Yaşı yetenler hatırlar, yaşı yetmeyen ama konuya meraklı olanlar da yaptıkları okumalardan bilir: Eski dönemlerde AKP iktidarının en büyük argümanı rejimin nimetlerinden yararlanan seküler bir “kaymak tabaka” karşısında halkı temsil ettiği iddiasıydı ve bütün meşruiyetini bu iddia üzerine kurmaktaydı. Özellikle birinci ve ikinci iktidar dönemlerinde AKP, karşısında konumlanan Atatürkçü kesimleri toplumdan kopuk, jakoben ve dayatmacı gruplar olarak tasvir ederken kendisini “geniş yığınların sesi” gibi sunmaktaydı. Bu dönemler AKP’nin halk desteğinin de en yüksek olduğu zaman dilimiydi. AKP iktidarı herhangi konuda önüne bürokratik ve yasal bir engel çıkarsa derhal halka gitmekte ve bu engelleri seçim ya da referandum yoluyla aşmayı denemekteydi.
Yıllar içinde çok şey değişti. AKP birinci parti olma özelliğini yitirdi ve günden güne daha da eriyor. Halk nezdindeki karşılığı artık çok tartışmalı. Her ne kadar kendisine oy vermekte ısrar eden bir kemik kitlesi halen olsa da toplumun büyük çoğunluğu artık AKP’yi başarısız buluyor, Türkiye’nin politik ve sosyoekonomik sorunlarından onu sorumlu tutuyor ve bu iktidarın devamını artık istemiyor. Bir zamanlar AKP için kaçış yolu olan sandık seçeneği artık tam tersi biçimde onun korktuğu, bahsini dahi duymak istemediği bir konu haline geliyor.
31 Mart’ta yaşadığı seçim yenilgisinden beri AKP’nin üzerinde bir erken seçim baskısı var. Bu baskı gitgide kendisini daha da gösteriyor, farklı halk kesimleri arasında, hatta genel seçimde Cumhur İttifakına oy vermiş kitlelerde bile bu talep yükseliyor. Medeni ülkelerde iktidarlar böylesi bir seçim hezimetinde halktan bir talep gelmeden dahi seçim kararı alıp halkın güvenoyunu tekrar kazanmanın yollarını ararken AKP iktidarı toplumdan gelen çağrılara kulaklarını tıkamayı tercih ediyor.
Çünkü karşımızda halkla olan ilişkisi kopmuş bir iktidar var. İktidara mensup bakan ya da milletvekilleri halkın olduğu ortamlara giremiyor, çünkü yurttaşların sorularına, eleştirilerine, isyanına cevap veremeyeceklerini biliyorlar. Bir pazar yerinde, bir alışveriş merkezinde, bir Halk Ekmek büfesi önünde gözükmek yetkililer için artık düşünülemez bir risk. Önceden ayarlanmış kişilerin oluşturduğu küçük grupların içine girerek sahte “halkla birliktelik” görüntüleri vermekten başkası ellerinden gelmiyor.
Üstelik AKP, yerel yönetimlere dönük olarak hukuksuz ve antidemokratik kayyum uygulamalarını da hâlâ devam ettiriyor. Geçtiğimiz yıllarda doğuda HDP’nin kazandığı neredeyse her belediyeye haksızca el konulduktan sonra sıra bu kez İstanbul’a kadar geldi. Kendi bölgesinde iki kişiden birinin oyunu kazanan bir belediye başkanı “şafak operasyonuyla” tutuklanırken, onun yerine belediye meclisinde yeni bir seçim yapılmasına dahi izin verilmedi, doğrudan kayyum atandı. Yani yine halka karşı darbe yapıldı, halk iradesi bir kez daha açıkça gasp edildi.
Bu sürecin nereye varacağı, daha doğrusu nereye vardırılmak istendiği net. Kamuoyunun ve muhalefet partilerinin tepkilerini test eden AKP iktidarının, koşulların olgunlaştığını düşündüğünde aynı uygulamayı İBB ve Ekrem İmamoğlu için de hayata geçirmeyi deneyeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Üç defa yenildiği bir rakibi sandıkta yenemeyince onu hukuksuz biçimde yerinden ederek hem İBB’ye el koymayı hem de İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanı adaylığını engellemeye çalışacakları kesin. Yani yine halka karşı, yine halkı karşılarına alarak hareket edecekler.
O kadar kritik bir aşamadayız ki, AKP iktidarı bu eşiği de aştıktan sonra Türkiye’de serbest bir seçimin yapılmasına müsaade edecek mi, o bile soru işareti. Zira halkın desteğini kaybettikleri ölçüde ondan kopuklukları da, zalimlikleri de artıyor.
Siyasi iktidarların yaşam çizgisi de insan ömrüne benzer. Nasıl ki insanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürse, iktidarlar da kurulur, gelişir, olgunlaşır ve siyasi ömrünü tamamlar. AKP artık son aşamadadır çünkü halkın ekseriyeti ile arasında artık kapatılamaz bir mesafe oluşmuştur. Kendisi açısından kaçınılmaz finali gören AKP iktidarı bundan sonraki süreçte demokrasi rotasından daha da sapacaktır. Muhalif kamuoyunun buna şimdiden hazırlıklı olması, yaşananları asla normalleştirmemesi ve demokratik mücadele yollarını belirlemeye başlaması şarttır.