Önemsiz görünse de bir değişimin işareti olarak bakılmalı bence. Yeni açıklandı ama geçen yılın Ekim ayında olmuş meğer. Hollanda Başbakanı Mark Rutte, ülkeyi ziyaret eden Kanada Başbakanı Justin Trudeau ile beraberindeki heyet onuruna küçük bir semt lokantasında vermiş resmi yemeği. Yemeğin maliyetinin kişi başına 60 avrodan az olduğu belirtiliyor.
Rutte’nin bu ucuz misafirperverliğini, Hollandalıların şu meşhur tutumluluklarına bağlayanlar çıktıysa da bu pek doğru değil. Çünkü Hollanda da birçok ülke gibi son derece zengin resmi sofralar kurardı konuklarına. Rutte’nin, bir sonraki resmi ağırlamada da benzeri tutumu alıp almayacağına bakarak, bunun vergi mükelleflerinin parasını dikkatli kullanmakla ilgisi var mı yok mu anlayacağız. Batı ülkelerinde her devlet harcamasına “vergi mükellefleri” gözünden bakılır, o nedenle Rutte’nin bu davranışı halkın hoşuna gitmiş de olabilir.
Resmi Devlet Yemeği, geçen yüzyılın başında kurumlaşmıştır malum, gastrodiplomasinin çok önemli bir parçasıdır. Görüşmelerin ardından “diplomatik bağları” bir de yemek aracılığıyla yinelemektir amaç. Bu tür yemekler verilmediği zamanlarda yabancı heyetlerin aç bırakıldığı yok tabii, şimdiki gibi törensel olmasa da karınları doyurulurdu elbette. Ancak bunun “diplomatik bir araç” olarak kullanılması başka tabii. Farklı kültürler arasında iletişimi sağlamaya yaradığı gibi, işbirliğini geliştirmek için iyi bir ortam yarattığına da inanılır. Yani resmi konuğu ağırlamış olmanın dışında daha büyük bir amacı var bu yemeklerin.
“İlişkileri geliştirmek için iyi bir ortam” olduğuna belki de en iyi örnek şu olabilir (New Yorker dergisinde okumuştum, not almakla iyi yapmışım): 2015’te, aylarca süren nükleer anlaşma müzakereleri sırasında İran temsilcileri ile muhatap ülkelerin temsilcileri her zaman ayrı yemek yerlerdi. ABD’nin Bağımsızlık Günü olan 4 Temmuz’da İranlılar karşı tarafı, siyasi konularda konuşmamak koşuluyla birlikte yemeğe davet edince görüşmelerin havası değişti. Tanık olanlar “ilk kez birbirlerine farklı açıdan bakmışlardı” diyor İranlılar ile diğerlerinin. Buna mı bağlıdır bilemem ama beraber yemek yedikten on gün sonra anlaşma sağlanmıştı taraflar arasında. (Tabii daha sonra Donald Trump ABD’yi anlaşmadan çekmişti. İran ile anlaşmaya taraf diğer güçler arasındaki görüşmeler hala sürüyor, sonuçlanmış da değil henüz. Beraber yemek yemekten daha fazlasına ihtiyaç var haliyle).
Birleştirici tarafı da var belki de. Kuzey Kore lideri Kim jong-un’a, bir Güney Kore ziyareti sırasında verilen resmi yemekte İsviçre’de öğrenciyken çok sevdiği rostonun yanı sıra memleketi Busan’ı hatırlatmak için oraya özgü bir deniz balığı da servis ettiler. Hoştu bu tabii, çünkü o balık Güney’de de çok tüketilen, sevilen bir balık. Yani her iki Kore’ye de hitap ediyor. Yıllardır birleşme görüşmeleri de yapan iki ülke için iyi bir seçim.
Tabii, bazen de son derece isabetsiz ikramlar da olabiliyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama, dönemin Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande için verdiği resmi yemekte, bilerek mi bilinmez, ciddi bir gaf yapmıştı. Menüde Illinois'den gelen bir havyar da sunulmuştur Hollande’a. Ben öyle kabul etmem ama o kendisini öyle adlandırıyor, “bir sosyalist olarak havyar”la ağırlanmayı yadırgamıştır derler. Diplomatik bir skandal ya da ilişkiyi zedeleyen bir şey değil bu ama yemek seçimi konusunda bir dikkatsizlik olduğu yazılıp, çizilmişti. Oysa Obama bir “mutfak elçisi” atayan tek Başkan’dır.
Devlet Başkanı falan olacağım yok ama başıma gelirse ne yapardım acaba diye düşündüğüm bir durumla karşılaşmıştı eski ABD Başkanı George H.W. Bush (Baba olanı). 1992’de Japonya’ya gitmişti bu. Not almışım bunu da. Resmi yemekte havyarlı çiğ somon ile biber soslu ızgara dana eti sundular. Hangisi dokundu, notlarımda yok maalesef, midesi fena bozulmuştu. İnsanlık hali, olur tabii. Ama bir resmi yemekte ev sahibi başbakanın üstün kusan ilk ABD Devlet Başkanı olarak tarihe geçti adam.
Rutte’ninki çok yaygın bir tavır değil aslında. Kendisinden öncekiler gibi, o da devlete ait şık bir binada verebilirdi ziyafeti. Ekonomilerinin zenginlikleriyle uyumlu bu tür ziyafetleri çok da fazla mesele etmez batılılar, Hollanda’lılar dahil.
Tabii göze batacak kadar şaşaalı oldu mu laf eden çıkar haliyle. Ekonomileri iyi olmayan, enflasyonla boğuşan ülkelerde şatafatlı bu tür ziyafetler daha çok göze batar, eleştiri konusu da olur. Bir yemekten ne çıkar diye düşünmemeli, ortaya çıkan görüntü tepki toplar. Bizde oldu böyle bir şey örneğin. 70’li yıllarda dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, başkentteki tüm büyükelçilere bir devlet ziyafeti vermişti. Her elçinin ülkelerine has yemeklerin verildiği ziyafette Rusya elçisine Rus salatası eşliğinde levrek, ABD elçisine Amerikan sosuyla ıstakozlar, karidesler, Latin tatlandırıcılarla da Arjantin elçisine ikiye yarılmış sığırdan parçalar servis edilmişti. Fransızlara Marsilya usulü acı balık çorbası verilen ziyafette asıl gürültüyü İskoç asıllı İngiliz elçiye sunulan levrek kopardı. Hani İskoç erkekler etek giyerler ya, kimin alına geldiyse, elçiye sunulan balığa İskoç eteğini çağrıştırasın diye sebzelerden etek yapmışlar meğer. “Ekose etekli levrek” olarak siyasi tarihimizde yerini aldı bu yemek.
Elçilere düzülen ziyafet sofrası, ülkenin o yoksul günlerinde çok ama çok tepkisini toplamıştı halkın. Aslında çok mu gereksizdi o tepkiler diye düşünüyorum şimdi. Çoğunluğun o zamanlar da rahatlıkla alabildiği bir üründü levrek çünkü. Öyle AKP Genel Başkanı’nın sevdiği, bulunması zor “ejder meyveli smoothie” falan değildi.
Rutte’nin Kanada Başbakanı Trudeau’yu küçümsediğini de sanmam. Farklı bir protokol denemiş bence, “iki arkadaş”ın semt lokantasında konuşuyor olması, son derece sıcak geldi bana. Bu tür yemekler konuğa verilen önemi de gösterir, ona bir mesaj iletme aracı da olabilir. Malum, AKP’li Cumhurbaşkanı “devleti zengin” gösterecek şeyleri seven biri. Almanya Başbakanı Angela Merkel’i 2015’de ağırlarken, kendisi de o da “altın varaklı koltuklarda” oturmuştu. Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’ya “Türkiye’nin zenginliğini” göstermek istemiş olabilir AKP’li Cumhurbaşkanı. Irak Başbakanı Mustafa Kazımi’yi de, pandemi nedeniyle tüm restoranlar kapalıyken yine külliyesinde hayli şatafatlı bir yemekte ağırladığını hatırlayınca “AKP Genel Başkanı Irak’ı da zenginliğimizle ezmek istedi” diye düşündüm. Daha önceki Irak Başbakanı İbadi’yi “sen benim karatımda, kalitemde değilsin. İbadi de kim? Irak’ın Başbakanı” diyerek ülkesi üzerinden aşağıladığı aklıma gelince böyle düşünmem normal.
Resmi devlet yemekleri, uzmanların dediği gibi, “ilişkileri geliştirmek için iyi bir ortam”. Kısa bir süre önce “kovulmasını” istediği 10 AB ülkesinin elçisiyle önceki gün buluşarak, onlara “hedefimiz AB’ye girmektir” diye seslenen AKP’li Cumhurbaşkanı, Osman Kavala’nın AİHM kararına rağmen tahliye edilmemesi üzerine AB yaptırımlarıyla karşı karşıya bıraktı ülkeyi.
Bakalım, o 10 AB elçisine “külliyede resmi yemek” vererek yumuşatacak mı ortamı?