Faiz indiriminin sonucu olarak doların fırlaması, benzine, motorine üst üste zam yapılması, benzin kuyruklarının oluşması, una, şekere, ayçiçeği yağına zam gelmesi ve sınırlı sayıda satılması gibi sonuçlar ortaya çıkınca, iktidar yanlıları yine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı “dış güçlerin saldırısı altında kalmış, mağdur bir lider” olarak göstermeye başladılar.
Bu kez dış güçler ile yerli işbirlikçileri döviz üzerinden operasyon çekiyorlarmış, böylece Türk ekonomisini çökerteceklermiş ve Erdoğan’ı da tasfiye edeceklermiş, aman bu oyuna gelmemek lazımmış!
Neresinden tutsanız elinizde kalan bir algı yaratma çabası.
Bir kere, Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün icra gücünü elinde bulunduran, ülkenin en güçlü adamı. Her şeye tek başına karar verme yetkisi var ve bu yetkisini de kullanıyor.
Ayrıca herhangi bir saldırı altında değil.
Faizin indirilmesine Erdoğan karar verdi. Bunun dövizi fırlatacağını da biliyordu. Ancak Türk lirasının düşmesinin, dövizin çıkmasının Türk ekonomisi için doğru olacağına inanıyordu. İnandığı gibi yaptı. Bunu O’na dış güçler yaptırmadı. Aksine Erdoğan, bu kararıyla ekonomik kurtuluş savaşını başlattığını ilân ederek ne kadar doğru karar verdiğini dünyaya duyurdu. Dolayısıyla Türk ekonomisine ve Erdoğan’a yönelik bir dış saldırı yok. Erdoğan da mağdur durumda değil.
Gerçek böyle olduğu halde iktidar yanlıları sanki faizi indiren dış güçlermiş veya muhalefet partileriymiş gibi yine “büyük oyun oynanıyor, diz çöktüremeyecekler” diye yayın yapmaya başladı.
Öyle büyük bir oyun oynanıyormuş ki, Türkiye’ye ve Erdoğan’a, “faizi indirirseniz size dövizle vururuz, çökertiriz” diyorlarmış! Tabii Erdoğan da faizi indirince, dövizle vurmaya, çökertmeye başlamışlar!
Gerçeği çarpıtarak, dövizin yükselmesini, buna bağlı olarak fiyatların fırlamasını, benzinden una kadar her ürüne zam gelmesini dış güçlerin büyük oyunu diye yutturmaya çalışmak, en hafif deyimle halkın zekâsını küçümsemektir.
Vatandaş ne olup bittiğini biliyor, yaşıyor.
Buradan bir mağduriyet üretip, sorumluluğu dış güçlere ve muhalefet partilerine yüklemeye, Erdoğan’ı saldırı altındaymış gibi göstererek destek bulma çabasına artık halk inanmıyor. Buna AK Partili kesimler de dahil.
Gerçekle ilgisi olmayan bir başka algı oluşturma çabası da “diz çökmeyeceğiz” naralarında yatıyor.
Kimsenin Türkiye’ye “gel önümde diz çök” dediği yok.
ABD Başkanı Biden’la görüşmek, bir kare fotoğraf verebilmek için olmadık yöntemlere başvuran Türkiye. Rusya’nın 34 askerimizi şehit etmesinden sonra bir karşılık veremeyip Kremlin’in salonlarında bekletilen Türkiye. Gazete manşetlerinden hakaret edilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Veliaht Prensi Nahyan’ı kral protokolüyle baş tacı eden yine Türkiye.
Durum böyle olduğuna göre, “diz çökmeyeceğiz” naraları kime karşı atılıyor?
Daha düne kadar BAE, 15 Temmuz’u ABD ile birlikte organize eden, finansmanını sağlayan bir numaralı düşman ilân edilmemiş miydi? Dünyada Türkiye’ye karşı ne varsa bu Prens tarafından desteklenmiyor muydu? Türkiye’ye bütün terör örgütlerini BAE beslemiyor muydu?
İktidara yakın medya günlerce bu manşetlerle çıktı. Hatta içlerinde hızını alamayıp, BAE’ye savaş açılması, savaş gemilerinin BAE kıyılarına dayanması gerektiğini önerenler bile vardı.
Peki ne oldu da Prens Nahyan birden bire Türkiye’nin en yakın dostu oldu. Krallar gibi ağırlandı, uğurlandı. Dokuz alanda işbirliği anlaşması imzalandı.
Tabii Prens de altta kalacak değil, açtı kesenin ağzını ve Türkiye’ye tam 10 milyar dolar yatırım yapma kararı aldı, fon ayırdı. Daha ne yapsın!
800 milyar dolar milli geliri olan Türkiye 10 milyar dolar için dün Türk düşmanı dediği BAE’ni bugün en yakın dost ve müttefik mi ilân etti?
Bu 180 derecelik dönüşü “diz çökmeyeceğiz” diye pazarlamak da “doları ben fırlatmadım, zamları ben yapmadım, dış güçler yaptı” demek gibi halkın zekâsını hafife almaktır.