Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in “yorulduğu” gerekçesiyle 7 Şubat’ta görevini bırakacağını açıklaması şaşırtıcı oldu kimileri için. Beşbuçuk yıl boyunca ülkesini yöneten Ardern'in 2017 yılında başbakan seçilmesi, Yeni Zelanda siyasetinde bir dönüm noktasıydı. İstifa kararı da ekim ayında yapılacak seçimlerde kimi değişikliklere yol açabilir.
Tabii ki onu özel kılan kimi yanları vardı. 2017 yılında iktidara geldiğinde sadece 37 yaşındaydı. Dünyanın en genç liderlerinden biriydi yani. Ayrıca görevdeyken doğum yapan ikinci başbakandı. (İlki Pakistan Başbakanı Benazir Butto’ydu.) Bence yorgunluk gerekçesiyle de olsa görevini bırakması, koltuğa çakılıp kalanların çok olduğu “erkek” politika dünyasında kolay rastlanmayacak bir tutum. Bu tarafıyla da özel elbette.
Kaybedecek korkusu
Yeni Zelanda’nın gelmiş geçmiş en iyi başbakanı olarak niteleyenlerin sayısı az değil Ardern’i. Ama iktidar yıpratıcıdır bilindiği gibi. Önceleri ne kadar sevilse de son zamanlarda popülaritesi azaldı, başarıları anımsanmaz oldu. Dolayısıyla, yorulduğu bir gerçekse de aslında kaybedeceği bir seçime girmeme isteği daha etkili görevi bırakmasında.
Yeni Zelanda'daki Victoria University of Wellington’da öğretim üyesi olan Bryce Edwards da aynısını düşünüyor. Edwards CNN'e verdiği demeçte, "Şimdi ayrılmanın itibarı için en iyi şey olduğunu biliyor. Ardern seçimi kaybetmektense iyi şartlarda ayrılmayı seçti” diyor. Gerçekten de ayrılmak için “iyi bir zaman”. Son kamuoyu yoklamaları sadece onun değil partisinin de “performansı”nın toplumda hayli kötü görüldüğünü ortaya koydu çünkü.
Polis baba aşçı anne
1980 yılında Auckland eyaletinin Hamilton şehrinde doğan Ardern kelimenin tam anlamıyla halktan biri. Babası polis memuru, annesi ise bir okulda aşçıydı. Waikato Üniversitesi'nden hem siyaset hem de halkla ilişkiler alanında iletişim çalışmaları derecesine sahip olan Ardern, Tony Blair'in hükümetinde politika danışmanı olarak çalışmak üzere İngiltere'de de bulunmuştu. Yani İngiliz politikasını da iyi bilen biri olmasında Londra yıllarının da etkisi var. 2008 yılında seçilmiş bir milletvekili olarak Yeni Zelanda'ya geri döndüğünde milletvekilliği süresince çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırmaya yönelik yasa tasarılarını savundu. Eşcinsel haklarını da tabii.
Zor dönemlerden geçtiğini teslim etmeli. Başbakanlığı sırasında Yeni Zelanda'yı salgın, Beyaz Ada volkanik patlaması, Christchurch kentinde bir camiye yapılan terör saldırısı gibi son derece sarsıcı olaylar sırasında başarıyla yönetti. Ancak Ardern geçtiğimiz yıl özellikle aşı karşıtı ile komplo teorisyeni grupların gittikçe artan şiddet tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Aynı zamanda hayat pahalılığı, suçlarla ilgili toplumsal düzeyde yükselen korkular, nihayet salgın sırasında ertelenen seçim vaatlerinin birikmesi gibi sorunlarla yüz yüze geldi.
Çocuk yoksulluğu sorunu
Bir refah toplumu olarak bilinmesine karşın Yeni Zelanda’nın en önemli sorunlarından biri yaklaşık her sekiz çocuktan birinin yoksulluk içinde yaşaması. Ardern, milletvekilliğinden beri uğraştığı bu soruna bir çözüm bulamadı.
İstifasını açıkladığı sırada söylediği bir söze takıldım. "Görevi bıraktıktan sonra, her zaman nazik olmaya çalışan biri olarak hatırlanmak isterim" dedi Ardern. Her şeyi geride bırakıp gittikten sonra bile nasıl anımsanacağını önemsemesi her politikacıda rastlanan bir tutum değil. Bence hem nazik hem de empati yapma özelliği yüksek biriydi Jacinda Ardern. 2019’da Christchruch kentindeki bir camiye yapılan, çok sayıda kişinin öldüğü ırkçı saldırı sonrası cami cemaatine mensup kadınlara sarılması unutulur gibi değildir. Başbakanlığı döneminde ülkesindeki Müslümanların daha az sorunla karılaştıkları söylenir.
Küresel çapta hayli önemli bir lider olduğu kanısı yaygın. Ama dışarıdaki başarıları ya da imaj değil, içerideki sorunlar görevi bırakmasına yol açtı tabii.
Dışarıda ne yaparsan yap içeride kazanır ya da kaybedersin. Kural bu.
14 Mayıs’ta bunu anlayanlar olacaktır herhalde.