Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri “….demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diye belirtilmiştir.
Yine Anayasamızın “Mahkemelerin Bağımsızlığını” düzenleyen 138. Maddesi “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak karar verir” diyor.
Yani bir hakim öncelikle anayasaya uymak zorundadır. Bu nedenle yargılama aşamasında bir kadına ve de yargılamanın üç asli unsurundan sav, savunma, hüküm üçgeninden biri olan savunma makamındaki bir kadın avukata “……Müslüman ülkede yaşıyoruz, etek boyunuz kısa diyip, mahkeme başkatibini kadın avukatın etek boyunu ölçmekle görevlendirme terbiyesizliğini yapamaz.
Ama hakime böyle davranma cesaretini veren siyasi iktidarı elinde bulunduranların tutum ve davranışlarıdır.
Bugün iktidarı elinde bulunduran AKP “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesince tescil edilmiş” bir siyasal oluşumdur.
Böyle bir iktidar döneminde hakim teminatının da bulunmadığı için hakimlerin en azından bir kısmı siyasi iktidara yaranmak için her türlü yaltaklanmayı yapacaktır.
İşte geçtiğimiz Salı günü kadın avukatın eteğinden dolayı Anayasa ve yasaları çiğneyen hakim de bu düzenin mahsulüdür.
Bugün HSK tarafından açığa alındığına bakmayın, yarın muhakkak ödüllendirilecektir. Aynen kapatma davasında lehlerine oy kullanan AYM üyesi gibi bol maaşlı bir göreve getirilecektir.
Ülkede milyonlarca insan açlık sınırı altında yaşarken, Türkiye’de ve yabancı ülkelerde milyonlarca dolar harcayarak camii yaptırılıyor.
Ve toplumdan da bu duruma tepki veren de çıkmıyor, zira bir korku imparatorluğu yarattılar, aman bizi din düşmanı zannederler diye sessiz sakin çok normalmiş gibi bu olay seyir ediliyor.
Laiklik üstüne yemin etmiş siyasiler, dini siyaseten kullanmayı bir alışkanlık haline getirdiler.
Din insanların vicdanında yaşayan kutsal bir duygudur. Onu siyasete alet etmek ona saygısızlıktır.
Din asgari ahlak olduğuna göre, dindar olduğunu iddia eden siyasetçi öncelikle ahlaklı olacaktır.
Yani yalan söylemeyecektir. “Ne yapalım beni dinleyen olmayınca bende ‘çaldılar’ dedim” demeyecektir.
Bu iftira attığının ikrar etmekten başka bir şey değildir.
Yani, fail masum olduğunu bildiği bir kişiye suç atmaktadır. Bir diğer deyişle “Çaldılar” diyenler, çalma olayı olmadığını bile bile siyasi rakiplerine iftira atmışlardır.
Bunu yapan dini bütün geçiniyor ama günah olduğunu bile bile rakiplerine bühtanda” bulunuyor.
Siyaset yaptıklarına göre demokrasiye inanıyor olmaları gerekir, bu nedenle laik olmak zorundadırlar, zira laiklik, demokrasinin ön koşuludur. Laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü olamaz. Düşünce özgürlüğü olmayınca dürüst bir seçim yapılamaz.
Demokrasiye inanan kişiler besleme basın yaratmazlar.
Artık siyasetçilerimizin anlaması gereken bir diğer konuda, Türk halkının din sömürüsü ile bir tercihte bulunmadığıdır.
Zira Kurtuluş Savaşı sırasında, o idealist insanlar, o tarihte, hem de dinin en büyüğü halife tarafından dinsizlikle damgalanmışlardı. Anadolu insanı o gün de bugünkü kadar dindardı.
Üstelik gerilik ve cehalet çok daha vahim boyuttaydı. Ona rağmen Anadolu insanı din istismarcılarına kanmamış sadece doğruyu yanlışı değil, gerçek dindar ile sahtesini çok iyi ayırmıştır.
Eğer bugünkü bir kısım siyasetçiler, laiklik ilkesinden taviz vererek iktidara gelineceğini ya da iktidarda kalınacağını zannediyorlarsa, ki öyle zannedenler var, bunda da büyük yanılgı içindedirler.
Bütün bu yapılan çirkinlikleri gördükten sonra, iyi ki laik bir cumhuriyette yaşıyoruz demek insanın aklına geliyor, ya bu ülke bir de laik olmasaydı, düşünmek bile insanın içini karartıyor.