Evet, şakası kalmadı. Artık bu ülke, bu toplum çöküyor. Her şey hiç olmadığı kadar kötü ve her gün daha da kötüye gidiyor. “Bu kadarı da olmaz” diyeceğimiz her şeyi tek tek yaşıyoruz. Şok edici bir gelişmeyle sarsılırken, henüz onun etkisini atlatamadan daha beteriyle karşılaşıyoruz. Şaşırma çıtamız sürekli ve sürekli yükseliyor. Her gün daha da umutsuz bir sabaha uyanıyoruz.
Lütfen kimse bana abarttığımı, felaket tellallığı yaptığımı falan söylemesin. Sadece önümüzdeki tabloya bakın yeter. Ülkede bir avuç yandaş dışında herkes kan ağlıyor. Halkın üçte ikisi açlık sınırının altında yaşıyor, daha doğrusu ona yaşamak denmez, anca hayatta kalabiliyor. Ücretli çalışanların, emeklilerin, öğrencilerin, çiftçilerin, orta direğin hali içler acısı. Enflasyon, işsizlik rakamları rekor kırarken, demokrasi, insan hakları skorları en dibi görüyor.
Ülkede yargı iktidarın güdümüne girmiş, yargı kararları siyaset alanını dizayn etmek için kullanılıyor. Hukuk kurumları birbiriyle çelişen tutarsız kararları art arda verirken, halkın adalete güveni sıfırlanıyor ve insanlar kendi adaletini çoğu kez kendi sağlamayı seçiyor. Tabii sadece hukuk kurumlarına değil, insanların kendilerini yönetenlere de güveni kalmamış. Devletin bakanlığı bir restoran zincirinin domuz eti kullandığını rapor edince, halkın ekseriyeti “Demek ki bu restoranlara çökecekler ki öyle bir rapor hazırladılar” diye düşünüyor.
Türkiye sığınmacı ve kaçak deposu haline getirilmiş, dünyada en çok mülteciye ülkemiz ev sahipliği yapıyor. Herhangi bir elemeye ya da denetime tabi tutulmayan milyonlarca insan Türkiye’ye alınarak hem ülkemizin demografik yapısı tahrip ediliyor hem de Türk vatandaşlarının güvenliği ve yaşam koşulları riske atılıyor. Parasını veriyorlar dışarıya vatandaşlık satıyoruz, parasını veriyorlar dışarıdan göçmen alıyoruz.
Zaten ülke dünyanın farklı farklı bölgelerinden mafya ve suç örgütlerinin de buluşma yerine dönüşmüş. “İsveç mafyasına”, “Yeni Zelanda uyuşturucu baronuna” ülkemizde rastlanabiliyor, yabancı çeteler alışveriş merkezlerinde, sıradan insanların yanı başında çatışmaya girebiliyor. Neredeyse tek vaadi güvenlik olan iktidar, o vaadini dahi yerine getiremiyor.
Ülkede hiç kimse kendisini güvende hissetmiyor. Birkaç mafya liderini tahliye etmek adına infaz yasası delik deşik edildiği için sokaklarda her türlü suçlu kol geziyor. Herkes her an bir katil, hırsız veya sapığın saldırısına uğrayabileceği endişesini yaşıyor. Bu saldırıların en acı, en şiddetli örnekleri her gün televizyonlarda haber olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlar bir yandan bu olayların kurbanlarına üzülürken bir yandan da “Acaba sıra bende ya da ailemden birinde mi?” diye düşünmekten kendini alamıyor.
Yapılan anketler insanların hiçbir şeyin iyiye gideceğine inanmadığını gösteriyor. Genç kesimimiz, hele ki eğitimli olan gençler ülkeyi terk etmek için fırsat kolluyor. Artık insanlarımız geleceğini bu ülkede görmüyor. Seçim anketlerinde, hiçbir partiye oy vermeyeceğini söyleyenler en büyük kitleyi oluşturuyor. Toplumun siyaset kurumundan beklentisi dibe vuruyor, insanlar antidepresanlarla hayata tutunmaya çalışıyor.
Ve işte böyle bir durumda, “Artık bundan kötüsü olmaz” derken olabileceklerin “şimdilik” en kötüsü de oluyor. Sırf para için bebeklerimizin hayatına kastediliyor, insanlıktan nasibini almamış müsveddeler hem devleti dolandırıyor hem de el kadar yavruların hayatıyla oynuyor. Sağlık sisteminin bile isteye bozulması, doktorların ülkeden adeta kovulması, kamu hastanelerindeki kalitenin düşürülüp insanların özele yönlendirilmesi, buralara verilen hasta garantileri, sağlık sektörünün doğru dürüst denetlenmemesi bu gibi mütereddi tiplerin en aşağılıkça eylemlerine giden yolu açabiliyor.
Durumun farkına varalım. Ülkemiz elimizden kayıp gidiyor, toplumumuzu ayakta tutan sütunlar bir bir yıkılıyor. Yüz yaşını dolduran Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor.
İşte böyle anlar siyasi liderlerin kendilerini göstereceği zamanlardır, eğer lider olma iddiası taşıyan bir siyasi aktör umudunu yitirmiş milyonların kalbinde yeni bir kıvılcım çakabiliyorsa işte o zaman liderdir. Bunun temel koşulu da her şeyden önce yaşadığımız sürecin asla normal olmadığını, ne kadar olağandışı bir durum olduğunu görmek ve buna göre davranmaktan geçmektedir.
Şimdi siyaset arenasındaki herkese sesleniyorum: Beylik laflardan, hiçbir işe yaramayan basın toplantılarından gerçekten bıktık. Sizleri artık sadece sahada ve halkın yanında görmek istiyoruz. Ya yeni bir yol bulun ya da yeni bir yol açın. Hiçbirini yapamıyorsanız yoldan çekilin de yapabileceklere fırsat tanıyın. Çünkü bıçak kemiği çoktan deldi geçti bile!