Geçenlerde bir toplantıya davetliydim. CHP’li siyasetçilerin, yanı sıra CHP’de çalışan ya da kendisini ‘solda’ tanımlayan aktivistlerin olduğu bir grupla buluştum.
Konuştuk, dertleştik.
Hiç bilmiyordum, orada öğrendim.
AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin lokallerinde bıçaklar tabağın soluna konurmuş. Bilgisizlikten ya da öyle denk geldiği için değil. ‘Talimat’ gereği.
Neden peki? Duyunca inanmakta güçlük çektim, şundan: Bıçak kesici bir alet olarak ‘kötüyü’ simgeliyormuş. O nedenle KÖTÜ TARAFTA durmalıymış. Yani solda!
Sol elle yemeyi günah sayanların olduğunu biliyordum. Sola her konuda şeytani anlamlar yüklendiğini de biliyordum. Ama bıçağın sola sürgün edildiğini ilk kez duydum.
Küçük çocukları, hayatlarında tek bir kitap okumamış ve hatta okuması yazması olmayan yetişkinleri düşünün... Zaten dogmalar ile karışmış akıllarının bir de bu kadar ayrıntıda saplantılarla dizayn edildiğini hayal edin.
Şu anda Türkiye’de bu yaşanıyor. Bu oluyor.
Bir yandan, -din eğitimi dersleri- konulan anaokullarında, din derslerinin zorunlu kılındığı ilkokullarda zihinlere korku tohumları ekiliyor. Diğer yandan NEO-ŞERİAT düzeni için inanılmaz adımlar atılıyor.
***
Erdoğan’ın Din Şurası’nda söylediklerinden sonra üç hafta, üç yazımda “Laikliğin mezarı kazıldı” dedim.
Siyasetçiler dışında pek çok kesim o yazılara ses verdi... Kaygıları paylaştı... Ve alarm zilleri daha yüksek çalmaya başladı.
Örneğin, Ali Sirmen Cumhuriyet Gazetesi’nde önceki gün şöyle dedi:
“Laik Cumhuriyetin tarihe karışmış olduğu gerçeği tartışma bile götürmez.”
Ali Sirmen’in bu kadar keskin bir çizgi çekmesinin nedeni, Erdoğan’ın Din Şurası’ndaki sözleri… Ve hemen ardından Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Kurallar’ kararı.
Medya Mahallesi programında ayrıntılarıyla dile getirdim. O karar, (güya) denetçilerle ilgili etik kuralları düzenlerken referansı İslam’dan, Kur’andan alıyor. Ayetlerle, hadislerle ve İSLAM HUKUKU yani ŞERİAT anlamına gelen FIKIH ile açıklıyor.
Kamu adına çalışacak denetçilerde takva sahibi iyi müslüman olma şartı getiriyor.
Dahası var. Bugün İstanbul’da bir toplantı düzenleniyor. Konusu, TIPTA FETVA!
Düzenleyen, AKP’nin ne kadar fetvacı hocası varsa daha önceki toplantılarında boy göstermiş, İSAR Vakfı.
Şimdi çıtayı biraz daha yükseltmişler. ‘Tıbbi konularda nasıl fetva verileceğine dair’ sempozyumla, bu alanı da NEO-ŞERİAT çerçevesine sokacaklar.
***
Atılan, atılacak her adım bu toplumu bilimden biraz daha uzaklaştıracak.
Zira baştaki örnekten de anlayacağımız... Zaten hiç saklamadıkları paradigmaları tam da “BU” demek!
Hayatını, Erdoğan’ın Din Şurası’nda buyurduğu gibi, dinin hükümlerine göre düzenleyip yaşayanlar için akılla inancın ortaklığı söz konusu olamaz. Evet, aklı inkâr etmezler. Evet, aklın-bilimin sunduğu her yeniliğe balıklama atlarlar. Yeter ki akıl-bilim, inancın önüne geçmesin. Yeter ki ‘kesinleşmiş kabul’ anlamına gelen inanç, aklın sorularıyla kurcalanmasın. Gayba, yani bilinmeyene iman edenlerin yüreğine bilimin kuşku tohumları ekilmesin.
Türkiye, işte böyle düşünenlerin... Daha doğrusu ‘böyle düşünülmesini isteyenlerin’ yönetiminde. Köşe bucak dizayn ediliyor.
Milyonlar, devlet kapılarının açıldığı Menzil tarikatına... Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün -şimdi değilmiş de 2015 yılındaymış!- şeyhinin elini öptüğü Haznevi tarikatına emanet!
O milyonlara “SOL ŞEYTANDIR. SOL BİLİMİ TEMSİL EDER. BİLİM DE İMANI ZEDELER” diye öğretecekler.
Hatırlayan, Erdoğan’ın en yakın danışmanlarından, kampanyasını teslim ettiği Erol Olçok 15 Temmuz’da öldürülmüştü. Cenaze töreninde, müftü -hem de Erdoğan’ın yanı başında- “Rabbim bizi çok okumuşlardan korusun” demişti.
Kast ettikleri işte bu!
Okumuşluğun, yani aklın-bilimin inanca üstün gelmesi.
***
Sahi, akıl demişken!
Bunca vahim gelişme karşısında muhalefetteki akıl tutulmasına ne diyorsunuz?
***
KİŞİSEL BİR NOT
Halk TV’deki Medya Mahallesi programına ocak başına kadar ara verdim. Hayır, tatil değil ameliyat molası!
Aslında böyle duyuruları hiç sevmem. Ama bir hafta ekranda görünmeyince izleyiciler -eksik olmasınlar- telefona sarılıyor. Atılıp atılmadığımı soruyor. Malum, medyada böyle vakalara sık rastlandığı için haksız değiller. Ancak mesele tıbbi! Bir koşu gidip ameliyat olup geleyim, olur mu? Görüşmek üzere.