Altın madenciliğinde siyanür kullanımı ilk kez 19 yüzyılın sonlarında, Türkiye'de ise 2001 yılında Bergama Ovacık madeninin kurulmasıyla başlamış olup, bugün 20’ye yakın işletme bu yöntemle altın madenciliği yapmaktadır. Maden Mühendisleri Odası'na göre dünyada altın üretiminin yaklaşık yüzde 85'inde siyanür kullanılmaktadır. 10 yıla kadar sürebilen bir araştırmayla başlatılan, daha sonra geliştirme ve sondajlarla devam eden çok aşamalı bir süreç olup, üretimin yapıldığı madenler 30 yıla kadar aktif kalabilmektedir.
Ancak bazı ülkelerde siyanür kullanımına yönelik çeşitli kısıtlamalar bulunmaktadır. Avrupa Parlamentosu, 2010 yılında Avrupa Komisyonu’nu siyanür madenciliğinin tamamen yasaklanması için harekete geçmeye çağıran bir karar tasarısını oylamıştır. ABD ve Arjantin’in bazı eyaletleriyle, Almanya, Çekya ve Macaristan’da tamamen yasaklamıştır.
Düşük maden potansiyeline sahip yataklarda kullanılan siyanürlü madencilik faaliyetleri; arama, sıyırma ve patlatma, öğütme ve siyanürleme ile atıkların depolanması olarak 4 ana aşamadan oluşur. Kaya ve toprak içinde çok küçük boyutlarda bulunan altının elde edilebilmesi için kaya ve toprak öğütülerek taneciklere dönüştürülür ve bantlarla siyanürleneceği alana (liç) taşınır. İngilizce leaching yani süzme kelimesinden gelen siyanürlü liç yönteminde, cevher siyanürlendikten ve içindeki altın ayrıştırıldıktan sonra, geriye kalan siyanürlü atıklar su ile arındırılır ve atık havuzunda tekrar kullanılmak üzere tutulur. Bu işlem, tank liçi (kapalı ortamda siyanürleme) ve yığın liçi (açık ortamda siyanürleme) olarak adlandırılan iki farklı yöntemle uygulanır. Madencilikte tank liçi, yığın liçinden daha maliyetli bir teknik olduğundan, tıpkı İliç’te olduğu gibi, genellikle yığın liçi tercih edilir.
Maden şirketleri bu havuzların çok dikkatli bir şekilde yönetildiğini söyleseler de, Birleşmiş Milletler Çevre Programına (UNEP) göre, son 10 yılda 40'tan fazla ciddi ölçekte atık maden barajı kazası yaşanmış, yüzlerce insan zarar görmüş ve temiz suya erişim sağlanamamıştır.
Geçmişte de dünyada benzer kazalar görülmüştür. 1971 yılında Romanya’daki Certej adlı altın madeninde yaşanan bir kazada, atık suyun depolandığı barajın patlaması sonucu 300 bin metreküp zehirli su Certeju de Sus adlı kasabayı basmış, 89 kişi hayatını kaybetmiştir.
1984 yılında Papua Yeni Gine’deki bir madende 2 milyar tondan fazla işlenmemiş atık su maden çevresine boşaltılmış, zehirli atıklarla bölgede yaşayan en az 50 bin kişinin etkilendiği söylenmiştir. Aynı yıl Kanadalı şirket Galactic Resources’un ABD’de işlettiği bir altın madeninde siyanür kullanılması
üzerine, 610 bin metreküp zehirli atık su birikmiş, şirketin iflas etmesi üzerine ABD hükümeti, atık suyun temizlenmesi için yüzlerce milyon dolar harcamak zorunda kalmıştır.
1996’da Filipinler’deki Marcopper Mining adlı Kanadalı şirketin işlettiği altın madeninin tünellerinde oluşan çatlak, zehirli atıkların Makulapnit-Boac nehrine taşmasına neden olmuş, sızıntı kısa sürede bölgeye yayılırken, çok sayıda köy tahliye edilmiş, tarım alanları kullanılamaz hale gelmiştir.
Yine Romanya’da 2000 yılında yaşanan maden kazası, Çernobil’den sonra Doğu Avrupa’daki en yıkıcı endüstriyel kazalardan biri olarak kayıtlara geçmiştir. ‘Baia Mare’ siyanür sızıntısı olarak anılan olayda, nehre karışan zehirli madde büyük bir çevre felaketi yaratmış, Macaristan ve Sırbistan’a ulaşan sızıntı nedeniyle Tuna Nehri’nde toplu balık ölümleri yaşanmıştır.
Altın madenciliğinin tüm aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler içermekle birlikte, özellikle yığın liçi yöntemi (açık alanda siyanürleme) en yüksek risk taşıyan tekniktir ki, İliç’te, Fırat nehrine sadece 300 metre mesafede kurulan bu madende büyük çevre felaketine neden olabilecek durum da bundan kaynaklanmaktadır.
Bir yerde altın madeni işletmek, orada sadece su varsa mümkündür. İklim değişikliğine bağlı kuraklıkların etkin olduğu ülkemizde, maden çalışmaları su için kirletici olmanın dışında, yüzey ve yer altı sularının azalmasında da etkili olur. Siyanür, karbon ve nitrojen içeren kimyasal bir grubun adıdır. Siyanür bileşiklerinin büyük bölümü güçlü ve çabuk etki gösteren zehirlerdir. Siyanür soluma, toprağa temas, su ve besinlerin tüketilmesi yollarıyla vücuda alınır.
Sodyum siyanür toprak içindeki altını topraktan ayırırken aynı zamanda toprakta bulunan zararsız bileşikler halindeki arsenik, antimon, kadmiyum, kurşun, cıva, molibden gibi element/ağır metalleri de serbestleştirip zararlı forma dönüştürür. Altın madeni etrafında bulunan yüzey sularından, topraktan, suda yaşayan bitki ve böceklerden, kara bitkilerinden, kuşlardan alınan örneklerde arsenik düzeyinin yüksek olduğu saptanmıştır. Şebeke sularındaki cıva düzeyinin artışının atık havuzlarıyla ilişkili olduğu, atık depo alanlarında gerçekleşen sızıntı ve taşmalar sonucunda suya ve toprağa kadmiyum karıştığı bilimsel çalışmalarla belirlenmiştir. Soluma, su ve gıdanın tüketilmesi yoluyla vücuda giren siyanür ve diğer ağır metaller nedeniyle, akut ve kronik zehirlenme, kansızlık, kalp yetmezliği, kanser (cilt, prostat, karaciğer, mesane, böbrek, akciğer ve solunum yolları vb.), böbrek yetmezliği, akıl hastalıkları, anormal
doğumlar görülebilmektedir.
Kendi ülkelerinde, sıradan bir bahçe düzenlemesi için bile yerel makamlardan izin alınmasını zorunlu kılanların, bizim ülkemizde insan ve doğa katliamı pahasına en ucuz ve en riskli tekniklerle altın çıkarmalarına onay verenleri, yaptırım içermeyen tavsiye denetimlerle bu yabancı firmaları başıboş bırakanları, bununla da yetinmeyip bir kalemde vergi borçlarını silenleri, bir Türk vatandaşı olarak hiçbir zaman affetmeyeceğimi bildirmek isterim.
Elbette altın değerli bir madendir; ama su ve çevre hayattır. Muhtemelen yakın gelecekte insanlığın karşılaşacağı en büyük sıkıntılar, hatta savaşlar, su ve verimli toprakların paylaşılamamasından kaynaklanacaktır.