Türkiye’nin parlamenter sistemden, “cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemi”ne geçişi çok sancılı oldu. Yeni sistem henüz oturmuş, sancı da dinmiş değil. Toplum ve asker-sivil bürokrasi ağır bir travma yaşadı, yaşamaya devam ediyor. 15 Temmuz gibi kanlı bir darbe girişimini de barındıran bu sürecin en önemli sonuçlarından biri, belki de birincisi, topluma hakim olan “güvensizlik” duygusudur. İç ve dış siyasette söylem ve eylem tutarsızlığı, ekonomide yaşanan belirsizlik, gençler arasında yurt dışına yerleşme gayreti, beyin göçü, sermayenin kaçması, güvensizlik ve belirsizliği ağırlaştırıyor. Bu koşullarda Türkiye’de toplumun bir “endişe toplumu”na dönüştüğünden söz edebiliriz. Siyasette, ekonomide, dış politikada, eğitimde, sosyal güvenlikte toplumda geleceğe dönük bir endişenin hakim olduğu gözleniyor.
Güvensizlik ve endişenin kaynaklarına indiğimizde şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
İktidara güvensizlik
Demokratik ülkelerde vatandaşın anayasal kurumlara ve sistemin işleyişine duyduğu güven yaşamsal önemdedir. Bu güvenin oluşumu; vatandaşın, başta yaşam hakkı olmak üzere, bireysel hak ve özgürlükleri anayasal kurumlara ve onun dayandığı hukuk sistemine bağlıdır.
Türkiye’de bu kurumlara ve hukuk sistemine güven ciddi biçimde sarsılmış durumda. Bu güvensizlik, Ergenekon, Balyoz, Casusluk davalarının görüldüğü süreçte, telefon dinlemeleri, email yazışmaları, sahte dinlemeler, sahte yazışmalar, sahte deliller, sahte planlar gibi belgelerin ve CD’lerin çoğunluğunun uydurma olduğunun anlaşılmasıyla başladı. Ortaya saçılan iddianame ve iddiaların sahte belgelere dayanması vatandaşlarda güvensizlik, kuşku ve endişe yarattı.
Hemen herkes telefonunun dinlendiğini düşünmeye ve kendine göre önlemler almaya başladı. Aynı kurum, aynı mahalle içinde insanlar meslektaşlarından, arkadaşlarından, komşularından kuşkulanmaya başladılar. Telefonda konuşmamaya veya mümkün olduğu kadar az ve havadan-sudan konuşmaya yöneldiler. Bu güvensizlik kurumlara da yansıdı.
17-25 Aralık’ta yaşananlara kadar devam eden Ak Parti- Fetullah Gülen Cemaati (sonradan terör örgütü olduğu anlaşıldı) işbirliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan gerçekler, toplumda şok etkisi yarattı.
Genelkurmay Başkanı dahil, birçok üst düzey komutanın tutuklanması ve terörist olmakla, terör örgütüne yardım etmekle, darbe planlamakla suçlanarak müebbet hapis cezalarına çarptırılmaları vatandaşları şaşkına çevirirken, FETÖ’ye mensup subayların darbeye kalkışmaları; savaş uçaklarının Cumhurbaşkanlığı’nı, Meclis’i, MİT’i, emniyet binalarını bombalamaları, sivillerin üzerine helikopterlerden kurşun yağdırmaları, toplumda büyük bir travma yarattı. FETÖ’nün devletin anayasal kurumları başta olmak birçok kurumu darbeye tevessül edecek derecede ele geçirdiğinin görülmesi, vatandaşta iktidara ve siyaset kurumuna karşı derin bir güvensizlik oluşturdu.
Darbe girişiminin üzerinden 2,5 yıldan fazla süre geçmesine karşın, hâlâ onlarca, yüzlerce, mevcut veya eski TSK, yargı ve emniyet mensubunun FETÖ bağı saptanarak tutuklanıyor olması nedeniyle endişe ve güvensizlik devam ediyor. “Ya geride kalan FETÖ mensupları gizlenmeyi başardılarsa ya devlet tamamen temizlenemediyse” kuşkusu henüz ortadan kalkmadı. Nitekim, yapılan kamuoyu yoklamaları liderlere ve siyaset kurumuna olan güvenin çarpıcı biçimde düştüğünü gösterdi.
Yargıya güvensizlik
Bu süreçte en ağır yara alan kurumların başında yargı geliyor. Binlerce FETÖ mensubu savcı ve hakim meslekten atıldı, bazıları yurtdışına kaçtı. Vatandaşın güvencesi olan yargının, FETÖ’nün elinde devleti ele geçirmenin ve laik Cumhuriyeti yıkmanın aracı haline gelmesinin yarattığı güvensizliğin giderilmesi çok kolay olmayacaktır.
Bugün bile FETÖ sanıklarının, kendini gizleyebilmiş FETÖ’cü yargı mensupları tarafından, kayırma veya rüşvetle serbest bırakılmaları, bu kararı veren savcılar veya hakimlerin gözaltına alınmaları bu saptamayı doğruluyor.
Vatandaşın yargının tarafsız ve bağımsız olduğu konusundaki güvensizliği de devam ediyor.
Eğitime güvensizlik
FETÖ’nün de etkili olduğu anlaşılan yıllar boyunca eğitim sistemiyle o kadar çok oynandı ki, kimsenin içinden çıkamadığı bir kaotik ortam oluştu. Hiçbir veli çocuğunun hangi okula gideceğinden, ne eğitimi alacağından, nasıl bir üst kademe okula geçeceğinden emin değil. Parası olanlar özel okulları tercih ederek çocuklarını bu karmaşan kurtarma çalışıyor. Parası olmayan, çocuğunu devlet okuluna göndermek zorunda olan veliler ise istesinler veya istemesinler sınav engellerini aşamayan çocuklarını imam-hatip okullarında buluyor. Velilerin çoğunluğunun eğitim sistemine güvendikleri söylenemez.
Ekonomiye güvensizlik
Son dönemde ciddi bir güvensizlik de ekonomi alanında yaşanıyor. Türk ekonomisinin ABD Başkanı Trump’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın veya MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin bir açıklaması nedeniyle döviz kuru krizine
girip çıkabilmesi, enflasyonun yüzde 20’ler düzeyinde, faizlerin yüzde 20’lerin üzerinde seyretmesi, işsizliğin yüzde 13,5 oranına ulaşması, resmi işsiz sayısının bir yılda 1 milyondan fazla artarak 4 milyonu aşması, geçim sıkıntısını ve gelecek kaygısını artırdı. Ekonomik açıdan kimse geleceğinden, işini kaybedip kaybetmeyeceğinden emin değil, sermayenin de önünü görebildiği söylenemez. Bu tablo gösteriyor ki, Türkiye’nin yapması gereken işlerin başında, her alanda güven duygusu yeniden inşa ederek toplumdaki endişeyi gidermek geliyor. Bunun yolu ise öncelikle toplumdaki kutuplaşmayı mümkün olduğu kadar hızlı bir biçimde ortadan kaldırmaktan geçiyor. Türkiye, siyasetten başlayarak kutuplaştıran, cepheleştiren söylem ve eylemlerden uzaklaşmalı; ortak akıl, dayanışma ve işbirliği içinde normalleşmelidir.