AK Parti’nin “devletleşmesi” algısı; hem seçim yenilgisi, hem daha da ötesinde, “Partili-Beştepeli” kavgası ile hazin bir duvara toslayış yaşadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdi önünde zor bir seçim var: Devletin lideri mi, milletin lideri mi olacak? Bana kalırsa, ikisini birleştiren ama kendisini de siyasetin günlük tozu dumanı üzerine çeken bir “üçüncü yolu” bulmaya çalışacak.
31 Mart yerel seçimlerinin faturası, AK Parti’de kime, kimlere kesilecek?
Cumhurbaşkanı’nın politik tutumunda ne gibi bir değişiklik olacak?
Bu sorularla ilgili ne kadar spekülasyon yapsak, tutturması seçim sonuçlarından bile zor…
Seçim sonuçlarına yönelik öngörüleri, kamuoyu araştırmalarına, sahadaki gelişmelere ve toplumsal gelişmelere bakarak yapabilmek mümkün. Ancak, Cumhurbaşkanlığı ve dolayısıyla AK Parti’nin seçim sonrası yönelimlerinin, tutumunun ne olacağına dair öngörüde bulunabilmek imkânsız: Neticede, tek bir kişinin kararı, tahayyülü ve tasavvurundan bahsediyoruz.
Şöyle bir soru takıldı aklıma: Acaba, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim sonuçlarına mı; yoksa, seçim sonrası, AK Parti’nin “Partilileri” ve “Beştepelileri” arasında başlayan çekişmeye mi daha çok tepki duydu?
Bana kalırsa, adeta sosyal medya üzerinden bir “Yeniçeri ayaklanması” gibi patlak veren, dışarıya da “Parti-Beştepe/Saray” zıtlaşması gibi yansıyan durum, Cumhurbaşkanı’nı seçim sonuçlarının çok daha ötesinde rahatsız etmiştir.
Acaba bir tür “31 Mart Vakası”, II. Abdülhamit’i tahtından eden bir kaynama gibi mi algıladı Cumhurbaşkanı olan biteni? Sadece kendi partisi değil; Yeniden Refah’ından Cumhuriyet Halk Partisi’ne, siyasetin kazan kaldıran bir tür isyankâr güce dönüşmekte olduğunu mu düşündü?
Son kertede, gerçekten olup biteni; ne düşündüğünü bilemeyiz-çünkü başta belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin “başkanlık sistemi”, bir kişinin tasavvuru, tahayyülü, kafasının içinden geçenlere bağlı…
Devlet-Millet çekişmesi?
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, Abdullah Zeydan’ın adaylığının iptali ve YSK’nın bundan geri dönülmesiyle ilgili kararı ile şöyle bir paylaşım yapıp sonra da silmişti malum:
“Van ilimizdeki belediye başkanı seçimi ile ilgili 1 Nisan günü zuhur eden cinnet hali durumu, YSK verdiği isabetli kararla sonlandırdı. Yüksek Kurulu ve sayın üyeleri içtenlikle kutluyorum.”
Ardından da, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum ise, çok farklı perdeden konuya girdi:
“Herkes kendi cephesinden Van sürecini değerlendiriyor, anlaşılabilir. Ancak batıcı ve neo-liberal iç kesimlerin hevesleri kursaklarında kalacak. Türkiye toplumu yerel seçimlerde iktidara bir istikamet çizdi, bunu Devlet çok iyi okudu. Bu seçim sonuçlarını Türkiye’yi batının egemen güçlerine teslim edilme koşullarını oluşturduğu şeklinde okuyanlara Milli Devlet iradesi haddini bildirir. Van süreci tamamen hukuki bir süreç olarak yaşandı. Ama bu hukuki süreci daha tamamlanmadan “ayaklanma” çağrılarıyla istismar eden terör örgütünü ve legal görünümlü uzantılarını meşrulaştırmaya çalışanların Devlet de Toplum da farkında. Muhalefetin tüm aktörlerinin ve daha çarpıcısı iktidar içinde yer aldığı kabul edilen ve neo liberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin Van olayında aldıkları tutumların kaydedildiğini de herkes fark eder.”
Araya başka girenler de oldu, ama Hayati Yazıcı’nın silinen paylaşımından sonra en ağır eleştiri, AK Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu üyesi Aziz Babuşçu’dan geldi:
“Devlet farkında!
Devlet okudu!
Not edildi!
Kaydedildi!
Devlet haddini bildirir!
Bu anlayış bize uymaz, bizi temsil edemez.
Milletin Evi’nden millete parmak sallayamazsınız!
Sizin üslubunuz ile söyleyeyim, haddinizi aşıyorsunuz.”
Bu kamuoyuna açık paylaşımlar, Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti arasında bir çekişme olarak yorumlandı; ki öyle…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, seçim sonuçlarından çok bu tartışmaya sinirlendiğini düşünüyorum. Seçim gecesi ve ertesinde AK Partililerle bir araya gelişlerinde; Merkez Yürütme Kurulu toplantısında ve hatta Düzce’nin yeniden seçilen
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un, siyasete ilk müdahelesi değil bu. Gerçi, yargı siyaseti desek belki daha doğru; zira, yargı ile ilgili siyasi görüş belirtiyor. Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay ile arasındaki “Can Atalay kararı anlaşmazlığı” vakasında da, Uçum’un müdahilliği Kasım 2023’ten beri gündemde. Söz konusu tartışma, Ocak ve Şubat 2024’te zirvesine ulaşmıştı malum.
Uçum, herhangi bir danışman değil; Beştepe’nin ideologlarından. Aleyhinde söyleyecek bir şeyi olan AK Partililerin, bunu Cumhurbaşkanı’na ulaşmak yerine, kamuoyu önünde sosyal medya mesajlarıyla yapması da, hiç hoş karşılanmamıştır eminim. Neticede, bilerek veya bilmeyerek, Cumhurbaşkanı’nın en yakın çalışma ekibini seçerken verdiği kararları sorguluyorsunuz; bunu, bir de, partinin en “yekpâre” görüntü vermesi gereken zamanda yapıyorsunuz. Seçim yenilgisinin yarasına tuz-biber ekmek gibi gelmiştir tüm bu tartışmalar…
Devlet ve Milleti birleştirmek-ama nasıl?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyası esnasında, “Bu benim seçimim” dediği zaman, bu sözlerinin üzerine bir çok yorum getirilmişti. Belki, o zaman başka bir amaçla veya içgüdüsel söyleniveren bu sözlerin bürünebileceği bir gerçeklik de var. O da, Erdoğan’ın “devlet” ve “millet” arasında bir tercih yaparak; ya “partilerin üzerinde” bir devlet başkanı olmaya veyahut da, siyasete ağırlık vererek, partisini yeniden popülerleştirerek “milletin lideri” olmaya yönelmesi…
Rusya’nın lideri Vladimir Putin, partisi Birleşik Rusya’nın aşırı derecede yolsuzluklara ve liyakatsizliğe “batması”, bunların sonucu olarak da partiye olan desteğin düşmesi üzerine, 2010’larda bu yol ayrımına geldi.
Putin’in seçimi, kendisini “siyasetin kirli dünyasının” üzerinde, “Kremlin’in lideri” olarak daha üst ve devleti temsil eden bir pozisyona çekmekten yana oldu. Rusya üzerine analizlerde, Birleşik Rusya’nın Putin’in ismini özdeşleştirmek istemeyeceği kadar “toksik” hale geldiği söylenmişti, söyleniyor.
Mayıs 2023 seçimlerinden sonra tam ve en az 4-5 yıl sorgulanmayacak bir hegemonyaya doğru ilerlemiş AK Parti ve lideri Erdoğan, “devletleşmiş” gibi gözüküyorlardı. Hele de, teknokrat ve “devlet adamı” profili ağır basan Cumhurbaşkanlığı kabinesi, AK Parti’nin “devletleşmesinin” nişanesi gibiydi. Yerel seçimlerde, bu kabine; hele de, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gibi “ağır top”, “devletin ağır abisi” imajına sahip kişilerin çıkıp da, oy istemeleri sakil kaçtı. Hiç oturmadı. Ve de, AK Parti’nin “devletleşmesi” algısı; hem seçim yenilgisi, hem de daha da ötesinde, “Partili-Beştepeli” kavgası ile hazin bir duvara toslayış yaşadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdi önünde zor bir seçim var: Devletin lideri mi, milletin lideri mi olacak?
Bana kalırsa, ikisini birleştiren ama kendisini de siyasetin günlük tozu dumanı üzerine çeken bir “üçüncü yolu” bulmaya çalışacak.
Sabah gazetesinin, CHP lideri Özgür Özel ile “bayram değil, seyran değil; eniştem beni niye öptü” röportajından manşete: “Makamlara saygılıyız” sözlerini çekmesi de, boşuna olmasa gerek…
Ne var ki, bugünün CHP’sini; hele de bu seçim zaferinden sonra, 2015’in “istikşafi” Bermuda Üçgeni’ne çekmesi ve sisler arasında kaybetmesi zor…