“Sürtük” dedi şimdi de. O, elbette bunu hakaret olsun diye söyledi ama ettiği önceki hakaretlerin muhatapları üzerinde hiç bir etkisi olmadığını, aksine ters teptiğini kavrayamadı bir türlü. Sayesinde dünyanın en soylu sözcüğü haline gelen “çapulcu”yu unutmuşa benziyor. O nedenle “Gezi’nin muhteşem kadınları” “sürtük” kelimesine alınmazlar. Aksine erkek egemen düzene, haksızlığa, şiddete direnmenin sıfatlarından biri kabul edip, üstleniverirler “Sürtük”ü.
Dünyadaki sayılı “toksik” politikacıdan biri olan AKP Genel Başkanı bilindiği gibi ülkenin yarısından fazlasına kinle bakan biri. Bir yetişkin olarak, kendisi gibi düşünen gençlere vaktiyle verdiği öğüdün “kininizi diri tutun” olmasının bir anlamı var yani. Kin duyulan topluluklara, gruplara ilişkin sıfatlandırmanın bu kine uygun olarak muhatapları aşağılamayı içermesinden daha doğal ne olabilir ki? O nedenle, kişisel olarak buna takılıyor değilim. “Bu nasıl olur, Cumhurbaşkanlığı da yapan biri nasıl böyle konuşur” diyerek hayrete düşmüş de değilim.
Benim merak ettiğim şu; neden kaba davranıyor, neden hakaret ediyor? Kendi değerlerinden yola çıkarak, kin duyduklarına öfkesini en iyi ifade eden sözcüğün “Sürtük” olduğuna inanması, o değerlerin daha makul, elbette daha edepli bir deyim yaratamadığının da kabulü olmuyor mu biraz da? Örneğin benim savunduğum değerler, başkasına küfür etmemi engelleyen değerlerdir. Kimsenin cinsiyetini, dinini, milliyetini, özel durumunu kızgınlıklarıma gerekçe yapmam. Değerlerim izin vermez buna. Bir kadına “fahişe” ya da “sürtük” demek değerlerime terstir. İnsanın kızdıklarına, hakaret ya da küfür etmesini engelleyecek manevi mekanizmaları olmalıdır. Olmayanlar küfür de eder, hakaret de.
Başka örneği yok
Kendi halkına hakaret etmede şimdilik tek “lider” durumunda Genel Başkan. Günümüzün en küfürbaz liderleri bile halklarına hakaret etmediler. Filipinlerin kısa süre önce görev süresi dolan Devlet Başkanı Rodrigo Duterte örneğin. Eski ABD Başkanı Barack Obama dahil (‘onun bunun çocuğu’ demişti) önüne gelene küfür eden Duterte’nin, Başkan olmadan önce Belediye Başkanı olduğu kentte bile, halka küfür ya da hakaret ettiği görülmedi. Hatırı sayılır küfürbazlardan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2008’de savaşa tutuştuğu Gürcistan’ın o dönemki Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili için “onu hayalarından asacağım” gibi son derece edepsizce küfür savurmuştur ama görevini yapmadığı için azarladığı bürokratları da dahil, halktan herhangi birine kötü söz söylememiştir. Bu iki figürün kendilerini kaybedip halkın bir kesimine “sürtük” dediği duyulmamışır.
Herkesin güvendiği, bağımsız hukukun mevcut olduğu ülkelerde bu lafı edeni, kim olursa olsun yargılarlar. Dokunulmazlığının olması dava için başvurmaya engel değil elbette. Hakkında dava açılma isteğiyle başvurulsa bile Genel Başkan’ın hakkında dava açılmayacağını herkes bilir. Bir zamanlar, ısrarla, (büyük bir dürüstlükle de tabii) “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz” diyen Genel Başkan’ın “gelip indiği durakta” bu sözü dava konusu yapacak bir hukuk makamı yok.
İnandıramadığı için öfkeli
Neden hakarete, kaba dile ihtiyaç duyuyor Genel Başkan? Hukuk elinde, medyası var, algı yaratmada hayli işe yarayan trolleri mevcut. Neden hala yalan olduğu kanıtlanmış (camiide bira içtiler gibi) iddiaları dile getiriyor? Çünkü Gezi konusunda çok belli ki, herhalde yandaşları da dahil, büyük bir kesimi ikna edemedi. Herkesin Gezi olayları konusunda kendisi gibi düşündüğünden emin olsa, bu kadar “şeytanlaştırmaya” çalışmayacaktı Gezi’ye katılanları. "Çapulcu" dedi olmadı, "terörist" dedi olmadı, "FETÖ" dedi olmadı, "dış mihraklar" dedi olmadı. Her yıl dönümünde yeni hakaretler bulup çıkarıyor. Bu sefer ki “sürtük” oldu. Ama Genel Başkan’ın hakaretleri o kadar olağanlaştı ki “sürtük”de derdine derman olmayacak.
Bu kadar hakarete baş vurmasında halkın sadece “bir kısmı”nın cumhurbaşkanı olmaktan duyduğu mutluluğun da etkisi var, bu kesin. (Doğrusu ben de hayli mutluyum bundan). “Benimkiler bana yeter” diye düşündüğünden “onunkiler” dışında herkese hakaret edebilir. Ediyor da zaten. Çünkü halkın hepsine sunabileceği bir şeyi yok Genel Başkan’ın. Kucaklayıcı olamıyor, çünkü kucaklaması gerekenler arasında “sürtükler” dedikleri de var.
Hakaretle, öfkeyle karşıtlıkları uzlaşmaz hale getirip, “onunkilerin”, başkalarıyla diyaloğunu da olanaksızlaştırıyor. Keskinleşen uzlaşmazlık ortamında, “onunkiler” istemeseler bile Genel Başkan’la olmak zorundalar. Çünkü, “kendisi kaybederse” yapmış olduğu “değerler politikası”nın takipçisi kitlelerin de her şeylerini kaybedeceğine inandırmış seçmenini.
Karşıtlıklar ne kadar uzlaşmaz olursa kitlesine o kadar sahip olmaya devam edecek Genel Başkan. Uzlaşmazlık için de hakaret şart.
O yüzden hakaret ediyor.