Geçen Cumartesi günü EMEP Genel Başkanı sevgili dostum, meslektaşım Ercüment Akdeniz’in nazik daveti üzerine partisince bilgilendirme amaçlı düzenlenen kahvaltıya katıldım. Akdeniz, göçmenlerle, işçiler konusunda son derece yetkin bir gazetecidir aslında. Bu alandaki birikiminden şimdi başkanı olduğu partisi de yararlanıyor, kuşkusuz. Emekçi sınıflarla içli dışlı bir parti lideri olan Akdeniz’den her sosyalisti son derece memnun kılacak açıklamalar duydum.
Daha önce de TKP’nin aynı amaçla düzenlediği kahvaltısına katılmış, sevgili dostum Genel Başkan Kemal Okuyan’ın son derece önemli açıklamalarını dinleme şansı bulmuştum. Çok farklı çizgilerden iki parti olmalarına rağmen hem Akdeniz’in hem de Okuyan’ın konuşmalarında ısrarla sınıf temelli politikalar izlenmesi gerektiğini vurgulamalarını önemsiyorum. Dünya ölçeğinde sosyalist hareketlerin içinde bulunduğu -geçici- gerilemenin nedenlerinden birisinin sınıfsal bakıştan uzaklaşmakla ilgili olduğuna inananlardanım. Sosyalist hareket, sınıfsal çelişkileri örten, ama gündemimizde olduğu için kayıtsız kalınması mümkün olmayan sorunlarla ilgilenmek durumunda kaldı uzun süredir. Ülkemiz açısından da ülkeye ilişkin kimi yakıcı sorunların “özel durumundan” ötürü mücadele “sınıf” temelli olmaktan hayli uzak düştü.
Sosyalizme ihtiyaç bitmedi
Küreselleşmenin önümüze getirip bıraktığı sorunlara odaklaşmanın sınıftan uzaklaşmada da ciddi etkisi var. Oysa sosyalizmin, zorlansa da çözeceği sorunlar bunlar. Emek sömürüsünün ortadan kalkmadığı bir dünyada sosyalizme ihtiyaç her zaman vardır. EMEP, şu anda, reddetmese bile önceliği sınıfsal mücadeleye vermeyen grupların da olduğu bir ittifak içerisinde. Dolayısıyla Akdeniz’in sınıf vurgusu hayli önemli. Bu vurguyu yaparken son derece dikkatli bir dil kullanıyor tabii. Örneğin “Kimliklerinden ötürü sorun yaşayan kesimleri yok saymak gibi bir indirgemeci yaklaşım içinde olmamakla beraber parti olarak sınıf mücadelesinin demokrasi mücadelesi ile iç içe geçtiği bir yönelime geçeceğiz” diyor ki sınıf mücadelesinin dışlayıcı bir yöntem olmadığını da ifade ediyor açıkça. “Sınıf”, “antiemperyalizm” gibi kavramlara yaklaşımlara itirazını da “yani hakir görülme dönemi biraz geride kalıyor. Siz demodesiniz, siz işçi partisisiniz gibi kavramlar geride kaldı. Bizim açımızdan da geride kaldı” diyerek sınıf eksenli politikayı esas aldığının altını çiziyor özellikle.
Bir sosyalist partinin sınıfı ikinci plana atmasının mantığı yok. Sosyalist bir parti sağlam bir Marksist tarih anlayışına, sağlam bir sınıfsal temele dayanmak zorunda. Bu ikisinin yokluğu sadece düzeniçi çözümler aramaya iter bir partiyi.
Yok demekle yok olmuyor
Kavramları yok sayarak, o kavramların içerdiği gerçeklik ortadan kalkmaz. “İdeolojilerin sonu” deyince sonu gelmiş olmuyor ideolojilerin. “Kaynaşmış kitleyiz” dendiğinde de sınıfsal farkların ortadan kalkmaması gibi. Dolayısıyla üretenlerin değiştirici gücünü sadece “yedeğine” alan bir sosyalist partinin iddiası havada kalır. Akdeniz, son yıllarda partisinin çok daha fazla işçi sahasında örgütlendiğini, siyasal çalışma yaptığını vurguluyor. Sınıf çalışmasını merkeze almak demek bu.
Sınıftan uzaklaşmak uzlaşmayı getirir. Sınıfsal çelişkilerin uzlaşmazlığı ortadayken sosyalistlerin “uzlaşması” sapmadır olsa olsa. Liberal tezlerle, ulusalcı hezeyanların kendine göre yonttuğu kavramların bulandırdığı ortamı etkisizleştirecek olan yol gösterici “sınıf” ideolojisidir. Bunun farkına yeniden varıldığı bir döneme giriyoruz. Dünya ölçeğinde de böyle bu. Sol popülist hareketlerin tıkandığı bir dönemde sosyalist alternatif öne çıkıyor. Dünyayı izlemeyen bunu elbette fark edemez.
Ercüment Akdeniz, hem partisinin hem de içinde yer aldıkları Emek İttifakı’nın stratejisini de anlattı ebette. Partisinin diğer toplumsal konulardaki görüşlerini, karşılaştığımız sorunlara çözüm önerilerini de. Ama benim için, Türkiye sosyalist hareketindeki çok önemli, çok köklü bir geleneğin günümüzdeki temsilcisi bir partinin lideri olarak sınıfa yaptığı vurgular önemliydi.
“Hayalet” dolaşıyor
Kim ne derse desin, yıllar önce Marx’ın/Engels’in “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor” diyerek duyurduğu olgu, bugün de küresel çapta bir gerçeklik olarak var. Faşizan ya da sağcı yükselişin varlığı aslında sosyalistlerin bir kez daha alternatif olarak ortaya çıkmasına da yol açıyor. Özellikle batı işçi sınıfı bir faşizmi daha yaşamak niyetinde değil. Sağcı yükseliş inişe geçecek mutlaka, işaretleri var.
Dünya sağcılardan, faşistlerden ibaret değil. Hala sosyalist özelliklerini koruyan Çin, devrimini korumaya kararlı bir Küba, "zor koşullarda sosyalizmin inşasının içerdiği karmaşıklıkları anlamak isteyenler için çok değerli bir ülke" olan Laos, sosyalist temelli bir piyasa ekonomisine sahip de olsa hala çok önemli bir sosyalist deney olan Vietnam, Sahra Altı Afrika’nın sosyalist ülkesi Angola, anayasası tamamen sosyalist ilkelerden oluşan Benin, Mao öğretisini benimsemiş bir hükümeti olan Nepal, bilinen sosyalist normlara uymasa da sosyalist kimi ilkelerin yürürlükte olduğu Kuzey Kore’den oluşan azımsanmayacak etkide bir sosyalist “dünya” var. Tüm sorunlarına rağmen varlıklarını, gelişerek sürdürüyorlar.
Medyamızda dünyadaki işçi hareketliliğine ilişkin haberlere yer verilmeyişi, dünya sosyalist hareketindeki gerilemenin hala sürdüğü yanılgısını uyandırabilir. Oysa öyle değil.
O “hayalet” egemenlerin üzerinde dolaşıyor.
Yeter ki “sınıf”ın değiştirici, dönüştürücü gücüne inanılsın. Ercüment Akdeniz bu gücün farkında olduklarını söylüyor açıkça.
Son derece sevindirici