Türkiye’de karma ekonomi sistemi vardı.
Özel sektörün yeterince gelişmediği genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında büyük yatırımların tümü devlet eliyle gerçekleştirildi. Kurtuluş ve kuruluş yıllarının ekonomik zorlukları içinde Atatürk döneminde Türkiye, Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı dış borçları son kuruşuna kadar ödediği gibi, dış borç almadan o günün koşullarında temel sektörlerde 48 fabrika kurdu. Bu fabrikalar arasında Sümerbank’ın simgeleşmiş bez fabrikaları da, ayakkabı fabrikaları da, demir çelik fabrikaları da, maden ocakları da uçak fabrikaları da vardır.
Bu fabrikalar için kurulan kamu iktisadi teşekkülleri 1990’lı yıllara kadar işlev gördü. Bugün Türk sanayi sektörü varsa, bu kuruluşlar sayesindedir.
12 Eylül 1980’den sonra başlayan süreçte ise Turgut Özal’ın önce 12 Eylül’ün ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ve sonrasında ANAP Lideri ve Başbakan olarak görev yaptığı yıllarda, özelleştirme furyası başladı.
O yıllarda dünyaya hakim olan vahşi kapitalizmin gereği neo-liberal politikalarının Türkiye’yi de küresel çarkların dişlileri arasına atan özelleştirme, ücretlerin dürülmesi, grevlerin yasaklanması, iç talebin düşürülmesi, iç talebin düşürülmesiyle ortaya çıkan ürün fazlasının teşviklerle özel sektör üzerinden ihraç edilmesi bir büyüme modeli olarak uygulandı.
Bu model izleyen sağ iktidarlar tarafından sürdürüldü ve AK Parti’nin iktidarı döneminde zirve yaptı.
DEVLET TİCARET YAPMAZ
Küresel neo-liberal akımın ilkesi olan “devlet ticaret yapmaz, devlet ekonomiden çekilmelidir” anlayışının gereği olarak devlet kuruluşlarının özelleştirilmesi AK Parti döneminde ekonominin temel politikası haline getirildi.
AK Parti iktidarı döneminde, son 16 yılda 278 devlet iktisadi kuruluşundan 207’si özelleştirildi. Devlete sadece 71 kurum kaldı. Bu özelleştirmelerden Hazine’ye 60 milyar dolar girdi.
Özelleştirilen kurumlar arasında; ETİ Holding, Cam Sanayi, TEDAŞ, Türkiye Gübre Sanayi, TEKEL, Alüminyum tesisleri, Şeker fabrikaları, SEKA kağıt fabrikaları, TÜRK TELEKOM, limanlar, bazı hidroelektrik santralleri, bazı termik santraller, elektrik dağıtım şirketleri, OYAK fabrikaları, Gübre Sanayi işletmeleri, tuz işletmeleri, Sümer Holding, tersaneler, Türkiye Deniz İşletmeleri ait gemiler, bazı limanlar gibi Türk sanayisinin lider kamu kuruluşları satıldı.
Devlet ekonomiden çekiliyor, ekonomik ve ticari faaliyetler özel sektöre bırakılıyordu. Bu, sağ iktidarların tümünün savunduğu serbest piyasa ekonomisinin ve liberal anlayışın gereğiydi.
Özelleştirmeler sayesinde Hazine’ye büyük kaynak aktarıldı ve AK Parti döneminde görece kaynak bolluğu yaşandı.
YENİDEN DEVLETLEŞTİRME DÖNEMİ Mİ ?
AK Parti iktidarı Türkiye’de devletin elinde ne var ne yoksa hemen hemen hepsini sattı. Bu politikayı büyük bir iştahla savundu.
Ancak önceki gün çıkan bir kararname, “ne oluyoruz, serbest piyasa ekonomisinden kamu ekonomisine mi dönüyoruz, 1930’lu, 1960’lı, 1970’li yıllara mı dönüyoruz” sorusunu gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanlığı bir kararname yayınlamış ve Cumhurbaşkanı’nın onayıyla Hazine’nin yurt içinde ve yurt dışında şirketlere ortak olması olanağı tanınmıştı.
Cumhurbaşkanı isterse, Hazine özel şirketlere ortak olabilecekti.
Bu kararnamenin gereği, devlet zora girmiş şirketlere ortak olabilecek, bir süre sonra şirket hisselerini ve borçlarını devlete devrederek bataktan kurtulabilecekti.
Özelleştirmeden elde edilen kaynağın inşaata ve enerjiye aktarılması sırasında devasa ölçülerde büyüyen, bütün altyapı ihalelerini alan ve plansız programsız sürekli konut üreten şirketler, genel ekonomi politikasının sonucu olarak tıkanmış, dış borç batağına saplanmış, konutları ellerinde kalmış, Hazine garantili işleri bile kriz nedeniyle borçlarını çeviremez hale gelmişti.
İktidarla işi olmayan ekonomistlerin ve muhalefet partisine mensup uzmanların üzerinde görüş birliğine vardıkları sonuç; her şeyi özelleştiren iktidar, bu kez batık ve kendine yakın şirketleri kurtarmak için onlara ortak olacak, borçlar Hazine’den, dolayısıyla vatandaşın cebinden çıkacak.
Bunun anlamı şudur; iktidar yıllarca savunduğu özelleştirmeden bu kez devletleştirmeye geçiyor.
Devletleştirmeye geçmesinin nedeni ise özel sektörün asla yatırım yapmadığı ve yapmayacağı bölgelere ve sektörlere sosyal devlet ilkesinin gereği olarak devletin yatırım yapması değil, iktidar tercihiyle büyüyen ama batmakta olan şirketlerin kurtarılması…
İktidar, bu şirketlerin kurtarılması uğruna, finans piyasalarında olduğu gibi reel sektörde de serbest piyasayı terk ediyor, kamu ekonomisi yaratıyor.
Kamulaştırmaların amacı ise yoksul kesime gelir aktarımı, işsizlere iş bulmak değil, özel sektörün borçlarını vatandaşın vergisiyle ödemek.
Bu ise ne serbest piyasa ekonomisine ne de kamu ağırlıklı ekonomik sisteme uyan bir durumdur.