İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirilmesi ve hapis cezası verilmesi bir sivil darbe niteliğindedir.
Kendisine “ahmak” diyen bakana bu sözü iade eden İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesi, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin oluşturduğu “parti-devlet”in doğurduğu bir sonuçtur.
Bırakın dünyanın demokratik hukuk devletlerini kabile devletlerinde bile “ahmak” sözünün söyleyene iade edilmesi bu şekilde cezalandırılamaz.
Bu kararın işaret ettiği asıl tehlike ve tehdit, Türkiye’nin demokrasiden ve hukuktan söz edilemeyecek bir ülkeye dönüştürülmüş olmasıdır.
İmamoğlu’na verilen cezayla ilgili olarak karmaşık birçok komplo teorisi ortaya atıldı. Hatta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu karardan memnun olmadığı, kararla ilgisi bulunmadığı, bu kararın İmamoğlu’nu parlatmak için verildiği gibi teoriler ortaya atıldı.
Bu teorilerin geçerliliği yok.
İktidar, bu hukukla bağdaşmayan kararla ne mesajlar verdi?
İmamoğlu’na hapis ve siyasi yasak kararıyla iktidar, önümüzdeki seçimleri kazanabilmek için her şeyi yapabileceği mesajı verdi.
Muhalefetin buna hazırlıklı olması gerekir.
Önümüzdeki seçimlerde Erdoğan karşısında güçlü adaylar arasında gösterilen Ekrem İmamoğlu’nun aday yapılmasına engel olacağını gösterdi.
İmamoğlu’nu mahkûm ettirerek seçimde kaybettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yeniden ele geçirmeyi hedeflediği anlaşıldı.
Bu nedenle öyle karmaşık senaryolar üretmeye gerek yok.
“İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” diyen iktidar hem güçlü bir rakibi tasfiye etmeyi hem de seçimler öncesinde İstanbul Belediyesi’nin kaynaklarını yeniden AK Parti ve bağlı vakıflar eliyle propaganda amacıyla kullanmak için seçmenin iradesini yok saymaktan çekinmedi.
Tabii muhalefet açısından çıkarması gereken bir ders de İmamoğlu darbesinin son örnek olmayacağıdır.
İktidar başka aday adaylarını büyük bir risk olarak görürse benzeri kararlarla onların da önünü kesebilir.
Bu kararın da bir kez daha gösterdiği gibi önümüzdeki seçimlerin demokratik ve eşit koşullarda yapılacak bir seçim olmayacağını şimdiden görmek gerekir.
İktidarın propaganda için devletin tüm maddi olanaklarından yararlanmasının yanı sıra, kontrol ettiği devlet kurumları eliyle de muhalefeti sıkıştıracağı açıktır.
Daha önce de birçok kez vurguladığım gibi önümüzdeki seçimlerde muhalefet sadece iktidarla değil aynı zamanda devletle de yarışmak zorunda kalacaktır.
İmamoğlu davasında, ceza vermeye eğilimli gözükmeyen yargıcı bu davadan alıp başka bir yere süren, yerine ceza verecek bir yargıcı atayan iktidarın bu yöntemi başka adaylar için de uygulamayacağının bir garantisi yoktur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti kurmaylarının böyle bir kararın İmamoğlu’nu mağdur ederek güçlendireceği ve Altılı Masa’yı kenetleyeceğini tahmin etmemeleri mümkün değildir.
Bunu bilmelerine karşın yargıç değiştirerek bu orantısız cezayı vermeleri iktidarda kalabilmek için her şeyi göze aldıklarının da göstergesidir.
İktidarın, demokratik kuralları, hukukun üstünlüğünü, eşit koşullarda seçimi dikkate almayacak bir yaklaşıma sahip olduğu açıktır.
İktidarın bu hamlesi beklendiği gibi Altılı Masa’nın kenetlenmesi sonucunu doğurdu.
Altı lider Saraçhane’de İmamoğlu’nun arkasında birlikte durdular.
Bu kenetlenmenin seçime kadar ödünsüz bir şekilde devam ettirilmesi muhalefetin seçimi kazanması için vazgeçilmez koşuldur.
İmamoğlu’na vurulan darbe Türkiye’de siyasetin yeni bir aşamaya geçtiğinin kanıtıdır.
Muhalefetin bu ağır ve orantısız koşullarda seçimi kazanabilmesi her şart altında birlikte hareket edebilmelerine ve gösterilecek adayın arkasında ödünsüz durmalarına bağlıdır.