Kamu İşçisinin Grevi Milli Güvenliği Nasıl Bozabilir?

 Sosyal Güvenlik Uzmanı
Mehmet Akif Cenkci yazdı... Kamu İşçisinin Grevi Milli Güvenliği Nasıl Bozabilir?

Kıymetli okuyucularım, sizlerde soru ve görüşlerinizi macenkci@outlook.com mail adresime iletebilirsiniz.

Türkiye, yaklaşık 7-8 aydan beridir sessiz ama yoğun bir emek mücadelesine sahne oluyor. Yüz binlerce kamu işçisini ilgilendiren Toplu İş Sözleşmesi süreci, aylarca süren masa başı görüşmelere, belirsiz tekliflere ve nihayetinde grev kararlarına evrildi. Ancak beklenen müzakere çözümleri yerine, ilk karşılık bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle geldi: Maden işçilerinin grev hakkı, “milli güvenlik” gerekçesiyle 60 gün süreyle ertelendi.

Bu sadece bir karar mıydı? Yoksa diğer kamu işçilerine verilen açık bir mesaj mı?

Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri, Şubat ayında TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na sunduğu ortak protokolle başladı. Bu protokol, yaklaşık 600 bin kamu işçisini kapsıyordu. Sendikalar, günlük brüt ücretin 1800 liraya çıkarılmasını, 2025’in ilk 6 ayı için %50 zam, ikinci 6 ay için %25 zam ve refah payı talep ettiler. Ayrıca sosyal yardımların güncellenmesi, fazla mesai ücretlerinin artırılması, taşeron uygulamalarına son verilmesi gibi onlarca başlık masadaydı. Ancak işveren tarafı olan TÜHİS’in Haziran ayındaki teklifi işçileri hayal kırıklığına uğrattı. Yüzde 16’lık ilk altı ay zammı ve sonraki dönemler için önerilen %8–%5 oranları, beklentilerin çok altındaydı. Görüşmeler uzadıkça sendikalar daha da netleşti: Bu taleplerin karşılık bulmaması durumunda grev kaçınılmazdı. Hükûmet tarafı ise süreci sürüncemede bırakmayı tercih etti.

Temmuz ayında yapılan son görüşmelerde de somut bir ilerleme sağlanamayınca kamu işçileri sendikalar öncülüğünde grev kararı aldı. Bu karar anayasal bir haktı. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na göre grev, uyuşmazlık durumunda başvurulabilecek meşru bir araçtır. Ve kamu işçileri bu haklarını kullanmak üzere sahaya inmeye hazırlanırken ilk müdahale geldi.

10150 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı, 31 Temmuz’da Resmî Gazete’de yayımlandı. Karara göre, Türkiye Maden İşçileri Sendikası tarafından alınan grev kararı, “milli güvenliği bozucu nitelikte” görülerek 60 gün süreyle ertelendi. Erteleme kapsamına alınan işyerleri; Ankara’daki Eti Maden Genel Müdürlüğü, Balıkesir Bigadiç, Eskişehir Kırka ve Kütahya Emet Bor İşletmeleri olarak açıklandı.

Burada dikkat çekilmesi gereken husus şudur: Grev kararı tüm kamu işçileri tarafından alınmışken, erteleme yalnızca maden işçilerini kapsadı. Bu durum, diğer işkollarında çalışan kamu işçileri tarafından sadece “sektörel” bir tedbir olarak değil, aynı zamanda “sıradaki siz olabilirsiniz” uyarısı olarak algılandı. Gözdağının ilk hedefi maden işçileri oldu. Çünkü yerin altındaki direnişin yerin üstündekilere cesaret vermesi istenmedi.

Milli güvenlik gerekçesi, yasal dayanağını 6356 sayılı kanunun 63. maddesinden alıyor. Ancak bu gerekçenin içeriği hukuken açık şekilde tanımlanmış değil. Bu da yönetenlere geniş bir takdir alanı bırakıyor. Daha önce cam, havacılık, sağlık gibi sektörlerde de grevler benzer şekilde ertelenmişti. Şimdi ise sıranın maden işçilerine geldiği görülüyor. Bu, aynı zamanda grev hakkının kullanılabilirliğine yönelik bir daralmadır.

Oysa bor madenlerinde çalışan bu işçiler sadece daha yüksek ücret istemiyor. Daha güvenli çalışma koşulları, insanca yaşamayı mümkün kılacak düzenlemeler talep ediyorlar. Üstelik bu sektörlerde grevler üretim sürecinin değil, çoğu zaman hayatın güvencesi içindir. Maden kazalarının tarihsel hafızası olan Türkiye’de bu gerçek göz ardı edilemez.

Şimdi kamu işçileri yeni bir soruyla baş başa: Bugün maden işçilerine getirilen bu erteleme, yarın belediye, ulaştırma, enerji veya sağlık işçilerine de yönelirse ne olacak? Bu karar yalnızca bir idari işlem değil, aynı zamanda anayasal hakların kademeli sınırlandırılmasına açılan bir kapı olarak değerlendirilmektedir.

Grev hakkı bir tehdide değil, adaletsizliğe karşı direnişe dayanır. Grev, sadece sendikaların değil, anayasanın teminat altına aldığı bir özgürlüktür. Bu hakkın keyfi ya da geniş takdirle ertelenmesi, işçinin elindeki en temel demokratik aracı devre dışı bırakır.

Sonuç olarak, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle gelen bu 60 günlük grev ertelemesi, yalnızca maden işçilerinin sesi değil, tüm kamu emekçilerinin ortak mücadelesine yönelik bir susturma hamlesidir. Bu karar, yedi ayı aşkın süredir sürdürülen sessiz, sabırlı ama onurlu bir bekleyişin üzerine çekilmiş siyasi bir gölgedir.

Oysa bu ülkede emeğin sesi, yerin altından yerin üstüne kadar tüm üretim çarklarını döndüren alın terinin sesidir. Madenlerde, belediyelerde, şantiyelerde, hastanelerde, limanlarda görev başındaki kamu işçisinin hakkı, yalnızca sendikal bir talepten ibaret değildir; o hak, bu ülkenin ekonomisinin taşıyıcı kolonudur. Grev, işçinin elindeki en son çaredir. O çareye başvuran işçi; üretimi durdurmak için değil, adaleti hatırlatmak için ses yükseltir. Bu ses kısıldığında, sadece üretim değil, adalet de susar.

Anayasanın tanıdığı grev hakkı, yönetimlerin hoşgörüsüne bağlı bir lütuf değil, toplumsal sözleşmenin temelidir. Bu temel sarsıldığında, sadece işçi değil, toplumun tamamı geleceksizleşir. Çünkü alın terine basılan her müdahale, geleceğe duyulan güveni de aşındırır.

Bugün yalnızca maden işçilerinin grevi ertelenmiş olabilir; ancak bu karar, emeğin hak arama zemininin ne kadar daraltıldığını ve grev hakkının ne denli kırılgan hale geldiğini göstermektedir. Bu tür müdahaleler, işçi sınıfına dönük üstü örtülü bir “geri dur” çağrısı niteliği taşımakta; emeğiyle geçinen milyonlara yönelik daha geniş bir caydırıcılık etkisi yaratmaktadır.

Bu mesajı boşa çıkarmanın yolu, emeğin kutsallığını, hak arayışının meşruiyetini ve dayanışmanın gücünü yeniden hatırlamaktan geçer.

SORU: Mehmet Akif Bey, ben İstanbul’da apartman görevlisi olarak 8 yıldan beridir çalışıyorum. Bina kentsel dönüşüme girecek ve yakın zamanda yıkılacak. Kıdem tazminatı hesaplamasında sadece maaş üzerinden mi yapılacak yoksa lojman için ilave alacağım hak var mıdır? İhsan Bey/İstanbul

CEVAP: Apartman görevlileri için kıdem tazminatı hesaplanırken sadece çıplak maaş dikkate alınmaz. Eğer görevli lojmanda yani apartman dairesinde kalıyorsa, emsal kira bedeli, ayrıca elektrik, su, doğalgaz gibi faturalar işveren (apartman) tarafından karşılanıyorsa, bunlar da ücrete eklenerek kıdem tazminatına esas alınır. Çünkü bunlar “ayni menfaat”tir ve işçinin fiilen elde ettiği gelirin parçasıdır. Özetle: lojmanda oturuyorsa, faturaları apartman ödüyorsa kıdem tazminatı sadece maaş üzerinden değil, bu kalemlerle birlikte hesaplanmalıdır.

Türkiye Haberleri