Gönül şehrimizin gıdası: Edep erkan ve rızalık!

 Hakikat.
İsmail Pehlivan yazdı: Gönül şehrimizin gıdası: Edep erkan ve rızalık!

"Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan

Giy o tacı, emin ol her beladan."

Mevlana Celaleddin Rumi

Bin yıldır Anadolu’nun bağrında, nefeslerle, duvazlarla, deyişlerle ve sazın tellerinde dile gelen hakikat aşıkların, sadıkların, evliyaların, enbiyaların ayetleriyle taşınan bu Hakk Yolu; bir şekil, bir kalıp değil, bir gönül inşasıdır. Hakk Muhammed Ali Yolu, "gelme gelme, dönme dönme" diyenlerin, Rızalık lokmasını bölüşenlerin, "bir" olmanın sırrına erenlerin yoludur. Bu Yol’u ayakta tutan iki ana sütun vardır ki, biri yıkılsa diğeri boşlukta kalır: Edep ile Erkan.

***

"Gönül çalamazsın aşkın sazını

Ne perdeye dokun ne teli incit

Eğer çekemezsen gülün nazını

Ne dikene dokun ne gülü incit"

Hakk Muhammed Ali Yolu’nda Edep, kuru bir zariflik, incelik ve ölçülü davranma kuralı değildir; o, Hakk’ın nurundan bir gömlektir. Edep, kişinin kendi içindeki hamlığı giderip "insan" olmaya niyet etmesidir. Dört Kapı Kırk Makam’ın her eşiğinde Edep vardır.

Toprağın tevazusu gibi alçakgönüllü olmak, suyun berraklığı gibi şeffaf kalmak ve ateşin sıcaklığı gibi merhametle ısıtmaktır Edep. Elinle koymadığını almamak, belinle nesli korumak, dilinle gönül kırmamaktır. Zira gönül, Çalab’ın (Hakk’ın) tahtıdır ve bir gönül yıkanın ibadeti boştur.

Erkan, Hakk Meydanı’dır, Dar Meydanı’dır. Hakk Muhammed Ali Yolu’nun pusulasıdır. Kaosun içinde bir düzen, dağınıklığın içinde bir ahenktir. Erkan; Talip’in Rehber’e, Rehber’in Pir’ine, Pir’in Mürşid’ine, Mürşid’in ise Hakk’a olan bağlılığının hukukudur. Cem meydanında omuz omuza duran "can"ların, kimliklerinden soyunup "insan" libasına bürünmesidir.

Bu yolda Erkan’ın ilk kuralı "Rızalık"tır. Rızasız bahçenin gülü derilmez. Rızasız lokma yenmez. Erkan bize öğretir ki; komşusu açken tok yatanın, gönlü kirliyken meydana çıkanın yolu yol değildir. Erkan, adalet ve eşitliğin bin yıllık bir gelenekle içselleştirilmiş ve dönüşmüş halidir.

***

"Ölür ise ten ölür, Canlar ölesi değil"

Bu YOL’da özü pak eylemek için ölmeden önce ölümü tadmak gerek... Alevilik’te Edep ve Erkan, kişiyi kendi iç hesaplaşmasında yargılatır. Buna "özünü dara çekmek" (Dar-ı Mansur) denir. Kişi, başkasının kusuruna bakmadan ilkin kendi noksanını görmeli, elindeki teraziyle önce kendine tartmalıdır. Hor bakmamak, canı canandan ayırmamak ve her varlıkta Hakk’ı görmek bu terbiyenin sonucudur.

Anadolu Alevi öğretisinin olmazsa olmazlarından biri de "Ölmeden önce ölmek" düsturudur. Bu düstur, biyolojik vedadan ziyade, manevi dönüşüm ve evrim geçirme sürecini ifade eder. Bu kavram, insanın hamlıktan kurtulup "İnsan-ı Kamil" olma yolculuğunun kapısıdır.

Buradaki "ölüm", nefsin (egonun) bencil arzularını, kibrini, hırsını ve dünyevi ihtiraslarını dizginlemek anlamına gelir. Alevilik’te nefis, terbiye edilmesi gereken bir duygudur. Kişi; öfkesini, şehvetini ve kinini "öldürdüğünde" ruhu özgürleşir.

"Ölmeden önce ölmek", bir bitiş değil; kötülüklerden arınıp iyilikte dirilmektir. Kişi, toprağa sırlanmadan önce içindeki kibri toprağa gömerse, gerçek yaşamın ve hakikatin kapısını aralamış sayılır.

***

Düşkünlük kurumu, yolun otokontrolü ve toplumsal adaleti sağlayan bir "arınma ve ıslah" mekanizmasıdır.

Alevilik’te Yol, sadece bir inanç sistemi değil; toplumsal bir sözleşme, bir vicdan ve adalet terazisidir. Bu terazinin kefelerini Edep ve Erkan dengelerken, terazinin doğru tartmasını sağlayan en keskin kural ise Düşkünlük kurumudur.

Yolun töresi der ki: "Yol cümleden uludur; can ise yola kurbandır."

***

Edep, bir canın kendi nefsiyle imzaladığı barış anlaşmasıdır. "Eline, beline, diline sahip olma" ilkesiyle insan, evrendeki her varlığa karşı sorumlu tutulmuştur. Erkan ise bu sorumluluğun toplumsal zeminidir. Rızalık üzerine kurulu bir yaşamın, kimsenin hakkının kimsede kalmadığı bir düzenin adıdır Erkan. Ancak bu yolun bir de kırmızı çizgisi vardır. Eğer bir can; toplumsal huzuru bozar, elini harama uzatır, dilini yalana ortak eder veya kul hakkıyla toplumu yaralarsa, yolun o sarsılmaz adaletiyle karşı karşıya kalır.

Düşkünlük, bir dışlanma değil, bir ıslah sürecidir. Alevilikte Düşkünlük, suç işleyen birini sadece cezalandırmak değil, onu özüne döndürmek ve yaptığı hatanın ağırlığını fark ettirmektir. Bir canın "düşkün" ilan edilmesi, onun yolun kuralları dışına çıktığının tescilidir. Bu durum, toplumun manevi ve sosyal sağlığını korumak adına yapılan bir "karantina" görevidir.

Neden Düşkün Olunur?

Nefsine yenik düşen bir kişi toplum nezdinde kusurlu bulunur. Kusurlu kişi Ocak Dedesi’nin huzuruna çıkıp içine düştüğü zaafı itiraf etmek zorundadır. O kişi eğer hırsızlık, zina, haksız yere cana kıyma, yalan yere yemin, Musahip hakkını çiğneme veya topluma zarar veren büyük ahlaki zafiyetler içine sapanmışsa düşkün ilan edilir.

Rızalık ve Islah Hakk Muhammed Ali Yolu’nun temel ilkesidir.

Düşkün olan kişi Cem ibadetinden, toplumdan ve kurban lokmasından mahrum bırakılır. Ancak bu, sonsuz bir dışlama, reddediş değildir. Kişi, işlediği suçun bedelini ödeyip, mağdur ettiği candan "rızalık" alana kadar tecritte bırakılan bir işlevdir. Rızalık aldıktan sonra tecrit kaldırılır, topluma kabul edilir. Islah olup Düşkünlük’ten kurtulan can Hakk Muhammed Ali Yolu’na yeniden girmek için Ocak Dedesi’ne görülür. Dede YOL’un ilkelerini yeniden Talip’e anlatarak hatırlatır ve ikrar alarak, himmet eyleyerek Yol’a kabulünü onaylar.

***

Düşkünlük kurumu, devletin mahkemelerinden önce "Ali Meydanı"nda kurulan bir vicdan mahkemesidir. Hakkı yenen canın hakkı iade edilmeden, rızalık kapısı açılmadan kimse aklanamaz. Bu, toplumsal barışın en güçlü güvencesidir. Kişi bilir ki; topluma verdiği zarar sadece kendisini değil, silsilesini ve yolunu da yaralar. Bu yüzden "Ölmeden önce ölmek", yani kendi kusurlarını görüp toplum huzurunda dara durmak, gerçek bir cesaret ve Edep işidir. Bundandır Dar-ı Mansur ‘mahşer meydanı’ olarak kabul edilir.

***

Bugün adaletin sadece kağıt üzerinde arandığı bir dünyada, Alevi inancındaki "Düşkünlük" kurumu topluma çok önemli bir ders verir:

Gerçek adalet, kalplerde rızalık sağlanınca başlar. Edep tacını giyen, erkan yolunu bilen ve Düşkünlük’ten sakınan bir toplumda; ne haksızlık barınabilir ne de kin, kibir, fesat, haset... Alevilik’te Yol’un amacı insanı yok etmek değil, hatasından arındırıp yeniden topluma kazandırmaktır. Önemli olan yarayı kanatmak değil, o yarayı rızalık merhemiyle iyileştirmektir.

Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi:

"Dostumuzla beraber yaralanır, kanarız

Her nefeste aşk ile Hakk’ı anarız."

Lakin bilelim ki; o aşkın yolu, Edep’in ve Erkan’ın eşiğinden geçer.

Bugün betonlaşan ve ahlaki erozyonun doruğa çıktığı dünyamızda, "Edep Hü" diye inleyen bir gönül sesine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Edep ve Erkan, sadece bir geçmişin mirası değil, geleceğin de tek kurtuluş reçetesidir. Çünkü bu Yol; kırmadan, dökmeden, incitmeden ve incinmeden yürümenin toplumsal sanatıdır.

Yol’un sahibi Şah-ı Merdan Ali’nin buyurduğu gibi:

"İnsanın ziyneti (Süs, mücevher) Edep’tir."

Zinetimiz daim, yolumuz aydın, birliğimiz kaim olsun. Münkir münafıklar mat olsun.

Aşkı Muhabbetle…

Türkiye Haberleri