Perşembe akşamı yine hareketli saatler yaşadık. Eli silahlı ve üstünde bomba düzeneği olduğu bildirilen bir saldırgan, Gebze’de Amerikan menşeili bir firmanın üretim tesisine baskında bulundu ve orada çalışan yedi işçiyi rehin aldı. İçeride bulunduğu sırada propaganda pozları verip sosyal medya hesabından canlı yayın yapacak kadar rahat davranan saldırgan, eylemin başlamasından ancak on saat sonra ele geçirilebildi.
Bu saldırının olduğu saatlerde Halk TV ekranında yayındaydık. Gelişmeleri anbean takip ettik, sorular sorduk, yorumlar yaptık ve nihayetinde bu maceranın bir insani bedel oluşmadan sonlanmasından sevinç duyduk. Ancak mutlu son ile bitmiş olsa da bu süreçte yaşananların bundan sonrası için üzerinde durulması gereken bazı hususları gündeme getirdiği de kesin. Santa Maria Kilisesine düzenlenen ve bir yurttaşımızın hayatını kaybettiği saldırının üstünden henüz birkaç gün geçmişken şimdi de böyle bir olayın yaşanmasını normal karşılamamak lazım.
Saldırıdan çıkarılacak ilk sonuç ülkede asayişin kalmadığı gerçeği. Uluslararası suç çetelerinin uğrak yeri haline gelen ülkemizde artık hiçbirimizin can güvenliği yok, silahlanmak, hatta bomba edinmek çok kolay ve iktidar bizleri korumaktan aciz. Delik deşik olmuş sınırlarımızdan ne kadar savaşçının ülkemize giriş yaptığını, kaç teröristin ve potansiyel katilin aramızda dolaştığını ve onların burada kurdukları ilişki ağlarını bilmiyoruz.
İkincisi, Erdoğan başta olmak üzere iktidarın önemli kurmayları memnun olabilirler, zira toplumsal kutuplaşmayı amaçlayan politikaları ve hiç hız kesmeden devam ettirdikleri nefret söylemleri artık meyvesini vermeye başladı. İktidarın hassas kimlik meseleleri üzerinden yıllarca yürüttüğü politikalar, dinsel saiklerle yapılan bu saldırının da altyapı sebeplerinden biri konumundadır.
Üçüncüsü, ülkede basın özgürlüğünün dip seviyede olduğu tekrar görüldü. Ülkenin en merkezi yerlerinden birinde bir kişi silahlı ve bombalı olarak baskında bulundu, insanları rehin aldı, bu eylem on saat sürdü ve birkaç muhalif kanal dışında bu konu medyada hiç tartışılmadı. Özellikle saldırganın Filistin, Gazze, Hamas vs. demesi meseleyi tartışılamaz kıldı. Sol terör örgütlerinden biri yapacak olsa, haklı olarak, saatlerce yayını yapılacak bir olayın adeta üstü kapatılmaya çalışıldı.
Dördüncüsü, Kocaeli Valisi Seddar Yavuz’un alelacele yaptığı “Örgüt bağı yoktur” açıklaması meseleyi münferit, bireysel bir saldırı olarak sunma çabasıydı. Oysa karşımızdaki bireysel değil sosyolojik bir meseledir, iktidarın uzun süredir devam ettirdiği söylem ve eylemlerden güç almıştır ve ülkedeki genel asayiş sorununun bir ürünüdür. Buna yönelik çözümlerin de yapısal olması gereklidir.
Beşincisi, geçtiğimiz aylarda İsrail’e tepki/Filistin’e destek adı altında yapılan ve yer yer şiddet eylemine dönen Starbucks protestolarının cezasız kalmasının, hatta bu şiddet eyleminde bulunanların neredeyse sırtlarının sıvazlanmasının bu ve benzeri eylemleri cesaretlendirdiği açıktır. Starbucks protestolarında insanların kişisel alanına tecavüz edilmesinin önüne geçilmeyince, bundan cesaret alanlar nasıl gitgide dozu artırıp işi şiddete dökmeye başladılarsa burada da bu cezasızlık iklimi böyle bir eylemin yapılabilmesine zemin hazırlamıştır.
21 yıl sonunda AKP iktidarının ülkemizi getirdiği yer ne yazık ki işte burası. Emniyetsizlik, kaos, sansür, kutuplaşma, nefret, cezasızlık… Bu karanlıkla mücadele etmek için bu ve benzer örneklerde susup oturmamak, sormak ve sorgulamak şart. İktidarın tam da susmamızı istediği yerde konuşacağız ki onu en zayıf yerinden vurabilelim. Bu bilinç doğrultusunda hareket etmek hem muhalif partilerin hem de sivil toplumun başlıca görevidir.