Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki göz kamaştırıcı kenti Nice, aslında Anadolu’nun Ege ufkuna bakan denizci Foçalıların (Phokaialıların) eseriydi. Onlar bu kıyıya ayak bastıklarında kente, mitolojinin kanatlı zafer tanrıçası Nike’in adını verdiler: Nikaia.
Yüzyıllar geçti, imparatorluklar doğdu ve yıkıldı, fakat o isim zamanın dalgaları arasından süzülerek bugüne ulaştı: Nice. (Zafer.)
Binlerce yıllık bir yolculuğun simgesi olan bu kentin takımı, bu gece Avrupa Ligi sahnesinde Fenerbahçe’nin karşısına çıktı.
Ama zafer, adına yazdıranların değil, sahada cesaret gösterenlerin hakkıdır.
Fenerbahçe, Nice karşısına çok ofansif, çok cesur bir kadroyla çıktı. Belli ki Tedesco, Dinamo Zagreb yenilgisini unutturmak ve Avrupa Ligi’ne yeniden tutunmak için riski göze almıştı. Bu cesur hamle, ilk düdükle birlikte sarı-lacivertlilerin rakibinin üstüne çökmesini sağladı.
Daha 3. dakikada Talisca’nın ipek gibi pasında Kerem fileleri havalandırdı. Tribünler bir anda ateşlendi.
Baskı dinmedi. Aynı Kerem 25. dakikada sahneye yeniden çıktı ve skoru 2-0’a taşıdı. Fenerbahçe fırtına gibi esiyordu.
Ama her fırtına biraz da risk taşır. Hücuma çıkarken kaptırılan toplar, Nice’e geniş alanlar sundu. Fransız ekibi bu boşlukları hızlı akınlarla değerlendirdi. Ve nitekim 37. dakikada kazanılan penaltıyı Carlos gole çevirdi. İlk yarı, Fenerbahçe’nin 2-1’lik üstünlüğüyle sona erdi.
İlk yarıda Fenerbahçe adına tek olumsuzluk, orta sahada kaptırılan toplarda, savunmada az adamla yakalanmasıydı.
İkinci yarının perdesi açıldığında, sahada başka bir tablo vardı. Fenerbahçe ilk yarıdaki o kudretini geride bırakmış, Nice’in ön alan baskısı altında adeta nefessiz kalmıştı. Sarı Lacivertliler bir türlü pas bağlantılarını kuramıyor, hücum varyasyonları üretemiyordu. Öyle ki, topu kaleci Ederson’a geri döndürme sayısı belki de istatistik kitaplarına geçecek kadar arttı. Tribünler her geri pasla biraz daha homurdanıyor, zaman akrep misali Fenerbahçe’nin elini yakıyordu.
Bu sıkışmışlığın içinde teknik direktör Tedesco düğmeye bastı. Orta sahadaki kan kaybını durdurmak için cesur bir hamle yaptı. Talisca ile Asensio’yu kenara alıp, Szymanski ve Alvarez’i oyuna sürdü. Bu hamleyle birlikte orta alan yeniden direncini buldu, pas yolları açıldı. Sahaya yeniden ağırlığını koymaya başladı ancak gol yollarında yaratıcı olamadılar.
Özellikle En Nesyri çok kötü günündeydi.
90 dakikanın sonunda tabelada yazan skor, Fenerbahçe’ye yeni bir nefes, yeni bir umut olarak kazındı: 2-1. Bu galibiyet, aslında Sarı Lacivertlilerin ilk 25 dakikada estirdiği o kudretli fırtınanın eseriydi. O fırtına ki, Nice’i kendi sahasında savurup dağıttı ve maçı şekillendirdi.
Gecenin kahramanı tartışmasız, iki golün sahibi Kerem oldu. Çizgiden kanatlandı, rakip defansı delip geçti, sahada bir Nike heykeli gibi zaferi simgeledi.
Orta sahada İsmail Yüksek, mücadelesi ve dinamizmiyle gecenin diğer yıldızı oldu. Attığı her adımda takıma nefes verdi. Savunmada ise, penaltıya sebep olsa bile, Skriniar bir kez daha kale duvarı gibiydi; rakip hücumları göğsünde eritti.
Sonuçta Fenerbahçe yeniden Avrupa Ligi’ne tutundu. Zafer, sadece skorla değil, gösterilen cesaretle, alınan riskle ve sahaya konan yürekle geldi.
Belki bu yolculuk hala uzun, önlerinde Nice gibi nice rakipler var. Ama bu gece bir kez daha kanıtlandı ki, zafer, adında yazılı olanlarda değil, cesur olanlarda gizlidir.
Ama düşünülmesi gereken de şudur.
Her maç 25 dakikalık tempoyla kazanılır mı?