Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, depremin yıldönümünde, Hatay’da partisinin adaylarını tanım toplantısında yaptığı konuşma tepki topladı ve çok tartışıldı.
Erdoğan Hataylılara şöyle seslendi:
"Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.”
Bu konuşmanın mesajı “oy vermezseniz hizmet alamazsınız” şeklinde ifade edilebilir.
Erdoğan bu konuşmayı Hatay’da yaptı ama mesaj sadece Hataylılara değildi.
Yerel seçim öncesinde bütün Türkiye’ye yönelik bir mesajdı.
“Hizmet almak istiyorsanız AK Parti adaylarına oy verin” mesajı.
Böyle bir mesajın Hatay gibi büyük bir felaket yaşamış, acı içindeki kentte verilmesine başta muhalefet partileri olmak üzere çok yaygın bir tepki de geldi.
Deprem sürecinde Hatay Belediyesi’nin merkezi hükümetten neden gerekli hizmeti ve yardımı hızlı ve yeterli alamadığının nedeni olarak Erdoğan’ın bu yaklaşımı gösterildi.
Erdoğan aslında bilinen bir gerçeği ifade etmiş oldu.
AK Parti iktidarının hizmet anlayışının özü bu.
“Oy verirsen hizmet ve yardım alırsın.”
AK Parti, büyük kentlerin çevresindeki kent yoksulu bölgelere ve vatandaşlara yardımı “oy vermezseniz yardım kesilir, CHP’yi seçerseniz yardım alamazsınız” propagandasıyla dağıtıyordu.
Bu hizmet anlayışı siyasi literatürde “klientalizm” olarak adlandırıyor.
Bu kavram “kamu hizmetinin oy karşılığı verilmesi”ni ifade ediyor.
Bu konuyu en iyi işleyen isimlerin başında CHP Milletvekili Prof. Dr. Fethi Açıkel geliyor.
Açıkel, “AKP Otoriterliğinin Psikopatolojisi” kitabında bu yaklaşımı şöyle aktarıyor:
“AKP’nin otoriter-klientalizmi siyasi ve ekonomik bölüşüm vaatleriyle birlikte;
Siyasi patronaja (himayeye ve hamiliğe) itaate zorlayan tehditçi ve şantajcı mekanizmaları da etkili biçimde harekete geçirebilmiştir. AKP’nin ideolojik ve dinsel referanslar ile ekonomik bölüşüm şebekeleri boyunca inşa ettiği bu siyasi kabilecilik formları, otoriter-klientalizmin en önemli dayanakları olmuştur.”
Açıkel, aynı konuyu işlemeye şöyle devam ediyor:
“Yurttaşları sosyo-ekonomik araçlarla bağımlılaştıran ve onların siyasi sadakatlerini sürekli test eden bu rejim otoriter bir himmet/yardım ve inayet/lûtuf kültürünü de tepeden tırnağa tüm kanallar boyunca inşa etmeye çalışmıştır.”
Bu değerlendirme AK Parti iktidarının “hizmet-yardım” götürürken “bizden-bizden değil” ayırımı yaptığı ifade ediyor.
Oysa demokratik hukuk devletlerinde kamu hizmeti verilirken böyle bir ayırım yapılmaz.
Vatandaşlar devlet hizmetlerinden eşit ölçüde yararlanırlar.
Bu hakları da anayasada güvence altına alınmıştır.
Türkiye’de anayasa hükmü vatandaşların eşitliğini garanti altına alır.
Ancak AK Parti iktidarı bütün seçim kampanyaları gibi kamu hizmeti ve yardımlarını da “AK Parti’ye oy verme” koşuluna bağlamış durumda.
Her olaya ve duruma “buradan ne oy alırım” anlayışıyla yaklaşan AK Parti’nin bu anlayışının deprem gibi bir büyük afet karşısında bile değişmediği ortaya çıkmış oldu.