Türkiye’de siyaset ve devlet yaşamında "dürüstlük" denilince akla rahmetli Bülent Ecevit gelir.
Siyasete girdikten sonra malvarlığı azalan belki de tek örnektir.
Ecevit’in dürüstlüğü sadece mali konularda da değil siyaset ve yönetim anlayışında da temel ilkeydi.
"İnsanca, hakça bir düzen" derken samimiydi.
Başbakanlık yaptığı dönemlerde koalisyonların verdiği olanak ve güç çerçevesinde bu ilkesini de hayata geçirmeye çalışmıştı.
Örneklerinden biri Kamu Personeli Seçme Sınavı’dır. (KPSS)
Son başbakanlığında, 18.3.2002 tarih ve 2002/3975 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla KPSS’yi uygulamaya soktu.
Ecevit’in amacı kamuya personel alınırken liyakatin esas alınması, torpil, kayırma, partizanlık yapılmaması, kimsenin hakkının yenilmemesiydi.
Kamu personeli olmak isteyenlerin eşit koşullarda yarışmalarının sağlanması, personel alımının şeffaf ve adaletli biçimde gerçekleştirilmesiydi.
Kamuya personel alımı için yapılan yazılı ve sözlü sınavlardaki rezalet Ecevit’in kemiklerini sızlatıyordur.
KPSS dahil Öğrence Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) koordinasyonunda yapılan bütün yazılı sınavlarda sorular çalındı. Şaibe altında olmayan bir sınav yok.
FETÖ İddianamesi’nde yer aldığı gibi, Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet’teki köşesinde belgeledi Polis Akademisi Çalıştayı’na sunulan polis raporunda da tüm sınavlarda soruların çalındığı resmi kayıtlara geçmişti.
KPSS, ÖSS, ALES, Askeri Liseler, YDS gibi akla gelen bütün sınavlar.
Bu sınavlarda soruların verildiği kaç bin kişi kamu personeli oldu? Soru hırsızlığı nedeniyle kaç bin gencin hakkı gaspedildi? Bu memurlardan kaçı saptandı? Kaçının görevine son verildi? Kaçı kendini bugünlere kadar saklayarak yüksek askeri veya sivil makamlara geldi? Kaçı halâ görevde?
Bilmiyoruz.
Saptanıp kamudan çıkarılan askeri ve sivil memurların yerine kimler atandı? Bu atamalarda liyakat mi sadakat mi dikkate alındı? Bu atamalarda insan kaynakları nelerdi? Devlette FETÖ’nün yerini hangi tarikatlar doldurdu?
Bunları da bilmiyoruz.
Sınav sorularının verilmediği yüzbinlerce aday arasından hakkıyla soruları doğru yanıtlayıp sınavı kazananların başına “mülakat”ta neler geldiğini ise biliyoruz.
Sınavı birincilikle kazansanız bile eğer iktidar yanlısı, tarikat mensubu değilseniz, bu iktidarın kurduğu vakıflardan referansınız yoksa, Atatürk’ü seven, laik, demokrat bir kimliğiniz varsa o mülakatı geçmeniz mümkün değil.
Mülakatta, sizi akla ziyan sorularla eliyorlar.
Ya sınav sorularını çaldığı için ya partili olduğu için ya Atatürk karşıtı siyasal İslamcı kimlik taşıdığı için ya iktidar vakıflarından referansı olduğu için ya türbanlı olduğu için çok daha düşük puan aldıkları halde diğerleri işe alınıyor.
Bu herkesin bildiği bir sır.
O kadar ki muhalefet partilerinin ortak vaatlerinin en önemlilerinden birini iktidara geldiklerinde mülakatı kaldırmak oluşturuyor.
Tabii bir de şu var.
Yandaş zengin etme ihaleleri, üç beş yerden maaş alma, iş takibi, komisyon, rüşvet işleri bir yana…
Soru çalma, partizanlık, insan kayırma, mülakatta hak gaspını yapanlar da ağzından “Allah korkusunu, dini, imanı, namazı, niyazı, vicdan”ı düşürmeyen iktidarın dindar adamları.