Şubat 2024’de, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM), İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) tarafından prömiyeri yapılan Maometto II operasını, dördüncü girişimim sonrasında nihayet seyredebildim. Temsile gidemediğim için yanan biletlerime üzülsem de eseri ısrarla seyretmek için harcadığım çabaların hepsine değdi. O yüzden bu hafta köşemde onlar var; İtalyan besteci Gioacchino Rossini, Osmanlı tarihinin en donanımlı imparatorlarından II. Mehmet, namı diğer Fatih Sultan ve ihtişamlı prodüksiyonun yaratıcı, uygulayıcı ve icracı ekibi ile İDOB.
Operalar bestecileri ile anılsa da librettoyu yani hikâyeyi yazanlar da onlar kadar kıymetlidir. Ama çoğu kez gölgede kalırlar. Biz spotları ona da çevirelim ve Cesare della Valle’yi unutmayalım. Karmaşık dramatik yapısı olan II. Mehmet operasında siyasi entrika, komplo ve trajedi gibi melodram ögeleri oldukça dengeli bir şekilde yer alıyor. Ciddi opera (opera seria) kategorisindeki eser dünya prömiyerini yani ilk gösterimini 3 Aralık 1820 tarihinde Napoli’de yapar. Bu iki perdelik opera ilk haliyle beklenen ilgiyi görmez. Fatih Sultan Mehmet’in, Venedik Cumhuriyeti hâkimiyetindeki Eğriboz Adası’nı, 1470’de kuşatması sırasında âşık olduğu Anna’nın hikâyesini konu alan operada hem tarihi isimler ve olaylar hem kurgusal aşk hikâyesi birlikte verilmiştir. Gerçek kimliğini sonradan öğrendiği ve düşmanları olan Osmanlı Padişahına âşık olan Venedikli Anna, babasına ve ülkesine olan sadakati ile aşkı arasında bir seçim yapacaktır.
Rossini yaşadığı döneminin ‘Türk modası’ akımını takip ederek (Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma Operası, Beethoven’ın Türk Marşı gibi) Osmanlı kültürüne duyulan Batılı ilgiden ilham alır. II. Mehmet, Rossini’nin Doğu motiflerini Batılı armonilerle harmanladığı nadir örneklerden biri olarak dikkat çeker.
Napoli prömiyerinde hayal kırıklığı yaşayan Rossini eserini yeniden ele alır ve 1822’de tekrar sahneler. Eserin ilk versiyonu olan Napoli finalinde Anna kendini öldürürken, Venedik versiyonunda Anna, Calbo ile evlenir. Napoli trajedi, Venedik mutlu son sever. Rossini bu iki versiyonla yetinmez ve üçüncüsünü 1826 yılında Fransızca olarak Le Siége de Corinthe (Korint Kuşatması) adıyla tekrar düzenler. Paris opera seyircisi için oluşturulan Fransızca versiyon, Rossini’nin ‘Grand Opera’ stiline geçişinin de işaretidir. Daha büyük bir orkestra, görkemli sahnelemeler ve zenginleştirilmiş dramatik unsurlar, eserin Paris’te bir fenomen haline gelmesini sağlar. Bu son haliyle eser uluslararası alanda tanınan bir şahesere döner. Ama gene de bu tarihten sonra neredeyse 200 yıl kadar II. Mehmet Operası sahnelenmez. 1985 yılında tekrar dünyanın ilgisini çeker. Türklerle ilgili operalar içinde en önemlilerinden biri kabul edilen II. Mehmet, Türkiye’de ilk temsilini 1990 yılında yapar. Eser Leyla Gencer’in de katkılarıyla, eski AKM’de, gene İDOB’si tarafından ve Türkçe olarak sahnelenir. 2010 yılına gelindiğinde İstanbul’un Kültür Başkenti olması nedeniyle ve I. İstanbul Uluslararası Opera Festivali kapsamında, Yekta Kara’nın sahneye koyduğu II. Mehmet operası bu kez İtalyanca olarak sahnelenir. Ve Kara’nın sihirli dokunuşları ile mehter takımı da operaya ustaca dahil edilir.
Gelelim 2024’ün Maometto II’sinin künyesine. Operanın görkemini sahneden seyircisine cömertçe sunan bu eserin rejisörü İtalyan Renato Bonajuto. Eserin dekor tasarımı Zeki Sarayoğlu’na, kostüm tasarımı ise Gizem Betil’e ait. Bu iki reji öğesinin sahnelemenin başarısındaki yeri çok önemli. Elbette ki sahnedeki tüm icracı sanatçılardan sonra. Büyük bir takım çalışması ile sahnedeki sanatçıların tümü için tasarlanan, dikilen kostüm ve aksesuarlara ayrıca alkış tutmamak mümkün değil. Işık tasarımı Ahmet Defne’ye, koreografi ise Nil Berkan’a ait. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu’nu Paolo Villa yönetirken, orkestranın şefleri ise Zdravkov Lazarov ile Alessandro De Marchi. II. Mehmet rolünde Burak Bilgili, Doğukan Özkan; Anna rolünde Dilruba Bilgi, Gülbin Günay; Calbo rolünde Barbora Hitay, Asude Karayavuz, Esen Demirci; Paolo Erisso rolünde Mert Süngü, Ufuk Toker; Condulmiero rolünde Berk Dalkılıç, Yoel Keşap; Selim rolünde Hazal Ata, Anıl Önder dönüşümlü olarak rol alıyorlar. Bu kadar çok isim okumak sizi yormuş ya da sıkmış olabilir ama burada yazdıklarım sahnede ve sahne arkasındaki ekibin onda biri. Eserde sahneye çıkacak 138 kişi için dönemi yansıtan tüm kostüm ve aksesuarlar tek tek tasarlanmış, dikilmiş ve böylece 250 kostüm ile 300 şapka hazırlanmış. Kurumun bünyesinde marangozdan boyahaneye, demir atölyesinden kundura atölyesine, makyaj bölümünden peruka atölyesine kadar pek çok imalathane mevcut. Böyle olunca sahneyi kaplayan devasa dekor yapımı da kurumun içinde tamamlanabilmiş. Kostüm, dekor, ışık tiyatroda olduğu gibi operada da hem bir anlatım hem bir metafor. Örneğin Anna’nın temsil boyunca kostümleri değişse renk tercihi onun masumiyetine vurgu yapan beyazken, II. Mehmet’in görkemli kostümleri onu her koşulda güçlü göstermeyi hedefliyor. Dekorun birbirine eklenen ve ayrılan parçaları ile legoyu andıran yapısı sayesinde mekân Erisson’nun toplantı odası, Anna’nın yatak odası, Fatih’in konuk salonu ya da kalenin surları olabiliyor. Dijital teknoloji ve ışık da zaman, mevsim, duygular için zenginleştirici sahne unsurları olarak seyirciyi etkiliyor.
Atmosfer yaratmada dekora ek olarak modern sahneleme teknikleri ile dinamik bir ışıklandırma ve üç boyutlu projeksiyonlarla desteklenen sahne tasarımı oldukça etkileyiciydi. Bazı anlar biraz fazla olsa da operanın görkeminde görmezden gelinebilecek aşırılıklardı. Yalnız bu profesyonelliğe uymayan amatörlük ise dansçıların sahneden çıkışlarında arka perdeden gölgelerinin yansımasıydı. Dilerim diğer temsiller için bu notum yapıcı bir uyarı olur ve tekrarlamaz.
Acaba Rossini bu operasını bestelerken bugünü hayal etmiş midir? Gün gelecek II. Mehmet’in torunları, Türk opera sanatçıları ve müzisyenleri, eserini orijinal dilinde sahneleyecek. Hem de dünya ölçekli bir prodüksiyonla. Rossini’nin II. Mehmet’i gördüğü gibi başka bir besteci de Atatürk’ü tanısaymış keşke. Osmanlı sarayı opera ve operetleri bilse de Türk operası Atatürk’ün eseridir. Operayı kurmak, Türkiye’de bir sanat olarak benimsetmek ve en önemlisi sanatçıların eğitimlerini konservatuar aracılığı ile vermek 1923’de ilan edilmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin ürünüdür. Sanatçısını ve seyircisini birlikte yetiştiren opera için Türk seyircisin yaş ortalaması dünyaya göre daha genç. Bu da eserleri izlerken biz eski kafalıları epey zorluyor. Temsil başlamadan hemen önce yanımda oturan iki genç seyirciyi, o saatte İstanbul’da opera seyretmeye geldikleri için tebrik etmiştim. İçimden tabii ki. Ama beni birinci perde boyunca ellerinden düşmeyen telefonları, video ve fotoğraf çekimleri, mesajlaşmaları, fısıldaşmalarıyla pişman ettiler. Kime kızmalı bilemiyorum artık. Bir eserin nasıl seyredileceği ya da dinleneceği ile ilgili eğitim de çok sayıdaki eğitimsizliğimize bir halka olarak eklenmiş durumda. Yaştan da bağımsız yeni nesil seyirci ile en mükemmel eser bile zulüm olabiliyor. Ama tüm seyirci mobingine rağmen sahnede kalma becerilerimi geliştirdim. Size de tavsiye ederim. Toplumu eğitemiyorsan kendini sakinleştirmeyi öğreneceksin.
Eser güçlü bir teknik gerektiren şarkı söyleme anlayışı olan ‘belcanto’ tekniğiyle yazılmış. Sahnede olağanüstü performanslar dinlememizi sağlayan sanatçıların çok etkileyici solo ve ikili, üçlü sahnelerinin yanı sıra koronun sahneyi hem varlıklarıyla hem sesleriyle doldurdukları anlar da unutulmazdı. Favori sanatçım ise Anna rolündeki soprano Gülbin Günay’dı. Koro eser içindeki varlığı dışında reji olarak da doğru kullanılmıştı. Sahnenin akustik hatası nedeniyle sesi yutan kara deliğine bu kez Mehmet’in görkemli finalini kurban verildi. Ama gene de Osmanlı Padişahının kırmızı kaftanın uzun kuyruğu ile Anna’nın intiharının birleştirildiği an gözlerimize yeterince hitap etti.
Eserde ilgi çekici bir detay vardı; Anna’nın babası Paolo Erisso’nun sağ kolu ve Anna’nın koruyucusu ve sonrasında evlendiği Calbo’nun partisyonlarının mezzosoprano, yani kadın sesi için bestelenmiş olması. Bu, 19. yüzyıl operasında sıkça rastlanan bir uygulama olan ‘pantolon rolü’ (trouser role) kategorisine giriyor. Pantolon rolleri, kadın şarkıcıların erkek karakterleri canlandırdığı özel roller olup, genellikle genç, kahraman ya da naif erkek figürlerini temsil etmek için kullanılan bir teknik. Bu tür roller, kadınların sesinin esnekliği ve parlaklığı sayesinde yüksek dramatik etki yaratmak için tercih ediliyor. Dönemin seyircisi, pantolon rolleri aracılığıyla bir yandan cinsiyet rolleriyle oynayan, diğer yandan dramatik yoğunluğu artıran bu sanatsal tercihe alışkın. Özellikle barok, klasik ve erken romantik dönemlerde sıkça karşımıza çıkan pantolon rollerine Rossini dışında Mozart, Strauss, Gluck, Bellini gibi çok sayıda besteci de eserlerinde yer vermiş.
II. Mehmet operası, Rossini’nin vokal yazımındaki zenginlik ve esnekliği sayesinde hem teknik hem de dramatik açıdan opera sanatçılarının en büyük meydan okumalarından biri. Bestecinin hızlı tempolu kreşendoları, dramatik aryaları ve virtüöz karakter partisyonları AKM sahnesinde, bizim sanatçılarımızca Rossini’yi onurlandıracak kadar başarıyla seslendirildi. Eser, ayrıca Türk müziğine özgü perküsyon enstrümanlarının yanı sıra egzotik temaları çağrıştıran melodik motiflere de yer veriyor.
Kurgusal bir aşk hikayesinin içinde Fatih Sultan Mehmet’i anlatmayı seçen Rossini’nin eserine yakışan bir prodüksiyon, sezon boyunca sahnelenecek. Ayda birkaç temsil olduğu için meraklılarının program ilan edildiğinde biletleri hemen almalarını ve Taksim’in vatandaşa yasaklı günlerine dikkat etmelerini tavsiye ederim. Bu derece büyük maliyetli bir prodüksiyonu birinci kategoriden seyretmekte ısrarlı değilseniz, marka iki sütlü kahve fiyatına bilet bulabilirsiniz. Geçmişte yaptığım eleştirileri tekrarlamakta beis görmüyorum. Devlet kurumlarının bilet satışlarından kar etmek ya da maliyet hesabı yapmak gibi bir tutumu olamaz. Bu nedenle AKM’de yapılan işlerin öğrenciler ve yoksullaştırılan orta sınıf için satın alınabilir olmaya devam etmesi şarttır. Böyle maliyetli yapımları özel sektörde sponsor desteği ile yaptığında bir bilet fiyatı asgari ücretin dörtte birine falan denk geliyor. İşleyen çok sayıdaki sistemin felce uğratıldığı bu dönemde, on yıllarca opera salonsuz bırakılan İstanbul seyircisi için İDOB ve devlet tiyatroları sahip çıkılması gereken zenginliklerimizdir. Halkındır. Koltukları boş bırakmayalım. Yapılan iyi işleri alkışlamak da kötü yapılanları eleştirmek kadar kıymetli. İyi hafta sonları.