Meclis Tacizi Konuşmalı, Meclisin Tacizi Konuşulmamalı!!!
Bugün tarikatlarda, okullarda, yurtlarda, staj alanlarında ve Meclis’te karşımıza çıkan istismar vakaları tesadüf değildir. Kötülük sıradanlaştığında toplum çökmeye başlar. Gönüller karardıkça toplumda karanlık olur. Çocukluğuna inilemeyen sapıklar, çocuklarımıza kadar indi…
Bizler eğitimciler olarak; okullarda zorbalığı, meslek liselerinde çocukların maruz kaldığı baskıları, MESEM’lerde yıllardır süren sömürüyü, öğrencilere yönelik taciz ve istismar risklerini tartışırken bir anda karşımıza öyle bir haber çıktı ki, artık konuştuğumuz konunun boyutları tamamen değişti.
BirGün gazetesi yazarı Gazeteci Mustafa Mert Bildircin’in ortaya çıkardığı “Meclis lokantasında stajyer çocuklara yönelik taciz iddiaları” başlıklı habere göre ülkenin en güvenli olması gereken kurumundan, en tepe çatısından, başkentin en yüksek surundan — yani Meclis’ten — bir utanç gün yüzüne çıktı. Üstelik Meclis Genel Sekreterliği bu iddiaları doğruladı ve bir tutuklama ile görevden uzaklaştırmalar açıklandı.
Çocukları koruması gereken yerden çocukları korumak zorunda kalıyorsak, durum oldukça ciddi bir noktaya varmış demektir. Bu münferit bir suç değil, büyük bir sistem çürümüşlüğünün işaretidir. Düşünebiliyor musunuz? Meclis lokantasında stajyer bir kız çocuğunun uğradığı taciz iddiası ve bunun ardından çocuğun — evet, doğru duydunuz ÇOCUĞUN — hamile kalması, tüm gerçeklerin doktor tarafından iş yerine ve aileye bildirilmesi ile ortaya çıkmış olmasına rağmen, müdürün bu durumu bilmesine rağmen örtbas etmeye çalışması, çocuğun korunmaması ve bu utanç verici durumu gizlemek için çocuklara baskı yapılması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yani çocuğun üstün yararını gözetmek yerine kendi koltuğu veya kurumun itibarı düşünülüyor.
Bir kurumun itibarı, bir çocuğun onurundan, yaşamından ve geleceğinden daha mı değerlidir?
Bu kurumlar niçin var?
Atatürk’ün kurduğu mecliste çocuktan daha değerli ne var?
Kurumun prestiji uğruna çocukların onuru, hakları ve güvenliği feda edilebilir mi?
Bu noktada sorumluluk yalnızca bireylerin değil, kurumun yöneticilerinindir ve üzerine düşeni yapmalıdır. Kafasını kuma gömüp olayı örtbas etmek yerine tüm suçluları ortaya çıkarmalıdır.
Cehennem’in en karanlık yerleri, ahlaki kriz anlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.
Dante
Böyle büyük bir olayda gerçeği gizlemek başlı başına ağır bir suçtur. Susmak ya da “tarafsız kalmak”, ahlaki bir duruş değil, suçun yanına saf tutmaktır.
“Kurum zarar görmesin” gerekçesiyle susmak, suçu küçültmez; aksine hem suçu büyütür hem de kurumlara daha fazla zarar verir. Susmak ya da saklamak artık bireysel bir tercih değildir; suçun ortağı olmak anlamına gelir. Bu tutum, çocukları ve masumları değil, suçu işleyenleri korur.
Meclisin çatısı altında çocukları koruyamıyorsak varın ötesini siz düşünün!
Meclis’in kendi çatısı altındaki çocukları taciz ve istismardan koruyamıyor olması, düşündüğümüzde bile tüyler ürpertici bir durumdur. Peki, bu durumda MESEM’lerde, izbe iş yerlerinde, şehir merkezinden uzak atölyelerde, merdiven altı fabrikalarda ya da çocukların güvenliğinin tamamen ihmal edildiği diğer yaşam alanlarında çocukları nasıl koruyacağımızı ciddi ciddi düşünebiliyor muyuz?
Bu sorunun kendisi bile, sistemin ne kadar çürüdüğünü, sorumluların ne kadar başarısız ve kayıtsız olduğunu gözler önüne seriyor. Çocukların güvenliği, yalnızca göstermelik denetimlerle ya da kurumsal prestijin arkasına saklanarak sağlanamaz; gerçek anlamda korunmaları için köklü bir değişime, sorumluluk bilincine ve vicdana ve hesap vermeye ihtiyaç vardır.
Balık Baştan Kokmuş
Meclisin Ömer Diyeceği Ağzını Büzmesinden Belliymiş!
Meclis, geçmiş yasama yıllarında çocuk istismarı ve taciz olaylarını araştırmak için 18 önerge vermiş, ancak yalnızca biri kabul edilmiş; diğerleri ise “yasama dönemi sona erdiği için hükümsüz” sayılmıştır. Bu veriler zaten Meclis’in çocukları koruma sorumluluğunu yerine getirmediğini açıkça göstermektedir. Bizler de hala halk olarak meclisten taciz ve istismar vakalarını araştırmasını bekliyoruz. Ne diyelim :Umut fakirin ekmeği…
Bu yıl aile yılıydı diye hatırlıyorum(!)
Yanlış hatırlamıyorsam bu yıl “aile yılı” ilan edilmişti . Aile ve çocuklarla ilgili yüzlerce yazılar ,projeler…
Aileleri böyle mi koruyorsunuz?
Çocukları Meclis lokantasında istismar edilen bir ülkede, hangi aile güvendedir?
Aileyi kutsal ilan edip çocuğu koruyamayan bir meclisin kavramdan başka neyi kalmıştır?
Ahlaki çöküşün korkunç yüzü medyada da kendini gösterdi
Taciz ve istismar yalnızca küçük yaş gruplarını ve öğrencileri kapsamıyor. Medya sektörü ve yetişkinler de toplumsal ahlaki çöküşün en görünür, en büyük mağdurlarından. Son zamanlarda basına yansıyan haberlere göre, büyük bir gazetenin etkili ve ünlü bir genel yayın yönetmeninin kendi altında çalışan sunuculara ve genç kadınlara tacizde bulunduğu ortaya çıktı. Bu taciz olayları yaş sınırı tanımıyor; kimi zaman bedensel üstünlük, kimi zaman da para veya güç gibi elinde bulundurduğu imkânlarla kadınlara yöneltiliyor. Taciz süreci, sıradan iş ilişkisini gölgeleyerek sistematik bir güç kullanımına ve korkutmaya dönüşüyor. Kadınlar sessiz kalmaları için baskı altına alınıyor, kimi zaman kariyerleri veya ekonomik gelecekleri tehdit ediliyor ve bu sessizlik, taciz edenin gücünü daha da pekiştiriyor. Kısacası medya sektörü de ahlaki çöküşün bir yansıması hâline gelmiş durumda; güç ve çıkar ilişkilerinin mağduriyetin üstüne çıktığı bir alan olarak karşımıza çıkıyor.
Çocukluğuna inilemeyen sapıklar, çocuklarımıza kadar indi
Çocukluğuna inilemeyen bireyler, bastırdıklarıyla yaşar; bastırılan ise yok olmaz, biçim değiştirerek geri döner. Türkiye’de cinsellik din, ahlak ve “ayıp” tabularıyla dört yanı çevrilmiş; konuşulması yasaklanmış bir alana dönüştürülmüştür. Bastırılmış arzular, patolojik biçimde ortaya çıkar.
Bugün tarikatlarda, okullarda, yurtlarda, staj alanlarında ve Meclis’te karşımıza çıkan istismar vakaları tesadüf değildir. Bu toplum cinselliği konuşmadıkça sapık kişilikler kendinden güçsüz kişilerde gerçek yüzünü göstererek baskıcı toplumun bedelini çocuklar ödemeye devam edecektir.
Toplumun çürümesi, bireylerin değerini yitirmesiyle başlar.
Nietzsche
Türkiye bugün yalnızca ekonomik ya da siyasal krizlerle değil, çok daha derinde işleyen toplumsal bir çürüme ile karşı karşıyadır. Nietzsche’nin işaret ettiği gibi, bireylerin değer duygusunu yitirdiği bir yerde toplumsal çürüme kaçınılmazdır.
Aristoteles’e göre iyilik, erdem, “tekrar eden davranışlarla inşa edilen bir alışkanlıktır.”
Çocukların korunmadığı, ihmalin sıradanlaştığı bir düzende erdemli davranışların kök salması mümkün değildir. Türkiye’de bugün Meclis çatısı altında çocuk istismarını konuşuyor olmamız, erdemli davranışı bırakın çürüme hatta kokuşmuşluğun en ağır göstergesidir.
Gönüller karardıkça toplumda karanlık olur
Mevlâna
Türkiye’de yukarıda bahsettiğim ahlaki çöküş, yalnızca münferit olayların toplamından ibaret değildir; çıkarcı, empatiden yoksun ve “benim bir dinim var, dolayısıyla ahlaka ayrıca ihtiyacım yok” yanılgısıyla hareket eden bir insan tipinin giderek yaygınlaşmasının sonucudur. Bu sorunu görmezden geldikçe ve çözmedikçe, yıllarca ahlaki olarak küçümsediğimiz Batı toplumlarının gerisinde kalmaya devam edeceğiz. Biz ahlakı daha çok kadına atfedip sadece söylemlerinizde taşırken, onlar davranışlarına yansıtmışlardır.
Çıkarın erdemin önüne geçtiği bu toplumda gönüller de kararmaktadır. Yunus Emre ve Mevlâna’nın temsil ettiği hoşgörü, vicdan ve insan sevgisi yerini fırsatçılığa ve kayıtsızlığa bırakmıştır. Ahlak, yalnızca göz önünde sergilenen bir gösteriye dönüşmüştür. İnsanlar artık doğruyu, ahlaki sorumluluk için değil; baskıdan kaçınmak için yapmaktadır. Toplumsal baskının bireysel ahlaki duruşun önüne geçtiği bir yerde, gönüller kararır ve karanlık toplumun tamamına yayılır.
Kötülük sıradanlaştığında toplum çökmeye başlar
Hannah Arendt
Ahlak, yalnızca görünür eylemlerle değil, kimsenin görmediği anda bile doğruyu seçebilmekle yaşar. İyi ve ahlaklı olmak, başkalarına sergilenmesi gereken erdemler değildir. İyilik sonucunda ayıplanmak, kınanmak gibi durumlar olsa da doğru eylemi yapmaktır.
Kurumlar kendi itibarını korumak için çocukların ve zayıfın haklarını hiçe sayarken susmak, kalem oynatmamak en büyük ahlaksızlıktır. İstismar nerede olursa olsun — okulda, sokakta, medyada, işyerinde — sorumlular hesap vermeli ve şahsi çıkarlarını erdemin önüne koymamalıdır.
Gerçek ahlak, vicdandan başlar. İnsan, toplum baskısı altında bile adil, merhametli ve doğru kalabiliyorsa, o toplumun temeli sağlamdır. Ahlaklı kalmak, sadece bireysel bir erdem değil; toplumun güveni ve geleceği için bir sorumluluktur. Her birey ahlaki duruşunu koruduğu sürece, toplumun karanlık eğilimleri karşısında direnç kazanır.
Sözlerimi vicdanlı ve ahlaklı kalmak, insanların içinde insan kalmak dileklerim ve
Usta Şair Edip Cansever’in:
“Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir!" dizeleriyle bitiriyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…