Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinin bu kadar tahrip edildiği başka bir dönem olmadı.
AK Parti’nin 20 yıllık iktidarı döneminde, “cumhuriyetin kazanımları” olarak bilinen; demokrasi, laiklik, bilime dayalı eğitim, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, ifade ve basın özgürlüğü, kişi hak ve özgürlükleri, örgütlenme, yürüyüş ve gösteri hakkı çok büyük ölçüde kısıtlandı.
Demokratik, laik cumhuriyet kağıt üstünde kaldı.
AK Parti iktidarı başlangıçta yavaş, 15 Temmuz sonrasında geçilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi döneminde ise hızlı adımlarla, Türkiye Cumhuriyeti’ni, bütün yetkilerin tek elde toplandığı, dini referansları esas alan bir devlete dönüştürdü.
Devlette personel alımları, tayinler ve terfiler tarikatların isteklerine göre yapıldı. O kadar ki bazı bakanlıklar tarikatların hakimiyet çatışmalarına sahne olmaya başladı.
Din ve dince kutsal sayılan değer ve sembollerin siyaset için kullanılması olağan hale getirildi. Din, sadece siyasetin değil hukukun, askeri ve sivil bürokrasinin, ekonominin, ticaretin, toplumsal yaşamın merkezine oturtuldu.
Atatürk’ün, sadece stadyumlardan ve havaalanlarından değil tarihten de silinmesi gayretleri açıktan yürütülmeye başlandı. Din adamı kisvesi altında cami cemaatine seslenenler açıktan Atatürk’e hakaret etmeye, “Kemalizm kaybetti, biz kazandık, kabul edin artık” nutukları atmaya başladılar.
Devlet dairelerinde garip kıyafetlerle, cübbelerle, göğse kadar uzanan sakallarla gezen “memur” sayısı arttı. Makam odalarında Atatürk’ün yerine Abdülhamit’in, Adülmecit’in portreleri asılması yaygınlaştı.
Siyaset artık camilerin içinde yapılır hale geldi. Camilerde namazdan sonra siyasi nutuklar atılmaya başlandı. Sandalyeler dizilip parti toplantıları gibi toplantılar yapılır oldu.
Devletin idari ve yargısal denetim organları felç edildi ve devreden çıkarıldı. Medyanın büyük bölümü iktidarın kontrolü altında dev propaganda aygıtına dönüştürüldü.
Eğitim Birliği Yasası fiilen ortadan kaldırıldı. Milli eğitim dini eğitim ağırlıklı bir yapıya dönüştürüldü. Tarikatlarla aynı amaca hizmet eden vakıflarla protokoller imzalandı ve “değerler eğitimi” adı altında, öğrencilere laiklik karşıtı din dersleri verilir oldu. Üniversite öğrenci yurtları tarikatlara bırakıldı. Devlet yurt yapmayı neredeyse bıraktı.
Çocukların tecavüze, tacize uğradığı tarikat vakıfları bile korundu. Tarikat yurtlarında, kurslarında mağdur edilen çocuklar ve aileleri ile bu rezaletleri kamuoyuna taşıyan gazeteciler suçlu ilân edildi. Haklarında dava açıldı. Birçok çocuğun ailesi korkudan şikâyetçi bile olmadı, hatta tarikatları koruyan açıklamalar yaptılar.
İktidar, Osmanlı İmparatorluğu ve hilafet dönemine özenen bir zihniyetle yoluna devam ediyor.
Devlet yapısını değiştiren ve dini siyasette ve kamusal yaşamda sonuna kadar kullanan iktidar, ekonomide halkın ve Hazine’nin değil zenginleştirdiği yandaş kesimi yasaları, denetim organlarını ve yargıyı hiçe sayarak daha da zenginleştirmek uğruna ülkeyi derin bir ekonomik krize sürükledi.
Bu tablo ve bu gidiş nedeniyle önümüzdeki seçimler tarihi bir önem taşıyor. Türkiye bir yol ayırımına gelmiş durumda:
Ya bu seçimlerde iktidarı değiştirerek demokratik, laik cumhuriyeti yeniden inşa edecek ya da daha da otoriterleşerek cumhuriyeti mümkün olduğunca hukuken ve fiilen yok olmaya mahkûm edecek yolda yürümeye devam edecek.
Bu nedenle demokratik laik cumhuriyeti yeniden kurmak amacıyla 6 muhalefet partisinin bir araya gelmesi ve birlikte hareket etmesi büyük önem taşıyor.
İktidar da bunu bildiği için her fırsatta 6’lı masayı dağıtmak için hamle üstüne hamle yapıyor.
Bu gidiş karşısında Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın cumhurbaşkanı adayından beklentileri sıralarken vurguladığı, “20 yılda AK Parti tarafından 'devr-i sabık' muamelesine maruz kalan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurucu bir ruhla yeniden tesis etme yetisi" çok yerinde ve çok önemli kriterdir.
Muhalefet partilerinin ortak hedefi bu iktidar döneminde “devr-i sabık” muamelesi gören demokratik, laik cumhuriyeti yeniden kurmak olmalıdır.