Böyle olması bekleniyordu aslında. Görevden alındıktan tam 18 ay sonra Binyamin Netanyahu’nun seçimi kazanacağı biliniyordu. Kuracağı kabinenin elbette sağcı olacağı da. Ancak dün (Perşembe) yemin ederek göreve başlayan hükümet bugüne kadarki sağcı hükümetlerden çok çok daha sağda, aşırı sağcı, dindar bir koalisyondan oluşuyor.
Irkçı olduklarını dünya alemin bildiği Bezalel Smotrich Maliye, Itamar Ben Gvir ise Ulusal Güvenlik Bakanı oldular örneğin. Başka insan yokmuş gibi Smotrich’i İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da sivil politikadan sorumlu askeri birimler üzerinde yetki sahibi de kıldılar, Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak. Sivil bir aktivistken Arap öldürmekten söz eden Gvir de Batı Şeria’da da faaliyet gösteren sınır muhafızları paramiliter birimlerinden oluşan yeni bir bağımsız güvenlik gücünden de sorumlu oldu.
Barış toplumundan
Kurda kuzu teslim etmek demek bu. Bir zamanlar dünyanın en güçlü barış hareketine sahip bir ülkede buna tanık olmak gerçekten çok üzücü. İnsanlığa hümanizmi armağan etmiş bir ulusun çocuklarının, “ötekine” nefret üzerine bina edilmiş bencil bir ideoloji olan sağa bu kadar teslim olması çok acı. İsrail sağcısı için “öteki” sadece “Filistinli” değil, barış isteyen, aydın İsrailli de “ötekidir” bu arada.
Netanyahu hükümet kurabilmek için, aşırı sağa kendi “sağcı çizgisini” de aşan tavizler verdi. Yapılan koalisyon anlaşmasından bunu anlamak mümkün. Bu anlaşmaların resmi bir bağlayıcılığı yok ama Filistin konusunda çok daha sert politikaları uygulayacak kadar “bağlıyor” hükümeti. İlk adım ne olur? Tabii ki Batı Şeria’nın ilhakı. ABD Başkanı Joe Biden’a rağmen bunu yapması pek kolay olmasa da, 2024’de ABD Başkanı’nın bir Cumhuriyetçi olması durumu İsrail lehine kolaylaştırır iş. Başka? Koalisyon anlaşmalarında Akdeniz ile Ürdün Nehri arasındaki "tüm topraklar üzerinde Yahudi halkının münhasır hakkı var” deniyor. Filistinlilerin adı bile geçmiyor. İşgal bölgelerinde konut inşaatlarına hız verilecek. Bu ileride anlaşma olur da hak tanınırsa bir Filistin devletinin kurulmasını imkansızlaştıracak bir girişim.
Arap hükümetlerini tamam da…
Tam, şu meşhur İbrahimi Anlaşmaları uyarınca “düşmanlarıyla normalleşmişken” bu nasıl bir gelişmedir anlamak zor. Hükümetin belki de gerçekleşmesi en zor olan “hedef”lerinden biri Arap-İsrail çatışmasını sona erdirecek politikalar uygulayacak oluşu. Filistinliyi yok saymasına aldırmayan kimi Arap yönetimleriyle “normalleşir” ama Arap halkında, hiçte hoş bulmadığım “Yahudi nefretini” geliştirir Netanyahu’nun aşırı sağcı/dindar hükümeti.
Netanyahu da tabii ki verdiği kadar taviz de aldı. Örneğin en yakınındaki Yariv Levin'i Adalet Bakanı yaptı. Anlaşmalar uyarınca koalisyonu oluşturan partiler Levin'in yargıya ilişkin tüm kararlarını desteklemek zorunda. Koalisyon anlaşmaları uyarınca yeni hükümet yargı sisteminde değişiklikler yapacak. Bunun, dolandırıcılık, güveni/görevi kötüye kullanmak suçlarından yargılanan Netanyahu için ne büyük bir iyilik olduğu ortada değil mi?
Daha da kötüsü var. Koalisyon anlaşmaları doğrultusunda alınacak yeni kararlarla İsrail Parlamentosu (Knesset) Yüksek Mahkeme’nin kararlarını işlevsiz kılabilecek. Bölgenin tek demokrasisi olan İsrail’de çok ama çok büyük bir antidemokratikleşme sürecinin başladığı anlamına geliyor bu.
Bir yazımda (ya da Burak’ın Halk Tv’deki programında) “İsrail de İtalya gibidir, bu iki ülkenin siyasal sistemi aşırı sol ya da sağı kendi çizgisine getirir“ demiştim. İsrail için yanılır mıyım bilmiyorum ama Netanyahu’nun aşırı sağcı/dindar hükümetinin özellikle hukuk sistemine ilişkin “aşırılıklarının“ farkında olan ülke Başsavcısı ile Yüksek Mahkeme Hakimi’nin yanı sıra çok sayıda hukukçu gelişmelere sıcak bakmıyor. Çok zor bir coğrafyada demokraside karar kılmış bir ülke olarak İsrail’in “hukuk yolu“ndan çıkmasına izin vermeyecek dikkatli kesimler de var ülkede. Aşırı sağcı/dindar bir hükümetin kurulmasını önleyecek güçleri yokmuş belli ki, ama varlar işte.
Kolunu kaptırırsın
Netanyahu’nun yanlış yapması onu kısa sürede düşürebilir koltuğundan. ABD Yahudi toplumunun önde gelenleri geçenlerde aşırı sağcılarla hükümet kurmaması konusunda Netanyahu’ya çağrı yapmıştı. Bunu yapmalarının birçok nedeni var ama birisi özellikle önemli. Koalisyonun kimi üyeleri İsrail’e kimlerin göç hakkına sahip olduğunu belirleyen yasalarla da oynamaya hazırlanıyor. Bu başta ABD’dekiler olmak üzere diasporada yaşayan Yahudilerin tepkisine yol açacak haliyle.
Koalisyon anlaşmaları uyarınca Tevrat öğrenimi gören yeşiva öğrencilerini askerlik hizmetinden muaf tutan bir yasa da çıkarılacak deniyor ki, dinci kesimlere verilen bu tavizlerin arkası kesilmez. Netanyahu hükümet kurabilmek için dincilerin hoşuna gidecek ama kendi altındaki zemini kaydıracak adımlar atmış belli ki. Hakkında iki suçtan hüküm verilmiş olan Ultra Ortodoks Shas partisinin lideri Aryeh Deri'nin içişleri/sağlık bakanı olabilmesi için de yasa değiştirildi. Önümüzdeki hafta Yüksek Mahkeme bu atamanın yerinde olup olmadığını karara bağlayacak.
Başta Filistinliler olmak üzere yeni İsrail Kabinesi kadınlar, LGBT ile ülkede yaşayan Yahudi olmayan kesimler için de bir kâbus aslında. Netanyahu ne kadar tersini söylese de bu bir gerçek. 29 bakanlı yeni hükümette beş kadın bakanın yer alması sevindirici ama bir önceki hükümette dokuz kadın bakan vardı.
Başbakan olmak için verdiği tavizlerin kendisini etkilemediğini düşünüyorsa yanılır Netanyahu. Gericiye elini veren kolunu kaptırır.
Anlayacak İsrail toplumu da bunu.