Ankara’da bir şeyler oluyor. Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati hafta sonu enflasyona karşı koruma sağlayan yeni bazı ürünler üzerinde çalıştıklarını söyledi. Ben de Merkez Bankası’nda ekonomistlerden dolarizasyona karşı kur korumalı mevduat benzeri yeni yöntemler bulunması istendiğini duydum. Dün ihracatçı şirketlerin Merkez Bankası’na satmak zorunda oldukları döviz gelirinin yüzde 25’ten yüzde 40’a çıkarılacağını öğrendik. Bu arada ortaya ilginç bir de iddia atıldı. Buna göre ekonomi yönetimi Londra piyasasında 30-35 milyar dolarlık dış finansman arıyordu. Tek kalemde bu kadar büyük bir kaynağı IMF dışında kimsenin vermesi mümkün değil. Fakat yine de ateş olmayan yerden duman çıkmaz dedirten bir bilgi...
Bütün bunları yan yana koyup baktığımızda ne görüyoruz? Ben bir panik hali görüyorum. Oysa dolar sakin, hatta birkaç gündür gerileme eğiliminde… Bu paniğinin sebebi ne?
Cari açığı kapatmak için getirildiği söylenen yeni ekonomi modelinin açığın daha da genişlemesine yol açması. Yeni ekonomi modelinin devreye girdiği Aralık ayında dış ticaret açığı, yani ithalatla ihracat arasındaki fark ve ona bağlı olarak cari açık büyümeye başladı. Şubat’ta 12 aylık cari açık 22 milyar dolara yükseldi. Önümüzdeki aylarda daha da artacak. Çünkü Rusya-Ukrayna savaşının turizm sezonu açılmadan bitmesi umudu suya düştü. Putin Ukrayna’yı İstanbul’da yapılan görüşmelerden geri adım atmakla suçlayarak “Müzakereler çıkmaza girdi” dedi. Kim doğruyu söylüyor bilmiyorum, bu yazı bağlamında bir önemi de yok, önemli olan savaşın ekonomik etkilerinin önümüzdeki aylarda da süreceğinin belli olması. Rusya’dan milyonlarca turist gelmesi artık bir hayal. Ukrayna zaten tümüyle devre dışı. Savaş sürerken Avrupa’dan pandemi öncesi kadar turist gelip gelmeyeceği de şüpheli.
Savaş döviz gelirlerini azaltırken döviz giderlerini artırıyor. Çünkü emtia fiyatları savaşla patladı. Petrol 130 doları gördü. Doğal gazın spot fiyatı akıl almaz seviyelere çıktı. Buğday üç kat arttı. Alüminyumda, çelikte, diğer metallerde büyük artışlar görüldü. Türkiye bunların hepsini ithal ediyor. Yani ithalat faturası katlanacak. Dışarıya daha fazla döviz ödeyeceğiz. Buna karşılık turizmdeki kayıplar nedeniyle daha az döviz geliri elde edeceğiz.
Döviz gelirleriyle döviz giderleri arasındaki fark nasıl finanse edilecek? Bunun çeşitli yolları var. 2015 öncesinde olduğu gibi oluk oluk yabancı sermaye giriyor olsaydı cari açıktan endişelenmeye gerek kalmazdı. Yabancı sermaye ile finanse edilirdi. Ama iktidarın Avrupa ve Amerika’yla izlediği atar gider politikası yabancı sermayenin ayağını Türkiye’den kesti. Ne doğrudan yabancı sermaye yatırımı (Yani fabrika kurmaya ya da almaya gelen sermaye) ne de sıcak para (Yani borsaya, tahvile, diğer finansal enstrümanlara yatırım yapan kısa vadeli sermaye) Türkiye’ye geliyor artık. Ev almaya gelen Arapları, İranlıları saymazsak yabancı sermaye neredeyse tümüyle kurudu.
Üstelik şimdi bir de Amerikan Merkez Bankası (FED) faiz artırımlarına başladı. Bilançosunu küçültecek, piyasadan para çekecek. Bunun etkisiyle dolar tüm dünyada güçlenecek. Türkiye’nin dış borçlanma maliyeti daha da artacak. (Faiz astronomik seviyelere çıktı bile.)
Türkiye’nin döviz giderleri artar, döviz gelirleri azalırken cari açığı finanse etmek için kasada para olması şart. Fakat heyhat Merkez Bankası’nın kasası boş! 128 milyar dolarlık rezerv satışı, Swap (Para takası) ile başka bankalardan borç alınan dövizler çıkarıldığında rezervlerin eksiye inmesine neden oldu. Merkez Bankası’nın Swap hariç rezervleri hâlâ eksi (eksi!) 50 milyar dolar civarında. Altın hariç brüt rezervler ise geçen yılın sonundaki seviyesinin 7.9 milyar dolar altında, 67 milyar dolarda. Bu, Türkiye’nin önümüzdeki bir yıldaki döviz yükümlülüğünün yarısından az bir tutar.
Türkiye bir sırat köprüsünde. Yaşanabilecek bir şokta aşağı düşme tehlikesi var. Yeni bir kur krizi, dolarda yeni bir patlama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin fişini çeker. Seçime bu kadar kısa süre kalmışken iktidar bunu göze alamaz.
Ankara’daki paniğin sebebi bu.