Ülke gündemi farklı. Şiddetin kollarına adeta teslim edilmiş sağlık çalışanlarına yönelik saldırıların, cinayetlerin arttığı bir dönemdeyiz. Önceki gün bir hasta yakınının alçakça saldırısı sonucu yaşamını yitiren genç bir doktorun acısı sardı ülkeyi. Sağlık ordusunun tüm çalışanları dün acılarını iş bırakarak (acil servisler açıktı tabii) haykırmak, seslerini duyurmak istediler. Karşılarına çıkarılan polis buna izin vermedi, malum.
Böyle bir ortamda doğrusu kimin ilgisini çeker bilmiyorum ama İngiltere’de dün siyaset tarihinin en çarpıcı gelişmelerine tanık olundu. Ülkede daha önce hiç bir başbakanın karşılaşmadığı bir tür “terk edilme” yaşadı Başbakan Boris Johnson. Beş bakanı birden istifa eden Johnson bir bakanını da kendisi görevden alınca birden bire “boşalmış bir kabineyle” başbaşa kaldı. Ayrılan bakanların yerine yapılan atamalar da, görevlendirilenlerin Johnson’a istifa etmesini önererek ayrılmalarıyla durum Başbakan için daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Johnson’a, önce direnir gibi yapmasına rağmen, istifadan başka yol bırakmayan bu gelişmelerin herkese vereceği kimi dersler var. O nedenle, ülkedeki gündeme ters düşecek de olsa yine de söz edilmesi gerekiyor bu yüzden.
Etiği savunmak
Öncelikle politikada “etik” denen kavramın ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından çok önemli olan biten. Başbakan’ın önce pandemide halkından yapmalarını istediğini kendisinin yapmaması, üstelik bu ortaya çıktığında yalana başvurması tolere edilir değildi. “Partygate” olarak adlandırılan o skandala rağmen, partisi içinde yapılan güven oylamasını kıl payı kazanan Johnson’un ikinci yalanı da yaptığı hatalı bir atamayla ilgiliydi. İngiltere’deki siyasi partilerde var olan, Başbakan’ın (parti liderinin) alacağı kararın desteklenmesi için, bazen baskıcı da olabilen Chief Whip kurumunun başkan yardımcılığına Chris Pincher’i erkeklere taciz ettiği iddialarına rağmen ataması ciddi bir sorundu. Bildiği halde bu atamayı yapması, taciz olaylarını hafifseme anlamına geleceğinden tepki büyük oldu. Johnson’un “iddialardan haberim yok” dedikten sonra baskılar sonucu aslında durumu bildiğini açıklaması zaten pek de olmayan güvenirliliğini gittikçe zedeledi.
Muhalefete gerek kalmadı
Bakın burada en dikkat çekici olan muhalefete gerek kalmadan, halka yalan söylediği için Johnson’un “ipini çekenin” kendi partisi olmasıdır. Yani “dava için” yapıp ettiklerine sessiz kalan yol arkadaşları yok Johnson’un. Onun yalanlarına ortak olmak istemeyen, bunu “ahlaksızlık” sayan bakanlar, milletvekilleri var. Savunulamayacak her haltı yedikten sonra “bir kereden bir şey çıkmaz” vs diyerek, yaptıklarına göz yumulmasını isteyen çirkin politikacılar da yok.
Gelenek dışı bir figür
Theresa May başbakanlıktan ayrıldığında bu kadar gürültü kopmamıştı. Bu seferkinin çok ses getirmesi Johnson’un gerçekten ilginç bir figür olmasıyla ilgili. Davranışları klasik “İngiliz tutumu”yla uyumlu değildi bir kere. Geleneksel İngiliz politikacı davranışının kalıplarını kırar bir tarafı da oldu. Tuhaftır bu tutumu yüzünden 2019 genel seçimlerinde hayli önemli oy kazandı. (Buna rağmen Johnson’u da, May gibi, halkın seçmediğini, parti içi kararlar sonucu Başbakan olduğunu anımsayalım. 2019 seçimlerini halkın Johnson’u seçtiği şeklinde yorumlayanlar da var tabii). Beklenen standartlarda hareket etmemesinin ona kazandırdığı bir cazibe olduğu da kesin.
Ancak inatçılığı, başbakanlığı bırakmamak için ayak dirediği biliniyor. Hatta bu amaçla, parti içinde büyük desteği olduğuna da inanarak, yeniden kendisi için güven oylaması bile istediği konuşuluyor. Rekabetçi bir doğasının olduğu da kesin. Hakkında şu sıralar yazılanlar arasında özellikle “hükümet tarzı”nın “süper savunmacı” bir tarz olduğunu söyleyenlere rastladım ki aslında bu ülkesini “dünya meselelerinden çekmek isteyen” ABD Başkanı Donald Trump’a ne kadar benzediğini düşündürttü bana.
Johnson’un da Trump gibi geleneksel bir politikacı olmadığı için kendisine yönelik eleştirilere geleneksel dürüstlük kavramlarıyla cevap vermediği ortada. Böyle de bir benzerlikleri var.
Ama geleneksel çizginin dışına çıkıyorum diyerek yalan söylemek, hala etik bir sorun olarak görüldüğü için partisinin liderliğinden oldu. İngiliz partilerinde Genel Başkan ile Lider ayrı kişilerdir. Kendi adıma hiç bir partinin genel başkanı kimdir bilemem, o kadar kamudan uzak bir pozisyondur yani. Ama liderlerini herkes bilir. Johnson, liderliğini yaptığı Muhafazakar Parti’nin sonbaharda yapılacak kongresinde yeni liderin seçilmesiyle Başbakanlık’ı da bırakacak. O zamana kadar etkisiz bir Başbakan olacağı bilinmesine rağmen şimdi, parti içerisinde değişikliğin kongreden önce yapılması, Johnson’un Başbakanlığı da bırakması isteniyor. Muhalefet ise, yani İşçi Partisi de erken seçim çağrısı yapıyor.
Bir daha anımsatayım; Johnson’a, “sen yalancısın” diyen de, istifasını isteyen de, “bizi utandırıyorsun” diyerek kızan da kendi partisi. Yani anlayacağınız İngiliz milletvekillerinin başbakanlarını koruyacak “davaları” falan yok. Her ne kadar savunmadığım bir sistemin figüranları da olsalar, “ahlakları” var ama.
Şu gelişmeleri gördükçe bizim “dava sahiplerine” anladıkları dilden seslenmek şart oldu: “Ol gani seddar cümlenizi ıslah eylesin”.