İngiltere ülkeye özellikle yasa dışı yollardan giriş yapan sığınmacıları Ruanda’ya gönderecek. Hindistan kökenli Muhafazakâr İçişleri Bakanı Priti Patel bir marifetmiş gibi duyurdu bunu önceki gün. Ağzı kulaklarında, ballandıra ballandıra öyle bir anlattı ki, duyanın göçmen olup Ruanda’ya gidesi gelirdi neredeyse. “Mültecilerin İngiltere’de bekletilmeyerek acı çekmeleri önlenecek”miş, adı geçen ülke “dünyanın en güvenli ülkelerinden biri”ymiş. Bir sürü laf kalabalığı yani. Mültecileri alsın diye İngiltere’nin Ruanda’ya 120 milyon sterlin ödediğini de gayet normalmiş gibi anlatan Patel’le olur da karşılaşırsam, “yıllar önce İngiltere’ye sığınan anana, babana böyle yapılsaydı ne düşünürdün” diye sormazsam namerdim. Patel, biraz empati yapıp, kendisinden istenen bu görevi üstlenmemeli, istifa etmeliydi.
Başka ülkelerle de konuşuldu
Avrupa ülkeleri sorumluluklarını eski sömürgelerine devretmeye fena alıştı son yıllarda. İngiltere’nin de yaptığı bu. Londra’nın yapılan anlaşmaya uyarınca sığınmacıları “offshore” olarak değerlendirip Ruanda’ya yollama planı dünyanın en katı, en tartışmalı göçmen yasalarına sahip Avustralya’nın yaklaşımına benziyor. Sığınmacıları kabul etmeyip açık denizlerde tutmak Avustralya mülteci politikasının temel taşıdır, malum. İngiltere Ruanda’dan önce başka ülkelerle de bu konuda anlaşma imzalamaya çalıştı. Bu ülkelerin Güney Atlantik Okyanusu'ndaki Ascension Adası, Arnavutluk, Gana'nın yanı sıra Cebelitarık ile Wight Adası olduğu biliniyor. Ama çeşitli nedenlerle herhangi bir anlaşma yapılmadı adı geçen ülkelerle. İngiltere’nin, “en uygun ülke” olarak öne çıkan Ruanda ile yaptığı göç anlaşması "daha geniş bir politik atılımın” odağı kabul ediliyor. Hayli tartışmalı olan bu anlaşmada kadınlarla çocuklardan çok “bekâr erkek”ler hedefleniyor.
Ruanda popüler
Danimarka’nın da Ruanda ile göçmenlerin kabulüne yönelik bir anlaşması var, ama Danimarka’dan giden herhangi bir mültecinin olup olmadığı bilinmiyor. Ruanda, Afrika Büyük Göller bölgesi ile Doğu Afrika'nın birleştiği yerde yer alan küçük bir ülke. Dünya gündemine 90’lı yıllarda, Fransa’nın da parmağının olduğu soykırım ile girdi. Dağlık manzarası nedeniyle “bin tepeli ülke” olarak bilinen Ruanda 10 bin 169 mil kare arazi üzerinde yaşayan yaklaşık 12.6 milyonluk bir nüfusa sahip. Bu da onu dünyanın en yoğun nüfuslu beşinci ülkesi yapıyor. Dünyanın en genç nüfusuna sahip ülkeler arasında aynı zamanda.
Ruanda’nın insan hakları sicili bozuk. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 2020 raporunda muhaliflerin tutuklandığı, resmi ya da gayri resmi gözaltı merkezlerinde keyfi olarak tutuldukları, işkence gördükleri belirtilmişti. Üstelik İngiltere Hükümeti’nde Galler’den sorumlu Bakan Simon Hart da Ruanda'da insan hakları ihlalleri olduğunu kabul ediyor, sorulduğunda söylemişti bunu. Ancak kimi çevrelerce “mülteci dostu” bir ülke olarak değerlendirilen Ruanda çoğu Kongo’lu ya da Burundi’li olmak üzere yaklaşık 127 bin 163 mülteci ya da sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Ülkedeki mültecilerin birçok haktan yoksun olduğu da bir gerçek.
Para için
Yaşadığı büyük soykırım felaketinden sonra bölgesinde hızla kalkınan, iç politikada kaynaşmayı sağlayan, kabileler arası barışı gerçekleştiren, gelişmekte olan bir ülke Ruanda. Ama yine de para karşılığında Avrupalı sömürge devletlerin yüklerini üstlenmek zorunda kalıyor. İngiltere’yi, mahvında parmağı olduğu ülkelerden kaçan sığınmacı yükünden 120 milyon sterlin karşılığı kurtaracak şimdi.
Bu gerçekten emperyal şımarıklığın son çirkinliklerinden biri. Yarattıkları kaosun psikolojik kurbanı olan kitlelerin durumundan sorumlu olmalarına rağmen, mali açıdan zayıf ülkelere para vererek bu sorumluluklarından kurtuluyor Avrupa ülkeleri. Verdikleri paranın, sömürgelerinden geldiğini de bilmeyen yoktur herhalde.
İnsanlığın başkaldırı özelliğinin olduğuna her zaman inanmış biri olarak asla edeceğim laf değildir ama “insanlık yerlerde sürünüyor” diyenlere katılasım geliyor bazen.
Yazıklar olsun tabii ki.