı’nı basmaya yetkili birkaç Nurcu akımdan biri.
1993 yılında, Fatih’te kurulan Yeni Zemin dergisinin sahibi Osman Tunç da, Zehra Vakfı’nın yöneticilerinden biriydi.
Yeni Zemin’in Genel Yayın Yönetmeni ise, AKP’li Mehmet Metiner’di. Yeni Zemin’in yayın kurulunda ise Altan Tan, Abdurrrahman Dilipak, Ali Bulaç gibi isimlerden oluşuyordu…
Yeni Zemin dergisinin teknik müdürü ise AKP'li Yalçın Akdoğan’dı!
Akdoğan bir müddet sonra derginin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı oldu. Yeni Zemin’de “Genelkurmay nasıl sivilleşir” gibi dosyalar kapak konusu yapılıyordu.
Yalçın Akdoğan’ın da Çözüm Süreci’nin mimarlarından biri olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım…
Zaten Med-Zehra grubu da Kürt-İslamcı bir grup ve cemaatin abisi Sıddık Şeyhanzade çözüm sürecine açık destek vermişti…
Sizin anlayacağınız gerçekten de ordu içerisinde bir cunta, hatta cuntalar var.”
Fatih Ergin - Yeniçağ