CIA’nın Ankara Büro şefi Paul Henze 2006 yılında Beyaz Saraya verdiği raporunda:
“Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclisi ikna ettiğimizde, Ordu, Orduyu ikna ettiğimizde Yargı karşımıza çıkabiliyor.
Eğer Amerikan çıkarı Türkiye’de bir federe kurulması ise mutlaka ve öncelikle YARGI, MECLİS VE HÜKÜMETİ tek elde toplayan Başkanlık rejimine geçilmelidir.” Demiştir.
Tabii bu kast ettiği kendi ülkesindeki denge ve fren mekanizmalarının çok sağlıklı çalıştığı güçlü bir bağımsız yargının var olduğu bir sistem değil bugün bizde uygulanan “ucube” bir başkanlık sistemi.
CİA şefinin bu raporu, Batının büyük devletlerinin beklentisi olan Atatürk’ten sonra gerçekleştirdiği devrimlerinin yaşamayacağı inancının nasıl boşa çıktığının açık göstergesidir.
Ölümünden 68 yıl sonra bile onun kurduğu sistemin ayakta durduğunu tam bağımsızlık karakterinin ancak bu “ucube” başkanlık sistemi ile yok edilebileceğini düşünmüşlerdir.
Bunu hayata geçirebilmek içinde ülke içinde “Yetmez ama evetci” bir grup diplomalı satılık bulmuşlardır.
Türkiye’de o istenen tek adam rejimi kurulmuş ama çok kısa bir süre içinde bu “ucube rejimin” bu toplumun bünyesine uymadığı anlaşılmıştır.
Nitekim, halkın büyük kesimi de bunun farkına varmıştır ki 31 Mart Yerel seçimlerinde buna cevabını vererek "Atatürk Cumhuriyeti'nin güvencesi" olduklarını ortaya koymuşlardır.
Cumhuriyet Halk Partisi halkın sağduyusuna yönelik içten ve sağlam bir güvene sahiptir.Bu inancın sebebi halkımızın geçmiş olaylardan kendi derslerini çıkartacağına emin olmasındandır. Nitekim 31 Mart seçim sonuçları ucube başkanlık sistemine halkın gösterdiği tepkinin neticesidir. Bu halk tepkisi yanlış yapan siyasetçilere doğru yolu göstermektedir.
İmamoğlu'nun Atatürk'e sıkça atıf yapmasının halkta heyecan yarattığı görülmektedir ve bu durum ortadayken yapılması gereken Cumhuriyetin kuruluş değerlerine Atatürk ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya sahip çıkmaktır.
Tabii bunu asıl yapması gereken, Devletten evvel var olan ve devleti kuran Cumhuriyet Halk Partisidir. Onun öncelikle kendi kuruluş değerleri olan, Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkması gerekmektedir.
Kemal Atatürk’ün öncülüğünde Cumhuriyeti kuran ve çağdaş Türkiye’nin temellerini atan Cumhuriyet Halk Partisi, laiklik olmadan demokrasiyi sürdürebilmenin, özgürlükleri genişletebilmenin mümkün olmadığını sonuna kadar savunmalıdır.
Ama asıl bundan evvel Ulu önder Kemal Atatürk’e saygı gösterip, O büyük adamdan söz ederken AKP’lilerin yaptığı gibi "Gazi Mustafa Kemal" olarak nitelememeleri gerekmektedir.
Zira AKP’liler mecbur kaldıkça ve böyle isimlendirerek onun, "kurtarıcı" kişiliğini sözümona kabul etmiş gibi görünerek, devlet kurucu ve devrimci vasıflarını simgeleyen "Atatürk"ü kendilerince yok saymaya çırpınıyorlar.
Bunun nedeni , AKP yönetim kadrolarının tarihsel olarak Atatürk'e duydukları kin, bilinmeyen bir husus olmadığından, bu tutumları şaşırtıcı da değil.
O zaman Cumhuriyet Halk Partisine düşen görev, Atatürk ilke ve Devrimlerinin bekçisi olduklarını, parti olarak güçlerini tarihsel köklerinden aldıklarını, Özgürlük ve tam bağımsızlığın Cumhuriyet Halk Partisi ve onun mensuplarının tutkusu olduğunu halka anlatmakdır.
Önümüzdeki dört yıl Yunanistan’ın İzmir’i 15 Mayıs 1919 da İşgalinden başlayarak, Samsuna çıkışın, Amasya Tamiminin, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının, İnönü zaferlerinin, Sakarya Meydan Muharebesinin, İzmir’in kurtuluşunun ve nihayet Lozan’ın 100. Yıllarını Emperyalizmin hayallerinin nasıl yıkıldığını, Türkiye’nin bir devri kapatarak, mazlum ve tutsak devletlere uluslara vaz geçilmez reçete verdiğini dünyaya anlatma zamanıdır.
Bu görev tabii Cumhuriyet Halk Partisinindir.