Cumhuriyetin 101. yılında Atatürk’ün beklentileri gerçekleşti mi?

Şahin Aybek yazdı: Cumhuriyetimizin 101. yılında Atatürk’ün irfan ordusundan beklentileri gerçekleşti mi?

“Dinin Devlet işlerini yönetmesine neden olan ÇEDES vb. çağdışı projelerle, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi hazırlanma süreci ve kapsamı bakımından bilimsel temellerden uzak öğretim programlarıyla; özelleştirme, köyleri okulsuz ve öğretmensiz bırakma gibi eğitim sistemini “Milli” likten, “Eğitim Birliğin” den, “Bilimsel temellere dayalı olmak” tan yoksun bırakan, eğitimin yaygınlaştırılmasını önleyen 4+4+4 uygulaması gibi yanlış politikalarla eğitim sistemimiz, cehalete hizmet eder; çağı yakalamaktan da uzaklaşır.”

Hocaların hocası Prof. Dr. Nuray SENEMOĞLU ile milli eğitimin dününü, bugünü, yarınını ve Milli Eğitim Bakanlığının nereye koştuğunu konuştuk. Uzun bir eğitim söyleşisi oldu ama eğitimimizin yüzyılını da ancak bu kısalıkta konuşabilirdik.

Nuray hocam Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşunda Atatürk’ün İrfan Ordusundan beklentisi ne idi?

Bildiğiniz gibi; Ata’mız, nerede bir aksaklık, sorun varsa; sağlıkta, ekonomide, adalette, tarımda, sanayiide; temelini eğitimdeki yetersizliğe bağlamış; eğitimin önemini en iyi anlamış; anlatmış bir devlet adamı, liderdir. Mustafa Kemal Atatürk; TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE’yi oluşturmak için eğitim politikasında iki temel hedef göstermiştir: Cehaletin yenilmesi ve Türk ulusunun çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarılması.

Atatürk 1923’te Eskişehir’de yaptığı bir toplantıda geleneksel eğitimle ilgili şu saptamayı yapmıştır:

“Geleneksel eğitim yöntemleri yaratıcılığı engelleyici niteliktedir. Sadece ezberciliğe dayanmaktadır.

Bu durum ise yapıcı ve yaratıcı nesillerin yetişmesini sağlamaktan uzaktır. Eğitimimizin amacı; kendini, hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sahibi tüketici insan yetiştirmek olmuştur. Hayatta bundan sonra eğitimde izlenecek yol, her an değişmeyen belirli çizgisi olan eğitimdir. Bu eğitimden amaç, bilgiyi insan için bir süs, uygar bir zevk olmaktan çok, maddi hayatta başarı sağlayan pratik ve işe yarar bir araç haline getirmektir. İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığa, medeniyetin gerektirdiği bilim ve tekniği versin fakat o kadar pratik ve zevkli versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun.”

Ne dersiniz Hocam, cehaleti yendik mi?

Şöyle çevremize, memleketimizden insan manzaralarına bir bakalım, Şahin Bey, cehaleti yenebilmiş miyiz, okurlarımız karar versin. Trafikteki insanlarımızın davranışlarından başlayalım. Örneğin;Kavşak dolu iken lamba kendilerine yeşil yandığında; sürücülerimiz kavşağa girmeyip kavşağın boşalmasını bekliyorlar mı? Hayır. Bekleyen sürücüye de arkadan “yürü” diye klakson çalıyorlar mı, hatta darp ediyorlar mı? Evet. Kavşağa girip dört taraftan tıkanmasına neden oluyor ve kavşağın boşalmasını iki dakika bekleyemediğimiz için yarım saat-bir saat kavşağın tıkanmasına neden oluyorsak; henüz cehaletle baş başayız demektir. Diğer bir deyişle; eğitim sistemimiz çocuklarımızın üst düzey düşünme becerilerini etkili olarak kullanmalarını sağlayarak eğitimin işlevleri olan; iyi insan, nitelikli vatandaş, nitelikli üretici ve tüketici ve meslek elemanı yetiştirme işini tam da gerçekleştirememiş demek ki… İki adım ilerisini öngöremeyerek hareket eden insanlardan yüzyıllar, binyıllar sonrasını düşünerek kendilerine, gelecek nesillere, doğaya saygılı olarak yaşamalarını, mesleklerini icra etmelerini beklemek inandırıcı olmaz.

Bir başka örnek; “sigara içmek yasaktır”, “sigarasız alan” levhalarının altında, çizgilerinin içinde hatta hemen hastane kapılarının önünde sigara içen vatandaşlarımızla göz göze gelmiyor muyuz?Bir başka örnek; “Suya girmek tehlikeli ve yasaktır.” levhasına rağmen suya giren ve yaşamlarını kaybeden çocuklarımız, gençlerimizin haberleri nerdeyse her gün yaşamımızı doldurmuyor mu? Toplu taşım araçlarımız yaklaşık 200 metrelik durak aralıklarında yolun en sağından en soluna; sonra tekrar yolun en solundan en sağına geçmeye çalışırken trafiği engelliyor mu? Bu arada kazalara, yakıt ve zaman israfına neden oluyor mu?

10 Yaşın altındaki çocuklar ön koltukta seyahat ediyor mu, vücutlarının yarısı da camdan dışarı sarkmış halde? Doktorlarımız, hasta yakınları tarafından, öğretmenlerimiz veliler tarafından darp ediliyor mu? Kitle iletişim araçlarının özellikle ulusal düzeyde yayın yapan kanalların halka sunduğu TV dizilerindeki kültürel yozlaşma, mafya yapılanmalarına ilişkin olumlu mesajlar, sözde yemekleri, evleri yarıştıran programlarda nezaketten uzak konuşma, davranış biçimleri, kavga kültürünü yerleştiren eleştiri/değerlendirme yaklaşımları; gündüz kuşağında eğiticilikten uzak, aile içi şiddeti, komşuluğu, akrabalık ilişkilerini yozlaştıran, vahşeti olağanlaştıran kısacası ahlak, vicdan, sevgi, saygı, etik, adalet gibi değerlere zarar veren programlarla kültür yozlaşmasına, emperyalizmine maruz kalıyor muyuz? Bebeklerimiz, sağlık çalışanları tarafından katlediliyor mu? Çocuklarımız akran zorbalığına maruz kalıyor mu? İnsanlarımız, hayvanlarımız şiddete kurban gidiyor mu?

Daha dün haberlerde bir kadın çete lideri, kadınlara işkence yapıp istediği şeyleri yaptırdığını; bunun da videosunu çekip sosyal medyadan yayınladığını duydum. Böyle bir vahşet, eğitimin iyi insan, iyi vatandaş yetiştirdiği bir toplumda gerçekleşebilir mi? Bu genç kadının böyle bir çete liderliğine özenmesinde sosyal medya ve kitle iletişim araçlarında yer alan cehaletin etkisi var mıdır?

Bir de özel bir bakım gerektirmeden binlerce yıldır yaşama bilgeliğine sahip zeytin ağaçlarımızı, çınarlarımızı, meşelerimizi, bilimsel bütün bulgulara, mahkeme kararlarına aykırı olarak katledip, çevre dengesini bozma uğruna; en düşük nitelikli enerji/maden kaynaklarına sarılma ve bunun da ülkemizin kalkınması için gerekli olduğunu savunma ısrarı cehaletin bir göstergesi değil midir?

Bu noktada; size Birleşik Devletler’de ziyaret ettiğim bir okulun 11. Sınıf Biyoloji dersinden bir örnek vermek istiyorum: İşledikleri konu; “Sürdürülebilir Çevre”, öğrencilere kazandıracakları standart (yeterlik/hedef davranış); “Sürdürülebilir çevre anlayışını kazanma” idi. Bu özelliği kazanmaları için öğretmen şöyle bir eğitim ortamı hazırlamıştı:

Öğrenciler bilgisayar laboratuvarında ikişer kişilik gruplar halinde bilgisayarların başına geçtiler. Okulları tarafından kullanılmasına karar verilmiş olan kitap setini hazırlayan yayınevi tarafından sağlanmış olan bilgisayar programı aracılığı ile her gruba şöyle bir görev verildi: Aynı ölçülere sahip bir merada ÇİFTLİK kuracaklar ve çiftliği verimli bir biçimde işletecekler. Çiftliğin her türlü satın alma, gelirlerini giderlerini planlama, uygulama, değerlendirme faaliyetlerini yapacaklar; kısacası, üretim-pazarlama-tüketim işlemleri, bir çiftlik işletme ile ilgili tüm iş ve işlemler öğrencilere ait idi. Bazı gruplar, kısa sürede kar elde edebilmek için başlangıçta çok sayıda hayvan alıp beslediler ve ilk beş yıl çok hızla yüksek düzeyde kar elde ettiler. Ancak, sahip oldukları meranın niteliği ve büyüklüğü o kadar çok sayıda hayvanı besleyebilecek durumda değildi; bir müddet sonra mera çölleşmeye ve kullanılamaz hale gelmeye başladı ve hayvanları elden çıkarmaları gerekti. Çiftlik iflas etti. Oysa, kendilerine verilen meranın özelliklerini bilimsel olarak inceleyip ona uygun sayıda hayvan alıp besleyen gruplar, başlangıçta çok hızla yüksek karlar elde etmediler, ancak, meranın özelliklerine uygun sayıda hayvan besledikleri, merayı bilimsel yöntemlere uygun kullandıkları için yüzlerce yıl çiftlikleri gelir getirerek yaşadı. Bu çiftlikleri kurup geliştiren ya da geliştiremeyen ve sonsuza kadar yaşatan ya da yaşatamayan gençler gerçek yaşamda doğaya zarar verebilir mi? Kendisine ve başkalarına saygısızlık, haksızlık yapabilir mi? Bilimsel temellerden uzaklaşabilir mi?

Sayın Hocam, cehaletin yenilmesi konusunda Cumhuriyetin ilk yılları ile 101. Yılına girdiğimiz bugünlerde gösterilen çabalar bakımından Milli Eğitim Sistemimiz ne durumdadır?

Bildiğiniz gibi; ATA’mız, daha 16 Temmuz 1921’de Sakarya Savaşının kokularının geldiği bir ortamda 1. Maarif Kongresini toplamış; bir milletin tam bağımsızlığını kazanmasında eğitimin, öğretmenin, uygulanan programların niteliğinin önemini vurgulamış; nasıl olması gerektiğine işaret etmiştir. Atatürk’e göre; CEHALETİ YENME nasıl olacaktır? Öğretmenler yoluyla; öğretmenlerin “İLİM ve FENNE” dayalı eğitim yapmasıyla, ezbere dayalı olmayan, yapıcı, yaratıcı, yaşamda işe yarayan bilgileri kazandıran bir eğitim yoluyla gerçekleşecektir. Bu eğitim çocuğu, bir bütün olarak geliştirmelidir: Doğudan batıdan alınmayan kendi kültürel özelliklerine uygun olarak çocuğun dilini, tarihini, coğrafyasını, fenni, matematiği, sosyal bilimleri öğrenmesini, sanat-müzik, spor yoluyla çok yönlü gelişmesini sağlayan programlar yoluyla yaşamında işe yarayacak bilgiyi kazanmalı ve üretmelidir. Bu bilgiyi de ezberleyerek değil, iş başında, laboratuvarda, bahçede, tarlada, müzede, kütüphanede, çiftlikte, çarşıda, pazarda vb. her yerde, araştırarak, inceleyerek, deneyerek anlamlı bir biçimde öğrenmesi önemlidir.

Aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında cehaleti yenme, birey yetiştirme, diğer bir deyişle eğitimde işe koşulan uygulamalar incelendiğinde; bugün “YENİ” bulunmuş yaklaşımlarmış gibi sunulan ORTAMINDA ÖĞRENME (Situated learning- gerçi terimi de yanlış çevirmişler ‘durumlu öğrenme’ diye; yapılan çevirinin, kavramın anlamıyla ilgisi yok), YAŞANTISAL ÖĞRENME (Experiential learning), yaşantısal olmayan öğrenme varmış gibi, YAPILANDIRMACILIK (bu da aslında bilgi/bilme felsefesi kuramıdır) gibi bugün henüz anlamlı bir biçimde doğasına uygun olarak işe koşulamayan bir çok öğretme-öğrenme yaklaşımının, öğrenme stratejilerinin o yıllarda işe koşulduğunu; çocukların, gençlerin hatta yetişkinlerin anlamlı öğrenmelerini sağlamak için büyük çaba harcandığını gözlemekteyiz. Cumhuriyetin birinci, ikinci kuşaklarının niteliği ve sistemin ortaya çıkardığı ürünleri de bunu ortaya koymaktadır.

Atamız 1 Mart 2023 tarihinde; daha Cumhuriyet ilan edilmeden TBMM’yi açış konuşmasında eğitim ortamlarının, öğretme-öğrenme kaynaklarının niteliğini artırmaya ilişkin aşağıdaki konuşmayı yapmış ve tamamını da gerçekleştirmiştir:

“…Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde çağdaş kitaplıklar, çeşitli bitki ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuvarlar, atölyeler, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi ilçe merkezlerine dek bütün yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir.”(Atatürk, 1 Mart 1923, TBMM açış konuşması).

Cumhuriyetimizin Milli Eğitim Bakanlığı ilk Müsteşarı Nafi Atuf (Kansu) (Kasım 1924)’un eğitim

anlayışı da iki temele dayalıdır: Bunlar; “…Okullar, gerek ders içinde gerekse ders dışında çocuklara özgürlük vermeli ve kendi kendini yönetmesini sağlamalıdır” (1919, “Tolstoy-İptidai Muallimi”).

Bütün bu ilkelerin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim seferberliğinde, eğitim ve ekonomik kalkınma hamlelerinde işe koşulduğu, yapılan tüm uygulamaların, alınan önlemlerin toplumun kentlisiyle, köylüsüyle, tarımıyla (üretme çiftlikleriyle), sanayiisiyle (kurulan fabrikalarla) ekonomik ve eğitim kalkınmasına, yaşam standartlarının geliştirilmesine, cehaleti yenme ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma hedeflerinde ufka güvenle bakmalarına hizmet ettiğini görüyoruz.

CUMHURİYETİN BİRİNCİ KUŞAK ÖĞRETMENLERİNİN OKUL ALBÜMÜNDEKİ FOTOĞRAFLARINI İNCELEDİĞİMİZDE;BAYRAMLARDA RESMİ GEÇİT TÖRENLERİNDE YÜRÜRKEN BAŞLARI DİMDİK, KENDİSİNE SAYGI DUYAN

ÖYKÜLERİNİ, BİYORAFİLERİNİ İNCELEDİĞİMİZDE;MESLEKLERİNE ADANMIŞ,İNSANI SEVEN, SAYGI DUYAN, KENDİSİ ve BAŞKALARIYLA BARIŞIK ,ÖĞRENCİLERİNE, TOPLUMA HER YÖNÜYLE MODEL,KİTAP OKUYAN, GAZETE OKUYAN, ENTELLÜKTÜEL,TOPLUMDA SAYGI GÖREN meslek elemanları TOPLUMDAKİ STATÜLERİ yüksek bireyler olduğunu görüyoruz.

ÖĞRETMENLERİN toplumdaki statülerinin yüksek olmasının en önemli nedenlerinden biri; çalışmalarının o yokluklar içinde de BİLİMSEL TEMELLERE dayalı olmasıdır. BİREYİN ve içinde yaşadıkları TOPLUMUN İHTİYAÇLARI doğrultusunda KONU ALANLARININ DOĞASINA UYGUN; BİLİMİN ışığında öğrencilerinin, velilerinin öğrenmelerine rehberlik etmeleri ve öğrendiklerini uygulamaya aktarmalarını sağlamaları; toplum lideri olabilmeleridir. Kısacası; “çocukla çocuk, büyükle büyük olabilme”leridir. “ÖĞRETME” ve “ÖĞRENME”yi sınıf ve okul duvarları ile sınırlandırmamalarıdır. GERÇEK KOŞULLARDA ÖĞRETME ve ÖĞRENMEYE önem vermeleridir. Matematikte; öğrencilerinin sayıları, kümeleri, toplamayı, çıkarmayı, çarpmayı, bölmeyi sadece kitaplarındaki alıştırmaları sınıfta iki boyutlu ‘kara’, ‘yeşil’, ‘beyaz’, ‘akıllı’ tahtalarda, ekranlarda çözdürerek değil, bilginin nereden geldiğini, nereye gideceğini; yani doğasını bahçede, bağda, tarlada, ormanda, Devlet üretme çiftliklerinde, yerine göre bankada, yerine göre pazarda, yerine göre bakkalda, yerine göre postanede, hastanede, vb. her yerde yaşayarak öğrenmelerini sağlamalarıdır. Böylece Cumhuriyetimizin birinci kuşak çocukları; iyi insan, iyi vatandaş, iyi üretici, iyi tüketici olmayı yaşayarak öğrendiler.

Diğer bir deyişle; Onuncu yıl Marşımızda da ifade edildiği gibi Milli Eğitim Sistemimiz; on yılda ONBEŞ MİLYON GENÇ YARATTI HER YAŞTAN. Yurdumuzu baştanbaşa DEMİRAĞLARLA örmemiz de, TAYYARE FABRİKAMIZ başta olmak üzere, ŞEKER FABRİKALARIYLA, DOKUMA FABRİKALARIYLA, DEMİR-ÇELİK vb. FABRİKALARLA donatmamız da LİDERİMİZ ATA’mızın Dehası, öngörüsü, çalışkanlığı olduğu kadar EĞİTİME, BİLİME, ADALETE, LİYAKATE verdiği önemden de kaynaklanmış ve kendisine, uygulamalarına olan inancı artarak sürdürmüştür.

Peki bugüne geldiğimizde cehaleti yenme ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma yolunda eğitim sistemimizdeki uygulamalar ve ürünleri bakımından ne durumdayız, Sayın Hocam?

Çok güzel bir soru, teşekkür ederim Şahin Bey. 46 yıllık meslek yaşamımın sonunda; bunun 26 yılı profesör olarak geçmiştir; şunu söyleyebilmeyi çok isterdim:

Ata’mızın Kurtuluş Savaşımız sırasında, sonra da Cumhuriyetimizin ilk yılında gösterdiği hedeflere ulaştık;

Eğitim sistemimiz çocuklarımıza ezbere bilgi yüklemekten kurtuldu; çocuklarımız, gelişim ve öğrenme özelliklerine ve disiplinlerin doğasına uygun olarak bilgiyi ilgi duyarak, merak ederek, araştırarak, inceleyerek keyifle anlamlı bir biçimde öğreniyorlar; fen, sosyal bilimleri, sanatı, sporu mümkünse gerçek ortamlarında mümkün değilse modellerle, numunelerle, laboratuvarlarda, inceleme gezileri, gözlemlerle öğreniyorlar; bunlar da mümkün değilse artırılmış gerçeklikle, sanal gerçeklikle yaparak yaşayarak öğreniyorlar; arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, öğrenme kaynaklarıyla rahatlıkla etkileşimde bulunmalarını sağlayan beyin dostu eğitim ortamlarımız var; bu sayede Dünya bilimine katkıda bulunan çok sayıda liseli, üniversiteli gencimiz ve üniversitelerimizde bilim insanlarımız var. Dünya bizim ürettiğimiz pek çok teknolojiyi kullanıyor. Bizim ürettiğimiz araçlar Dünyanın en çok tercih edilen ulaşım araçları arasında yerini alıyor. Dünyada bizim ürettiğimiz tarım ürünleri önemli yer tutuyor. Bizim ürettiğimiz malzemelerle, materyallerle ortamlar temizleniyor, sağlıklı hale geliyor. Yer üstü ve yer altı zenginliklerimizi kendimiz işleyip Dünyaya hammadde değil, işlenmiş madde olarak satıyoruz. Tüm sektörlerde dünyaya liderlik yapıyoruz. Küresel ekonomiyi biz yönetiyoruz. Emperyalizmin maşası çeşitli terör örgütlerinin, çeşitli ülkelerin Ülkemiz, Tarihimiz, Devletimiz aleyhine ürettikleri yanlış bilgiyi, yanlış anlamayı yok edecek, bilimsel bilgiye ve gerçeklere dayalı yapay zekâlar ürettik. Ülkemizin ve Dünyanın refahına, sürdürülebilir Dünya anlayışına büyük katkıda bulunuyoruz.” Maalesef; göğsümü gererek bunları söyleyemediğim için Ata’ma karşı, bu vatanı kurtarıp cehaleti yenmek ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak üzere bizlere emanet eden kahramanlara karşı üzerimize düşen görevi yerine getiremediğimiz için İRFAN ORDUSUNUN bir neferi olarak büyük üzüntü duyduğumu ifade etmeliyim. Ancak, umutsuz muyum? Hayır. Çünkü ATA’mın ifade ettiği gibi “….Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir….” Bundan sonra da milli birlik ve beraberlik içinde insangücü ve insangücü dışı kaynaklarımızı en etkili ve verimli bir biçimde kullanarak, geliştirerek ülkemizi ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNİN üzerine çıkaracağımıza inancım tamdır.

Peki bu hedefimizi nasıl gerçekleştireceğimizi düşünüyorsunuz, Sayın Hocam?

Teşekkür ederim Şahin Bey. Şimdi geldik “dananın kuyruğunun koptuğu yere” ben bu deyimi kullanınca acaba 10’lu yaşların sonlarındaki, 20’li yaşlar ve 30’lu yaşların başlarındaki çocuklarımız ve gençlerimiz beni anlayabilirler mi diye düşündüm. Nedenine gelince; arada sırada bazı genel kültür, dil, tarih vb. yarışmaları izliyorum. Anlı şanlı üniversitelerimizi dereceyle kazanmış; hatta mezun olmuş, çok iyi pozisyonlarda çalışan pek çok genç arkadaşımızın kültürümüzün bir öğesi olan dilimizin deyimlerinin, atasözlerinin anlamlarını bilemediklerini, dilimizde okumadıklarını, Türk Edebiyatından, Türk Tarihinden, Türk kültüründen bihaber oldukları hatta ‘ben sözelci değilim onun için cevaplayamadım’ diyen bazı çocuklarımızın da ‘çok basit matematik problemleri çözme; akıl yürütme becerilerinin de iyi olmadığını gözlüyoruz. Aslında ben çocuklarımızın niteliğini OECD’nin yaptığı PISA, TIMMS gibi uluslararası ya da Liselere Geçiş (LGS), Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) gibi ulusal sınav sonuçlarına göre etiketlemek istemem ancak, bu sınav sonuçları da tutarlı olarak bir duruma işaret etmektedir:

2023, yılında yapılan Ulusal sınavlarda çocuklarımızın kendi dillerinde okuduğunu anlama düzeyi gerek LGS’de, gerekse YKS’de yaklaşık %50 civarındadır. Okuduğunu tam olarak anlayamayan çocuklarımızın matematikte, diğer bilim alanlarında, sanatta, sporda hatta günlük yaşamında etkili iletişim kurmasını; başarılı olmasını beklememiz oldukça zordur. ‘Atıyorum’, ‘direk/t’, ‘tabiiki de’, ‘aynen’ ‘yaa….’, ‘bay bay’ vb. Türkçe ve Türkçe olmayan sözcükleri, nidaları yanlış kullanarak, sınırlı sayıda sözcükle konuşan, kitap, gazete, dergi okumayan ana-babalar, öğretmenler, televizyon ekranlarındaki, sosyal medyadaki rol modeller, öğretim programlarının yetersizliği ve yanlış eğitim politikaları bu başarısızlığın nedenleridir. Bu durumda; bilimi üretebilmek, teknolojiye aktarabilmek; çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkabilmek için çocuklarımızı keyifle okur, yazar; okuduğunu anlar hale getirmemiz gerekir; burada da eğitimi etkileyen herkese, hepimize önemli görevler düşmektedir.

2024 Yılı Yüksek Öğretim Kurumları (YKS) Temel Yeterlik Testi (TYT)’inde Türkçe başarısı %54, Matematik %30, Fen Bilimleri %17’dir. Alan Yeterlik Test (AYT) sonuçları incelendiğinde ise öğrencilerin alan başarılarının Türk Milli Eğitim Sistemi açısından endişe verici düzeyde düşük olduğu görülmektedir. Türk Dili Edebiyatı alan başarısı %25, Matematik %14, Fizik %16, Kimya %11, Biyoloji %18, Tarih %24, Coğrafya %35, Felsefe %16, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi %20’dir. Haftalık Ders Çizelgeleri incelendiğinde de “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersine sadece 8. Sınıfta ve 12. Sınıfta ikişer saat yer verildiği; “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersine ise İlkokul 4. Sınıftan lise 12. Sınıfın sonuna kadar dokuz sınıfta ikişer saat zorunlu olarak yer verilmesine rağmen Din Kültürü ve ahlak bilgisi dersinin alan puanının da oldukça yetersiz kaldığı görülmektedir. Elde edilen bu bulgu; laik bir Ülkede Din Kültürü dersinin zorunlu olarak verilmesinin; öğrencilerin dinlerini öğrenmelerine katkıda bulunmadığını göstermektedir. Bilişim çağında yaşanan “Türkiye Yüzyılı”nda ise gelişmiş ülkelerin aksine “Bilişim Teknolojileri ve Yazılım” dersine sadece 5 ve 6.sınıflarda ikişer saat yer verilmiştir. Bu durumda da Türkiye, bu konuda nitelikli eğitim yapan ülkelerin ürünlerinin tüketiciliğini yapmaktan kurtulamayacaktır.

BU DURUM, bizim için bir ALARM vermekte, BİLİŞSEL GÜÇLERİMİZ bizleri İSRAF etmeyin demektedir.

Bu durumda TÜRKÇE’nin, TÜRK DİLİ EDEBİYATININ, TÜRK TARİHİNİN, TEMEL BİLİMLERİN, Fen ve Doğa bilimleri- Sosyal ve BEŞERİ bilimlerin, Matematiğin, SANATIN, MÜZİĞİN, SPORUN doğasına uygun olarak çocuklarımıza anlamlı bir biçimde öğretimine yoğunlaşmamız gerekir. ÖNCELİKLE;

Bu bilim ve sanat alanlarından bir ya da daha fazlasının bilgisini anlamlı bir biçimde, doğasına uygun olarak öğrenmiş, kazanmış; beyninde anlamlı bir biçimde yapılandırmış; bilgiyi üretebilecek ve anlamlı olarak öğrenicilerine öğretebilecek BİLİM İNSANLARINA, AKADEMİSYENLERE, ÖĞRETMENLERE ihtiyaç var. Bütün bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle; bilgiyi üretebilen BİLİM İNSANI yetiştirebilmek için Fen-Edebiyat Fakültelerine ve iyi insan, iyi vatandaş, nitelikli meslek elemanı yetiştirecek nitelikli öğretmenler yetiştirebilmek amacıyla da Eğitim Fakültelerine Üniversiteye Giriş Sınavlarında en yüksek puanları almış; fiziksel, sosyal, ruhsal bakımdan sağlıklı öğrencilerin “Bilim İnsanı Adayı” ve “Öğretmen Adayı” olarak seçilmesi gerekir. Mustafa Kemal Atatürk , memleketin en kabiliyetli gençlerini Öğretmen olmaya, bilim insanı olmaya yönlendirelim demiştir. Bugün, maalesef memleketin en kabiliyetli gençleri, meslek elemanları fırsatını bulduğunda Avrupa’ya ve Birleşik Devletlere gitmeye çalışmaktadır. Acaba neden? Eğitim Millilikten, eğitimde birlikten, bilimsel temellere dayalı olmaktan; eğitimin yaygınlaştırılmasından uzaklaşmış; yapılan atamalarda liyakat, adalet bir tarafa bırakılmış; eş-dost-tarikatçılık- partizanlık, yandaşlık ön plana çıkmıştır. Sosyal sınıflar arasındaki farkların eğitim yoluyla yok olması; ana babaların, çocuklarının eğitim yoluyla “Adam olması”, “Bir baltaya sap olması” umutları; diğer bir deyişle eğitimin dikey sosyal hareketliliği sağlama, bireylerin eğitim yoluyla kendilerini gerçekleştirme yolundaki umutları ellerinden alınmıştır. Bu durum da gençlerin hatta genç ve orta yetişkinlerin Ülkelerine aidiyet duygusunu zayıflatmıştır. Kendi ülkesinde güven ve refah içinde yaşama umudu göremeyen gençler de soluğu gelişmiş ülkelerde almaya çalışmaktadırlar. Oysa Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini gençlere, gençleri de Öğretmenlere emanet etmişti. Cumhuriyetimizin 101. Yılını yaşadığımız bu günlerde Ülkemizin, Vatanımızın, Bayrağımızın teminatı olan gençlerimize sahip çıkmak istiyorsak ivedilikle Milli Eğitim Sistemimize yön verenler, “Cumhuriyet” tanımına yani “Cumhuriyet”in “imkân” demek olduğunu, “Kimsesizlerin Kimsesi” demek olduğunu hatırlamaları ve politikalarını buna göre düzeltmeleri gerekmektedir. Bu da Eğitim Birliği’nden ödün vermemekle olur. Eğitimde birliği sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla aynı zamanda; “Eğitimde Millilik”, “Eğitimin Bilimsel Temellere Dayalı olması”, “Eğitimin Yaygınlaşması”, eğitim yoluyla sosyal-dikey hareketlilik sağlanmıştır. Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma yolunda önemli ilerlemeler kaydetmişken Tevhid-i Tedrisat Kanununu delerek eğitim birliğinden ödün vermek Ülkede bölünme, parçalanmalara neden olacak ÖNEMLİ BİR BEKA SORUNUDUR.

Ardından; Eğitim Fakültelerinde nitelikli öğretmen, Fen-Edebiyat Fakültelerinde bilim üreten insan yetişmesini sağlayacak eğitim programlarına ve eğitim ortamlarına ihtiyaç var. Nitelikli yetişmiş; kendisini ve öğrencilerini disiplinli, sentezleyen, yaratıcı, saygılı ve etik zihinlere sahip bireyler olarak yetiştirme, rehberlik etme gücüne sahip öğretmenlere ihtiyaç var.

Çocuklarımızın bilginin doğasını anlamlı bir biçimde yapılandırmalarını, üst düzey düşünmelerini sağlayarak bilgiyi üretebilir, teknolojiye aktarabilir düzeye gelmelerine rehberlik edecek gelişim ve öğrenme özelliklerine uygun olarak hazırlanmış, geliştirilmiş öğretim programlarına ihtiyaç var. Bugün geldiğimiz noktada; Atatürk ve mesai arkadaşlarının, bilim insanlarının uzunca bilimsel araştırma ve incelemeleri sonucunda Divan-ı Lügat üt Türk (Kaşgarlı Mahmut) ve Alper Tunga Destanından alınmış, 1933’te kullanıma girmiş olan Türkçe “EĞİTİM“ sözcüğü yerine bir yüzyıl önce kullanılan MAARİF sözcüğünün getirilerek adına “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denen ancak, Eğitimde Millilikten, Eğitim Birliğinden, Bilimsel Temellerden/bilim alanlarının doğasından uzak hazırlanmış çağ dışı bir öğretim programıyla ne dünyayla yarışacak ne de kendi ülkesinde refah içinde yaşayabilecek fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirilmesine hizmet edebilir.

Öğrencilerin bilişsel güçlerini etkili olarak kullanmalarını sağlayacak beyin dostu, okul mimarisine uygun olarak yapılmış okullara, sağlıklı eğitim ortamlarına ve öğrenme kaynaklarına ihtiyaç var.

Öğretmen, öğrenci, veli, yönetici ve diğer ilgililerle işbirliği içinde çalışmayı sağlayacak okul iklimi yaratma ve sürdürme güvenliğine ihtiyaç var.

SONUÇ olarak; Disiplinli, sentezleyen, yaratıcı, saygılı ve etik zihinlerle BİLGİYİ ÜRETİP TEKNOLOJİYE aktarmamız; özellikle BİLGİ satabilen ülke konumuna gelmemizle ÇAĞDAŞ UYGARLIK düzeyinin üzerine çıkabiliriz. YETİŞMİŞ BEYİNLERİMİZİN ülkemize aidiyetlerini geliştirebilmek için de MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZÜN, DEĞERLERİMİZİN, TARİHİMİZİN çocuklarımıza anlamlı bir biçimde kazandırılması, Devleti yönetenlerin de LAİK, DEMOKRATİK, SOSYAL, HUKUK devletinin gereklerini yerine getirmeleri; tüm davranışlarında ADALET ve LİYAKAT’ı öncelemeleri önem taşımaktadır.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ülkeyi yönetenlerin, Milli Eğitim Sistemi hakkında karar vericilerin Demokratik, Laik, Sosyal, Hukuk Devletinin gereklerini yerine getirmeleri; ülkemizin, vatanımızın, milletimizin, bölünmez bütünlüğüyle Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin ilelebet payidar yaşaması için elzemdir. Dinin Devlet işlerini yönetmesine neden olan ÇEDES vb. çağdışı projelerle, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi hazırlanma süreci ve kapsamı bakımından bilimsel temellerden uzak öğretim programlarıyla; özelleştirme, köyleri okulsuz ve öğretmensiz bırakma gibi eğitim sistemini “Milli”likten, “Eğitim Birliğin”den, “Bilimsel temellere dayalı olmak”tan yoksun bırakan, eğitimin yaygınlaştırılmasını önleyen 4+4+4 uygulaması gibi yanlış politikalarla eğitim sistemimiz, cehalete hizmet eder; çağı yakalamaktan da uzaklaşır. Toplumdaki şiddet eğilimlerinin, ortaokul düzeyinden itibaren yükseköğretim de dahil olmak üzere okul terklerinin; üniversite mezunu, yüksek lisans, doktora mezunu genç işsiz sayısının artması bütün bu yanlış eğitim politikaları ve eğitim sistemindeki yanlış uygulamaların ürünüdür.

O halde yapılması gereken şey; ivedilikle, Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz, Milli Eğitim Bakanlığımızın, T.C. Anayasası’nın başlangıç ilkeleri ile ikinci maddesinde ifadesini bulan gerekleri yerine getirmesini sağlamalı; Milli Eğitim Sisteminin, tüm öğeleriyle, Milli, Öğretim Birliği içinde, Bilimsel Temellere Dayalı ve Yaygın olarak işlevlerini yerine getirmesi için gerekli önlemleri almalıdır. Böylece; Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı; demokratik, laik, sosyal hukuk devletinde yaşayacak bireyleri yetiştirerek eğitim yoluyla Ülkemizin cehaleti yenme ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma hedefine ulaşmasını sağlayabilir.

Son olarak; değerli ve sevgili okurlarımızla buluşmamı sağladığınız için Şahin Bey, size ve sizin şahsınızda tüm ekibinize, mesai arkadaşlarınıza teşekkür ederim. En kısa zamanda cehaleti tamamen yenerek çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma dileğiyle herkese saygı ve sevgilerimi iletiyorum.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

Eğitim Haberleri