Yıllardır iktidar temsilcilerinden “bürokratik oligarşiyle”, “monşerlerle” ilgili hikayeler dinledik durduk. Sorunları ve çözüm yollarını biliyorlardı. Ama ah şu “bürokratik oligarşi”! Ah şu “monşerler”! Sorunların çözülmesini onlar engelliyordu. “Bürokratik oligarşi” bypass edilince sorunlar bir gecede çözülecekti. Başkanlık sistemine geçişte kullanılan temel argümanlardan biri buydu.
Sonuç? Türkiye 20 yıl aradan sonra yeniden hiper denebilecek kadar yüksek bir enflasyonla karşı karşıya. Enflasyon nasıl patladı? İki temel sebep var. 1) TL’nin korkunç değer kaybı, 2) Gıda fiyatlarındaki artışın bir türlü kontrol altına alınamaması. Bu yazıda gıda fiyatlarına odaklanalım ve sorumlunun “bürokratik oligarşi” mi, siyasi iktidar mı olduğunu anlamaya çalışalım.
İktidarın gıda enflasyonuyla mücadele için bildiği tek şey, zincir marketlere ceza kesmek. Fiyatlar düşüyor mu? Hayır, çünkü asıl sorun derinde. Sorunların teşhisi bundan yıllar önce bürokrasi tarafından yapılmıştı.
Tarımdaki yapısal sorunlarla mücadele için 2014 yılında hükümet bünyesinde meşhur "Gıda Komitesi" kuruldu. (Tam adı Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi.) Amaç gıda enflasyonuna yol açan yapısal sorunları tespit etmek ve çözmekti. Komitenin sekretarya görevi Tarım Bakanlığı'na verildi. Ama Tarım Bakanlığı topu taca attı. Doğru düzgün hiçbir çalışma yapılmadı.
Sorunun çözümsüz kaldığı görülünce 2016'da dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, Başbakan Binali Yıldırım'ı ikna ederek Gıda Komitesi sekreteryasını Merkez Bankasına aldılar. Komite, gıda enflasyonunun önüne geçmek için atılması gereken adımları belirledi. Belirlenen meselelerden biri, hallerdeki irrasyonel yapı, bir başkası akıl almaz boyutlardaki fireydi. Çözüm önerileri detaylı bir şekilde ortaya kondu.
Sonuç? Belirlenen sorunlarla ilgili hiçbir çalışma yapılmadı. Ne hal yasası çıktı, ne tarımdaki firenin üzerine gidildi. Merkez Bankası uzmanları sorunları tespit etmiş, çözüm önerilerini ortaya koymuş ama siyasi iktidar inisiyatif almak istememişti.
Recep Tayyip Erdoğan bir kez olsun Gıda Komitesi’nin toplantısına katılmadı; bunun yerine “Enflasyon konusunda bana domates salatalık anlatmayın” deyip durdu. Şubat 2017’de TOBB’da yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:
"Enflasyon için bazıları farklı sebepler üretiyorlar. Yok domates, patates, hıyar fiyatları artmış. Hepsi hikaye... Hepsinin dayandığı yer faizdir, faiz. Enflasyon neticedir, faiz sebeptir. Enflasyonu doğuran bir numaralı sebep faizdir. Faizle enflasyon doğru orantılıdır, ters orantılı değildir. Kimse bunu bize yutturmasın...”
Gıda enflasyonu, bürokrasinin doğru teşhisi koyup çözüm önerilerini sunduğu ama iktidarın Mersin’e değil tersine gittiği onlarca olaydan sadece biri.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınma tecrübelerine bakıldığında bürokrasinin rolü olduğu hemen dikkat çeker. Örneğin Güney Kore’nin ekonomik atılımında bürokrasinin oynadığı kilit rol birçok araştırmada vurgulanır.
Güney Kore üzerine çalışmalar yapan Byung-kook Kim, ekonomik başarıyı getiren temel etmenleri şöyle sıralar: Bürokrasinin siyasetin etkisinden olabildiğince uzak tutulması, yetkinliğe dayalı bir işe alım ve kariyer sürecinin hayata geçirilmesi, dönemsel olarak ekonomi politikası önceliklerinin net olarak ortaya konulması ve tüm bunların şeffaf bir biçimde uygulanması.
Türkiye’de bunların tam tersi yapıldı. Uygulanan ekonomi modelinin (!) ne olduğu hâlâ net değil. Pusulası olmayan gemide mürettebat ne yapsın?
Saatin mekanizmasının bozulduğu dönemlerde bürokrasi nasıl katkı verir? Birikimini, tecrübesini, müktesabatını ortaya koyarak. Türkiye’nin kritik kurumlarında tecrübe ve birikim adına ne kaldı? Merkez Bankası gibi bir kurumda kıdemli yönetici neredeyse hiç kalmadı.
Güney Kore’nin ihracat öncülüğündeki atılımının mimarı sayılabilecek eski Devlet Başkanı Park Chung-hee, 18 yıllık görev süresi boyunca her ay düzenli yapılan ihracatın desteklenmesi amaçlı toplantılara (Export Promotion Meeting) aksatmadan katılım sağlamıştı. Bu toplantılara bürokratların yanısıra iş dünyası, düşünce kuruluşları ve diğer ilgili paydaşlar katılırdı.
Türkiye’nin hikayesi ise bunun zıddı. Erdoğan “Bana domates biber anlatmayın” derken Gıda Komitesi bürokratları ne derece samimi ve görevlerini önemseyerek çalışabilirdi?
AKP iktidarının yönetim tarzı ne (neo) liberal ne otoriter rejimlerinkine benziyor. En önemli farklardan biri, iç tutarlılığı olan bir yönetim ve ekonomi politikasının bulunmaması, tutarlı bir politikaya/felsefeye ihtiyaç hissedilmemesi. Liderin kısa, eleştiriye kapalı önermeleriyle (“Faiz neden enflasyon sonuçtur”) ilerlemeye çalışılması.
Süleymaniye’yi yıkmaya iki işçi yeter ama yapmak için bir Süleyman bir de Sinan gerekiyor. AKP’de ikisi de yoktu.