Ülkemizde Mevlâna daha ünlüdür, daha çok sevilir. Bunda dünya çapındaki haklı şöhretinin de payı büyüktür. Bense Yunus Emre’yi severim. Hem de çok! O benim için Anadolu’nun vicdanıdır, ruhudur, tevazusudur. Peki ne anlatır şiirlerinde? İlahî aşkı, ölümü, iyi insan olmayı, insanı sevmeyi, hoşgörüyü, merhameti, ahlâkı, barışı ve bu dünyada “bir garip” olmayı anlatır. Dünyadaki varlığını, “ben buraya garip geldim” diye açıklar. Bir şiirinde “kimseler garip olmasın” temennisinde bulunur çünkü iyi bilir garipliğin ne olduğunu! “Bir garip ölmüş diyeler, üç gün sonra duyalar, soğuk suyla yuyalar (yıkarlar), şöyle garip bencileyin (benim gibi)” mısralarında bu duygu baskındır. “Gariplere göynür (yanar) özüm” derken yine halden anlamanın inceliğini yansıtır.
“Garip” gurbetin öbür adıdır
Peki “garip” diye kime nedir? “Garip” kelimesi garâbetten yani gurbetten gelir; “yerinden yurdundan uzakta, kendi cinsi arasında eşi ve benzeri olmayan, tek ve nadir olan, bilinmeyen, kapalı ve müphem olan” demektir. Bu hafta İstanbul’da işte böyle bir garibi öldürdüler. İnternet çağında olmasaydık değil üç gün sonra belki yıllar sonra bile duymayacaktık. Ama Fatih’te işlenen bu “garip” cinayetinin haberi çok hızlı yayıldı. “Diyarbakırlı Ramazan Hoca” namıyla bilinen Ramazan Pişkin, işlettiği çay ocağında namaz kılarken bedenine saplanan üç bıçak darbesiyle öldürüldü. Doğup büyüdüğü şehri ona dar ettikleri için üç yıl önce İstanbul’a göçmüştü. Dostlarına, “Bir yıl daha burada kalmam gerekiyor” diyordu. “Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın Yeri” adını verdiği küçük mekânda çayın yanı sıra tespih de satarak gariban hayatını sürdürüyordu.
“Bozuk adam, sapık, vahabi” dediler
Oysa Diyarbakır’dayken Ulu Cami’nin avlusunda yaptığı dini ve siyasi konuşmalarla tanınmıştı. Akıl sağlığı yerinde olmadığı gerekçesiyle bir süre Elazığ’da tedavi de görmüştü. İstanbullu olduktan sonra kendine ait TikTok hesabı üzerinden düşüncelerini paylaşıyordu. Kimi ona “Ramazan Hoca” diyordu, kimi “Filozof Ramazan” sıfatını yakıştırıyordu. Dini sohbetlerini “her hoca gibi” kendi yorumlarıyla süslüyordu. Zaman zaman tepki topluyor hatta tehditlerle de boğuşuyordu. En son iki ay önce “Yer6” isimli bir Youtube kanalına verdiği röportaj ses getirmişti. Yeni hayranları da olmuştu yeni düşmanları da… Yarım yamalak dini bilgileri ve kimi tarikatlarla bağlantıları sayesinde çok sayıda takipçi edinen internet imamlarının hedefi olmuştu; “Ramazan bozuk adam, ehli sünnet değildir, bidatçıdır, Vehhabi’dir, sapıktır, sahtekardır” dediler.
Tarikatların hedefindeydi
Ramazan Hoca öldürüldükten sonra bir videosu sosyal medyada hızla yayıldı. Videoda tarikatlara dair söylemleri nedeniyle tehdit edildiğini takipçilerine anlatan hoca, “Kendini bilmez, edepten, terbiyeden, ahlâktan yoksun insanlarla benim hiçbir ilişkim olamaz. Ne dünyada ne ahirette. Ben tüm tarikatlar sapıktır dememişim. Bidat ve hurafeler var. Maalesef rant kapılarına dönmüş. Genel anlamda sıkıntıdırlar. ‘Topyekûn hepsi sapıktır’ demiyorum. Tek tük bazı iyi hoca ve şeyhlerimiz var. Tasavvuf ve tarikat bir yorumdur. Sizi bağlar. İslam’ın, Kuran’ın bir parçası değildir. Kimseye bir küfür ve hakaretimiz de olmamıştır. Kimseden bir korkumuz da yoktur. Güzel bir dille söylüyoruz. Maalesef benim dükkânıma kendini bilmez bazı insanlar geliyor. Allah onları hidayet etsin. Geliyorlar maalesef burada bizi rahatsız ediyorlar. Yapmış olduğun yanlışların hesabını nasıl vereceksin kıyamet gününde? İki elim yakanıza yapışacak” diyordu.
Annesini bıçaklayan bir katil
Ramazan Hoca’nın ahşap seccadesindeki kanı kurumadan katilin peşine düşen cinayet büro ekipleri olay mahalline yakın kameraların kayıtlarını inceleyerek Erkan Baykut ismine ulaştı. 24 yaşındaki şüpheli Beyoğlu’ndaki evinde gözaltına alındı. Hocanın kanına bulanan bıçak ve giysiler de evdeydi. ‘Kasten yaralama’, ‘tehdit’, ‘mala zarar verme’, ‘hırsızlık’ suçlarından dokuz sabıkası bulunan Yakut, iki yıl önce de annesini bıçakla yaralamıştı.
Savcılık ifadesinde cinayeti üstlenen katil, “Babamın Fatih'teki dükkanına çalışıyorum. Ramazan Hoca’yı tanımıyorum. Ben onu Afgan uyruklu Saboor M. zannettim. M. ve arkadaşları bana uyuşturucu hap ve Afgan macunu veriyorlardı. Bu şekilde dört yıl cinsel istismara uğradım. Olay günü de Pişkin’i Saboor M. sandım ve yaralamak amacıyla dükkanına gittim. Önce kendisine taş attım. O da taşı geri atarak bana karşılık verdi. Olayın heyecanıyla üzerimdeki bıçağı çıkarıp karın bölgesine iki üç defa sapladım. Bağrışma seslerini duyunca olay yerinden kaçarak uzaklaştım” dedi. Belli ki avukatı “tasarlayarak adam öldürmek” suçundan daha ağır bir ceza almasın diye ona bu aklı vermişti. Zanla cinayet çözülmez elbette ama “zannımca” hocaya uygun bir katil bulunmuş; Öyle bir katil ki bu sözde ne hocayı tanıyor ne bir tarikatla bağı var!
“Seni sevmeyen ölsün” yobazlığı!
Ramazan Pişkin, iyi bir hoca mıydı bilmiyorum. Dini sohbetlerinin içeriğine burun kıvıracak kadar bilgim de yok. Ama onu ve hayatını görebiliyorum. Kendince ömrünü Allah yolunda yaşayan bir garibin küçücük bir çay ocağında öğle namazını kılarken öldürülmesine üzüldüm. Bunun için bana “rezilsin” diyenler çıktı. Hakaretlerine onun Şeyh Said’i övdüğü ve Atatürk’ü yerdiği videolarını iliştirdiler. İzleyince gördüm ki hocanın tarih dediği şey kulaktan dolma yalan yanlış bilgi kırıntılarından ibaretti. Zaten söylediklerine delil olarak, “açın Youtube’da izleyin!” diyordu. Hocanın iyi bir tarih eğitimi almamış olması mı suç? Dini eğitim veren cemaatlerde, tarikatlarda çocukların laikliğe ve Atatürk düşman yetiştirildiğine ilk kez mi tanık oldunuz? Hepimiz yalan yanlış bilgiler ediniyoruz, bazen o çarpık bilgilerimizle iddialı sözler ediyoruz. Hocanın hatası da bundan ibaretmiş. Ama başka videolarını izlerseniz, bütün hayatını dindar kitlelerin içinde geçirdiği halde “birey” olmanın bilincine vardığını da rahatlıkla görebilirsiniz. Yalan yanlış tarih bilgisi, onun dünya malında gözü olmayan ve kula kulluk etmeyen bir garip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Buna rağmen, “Atatürk’e hakaret etmiş, gebersin” diyenin, “Allah’a tapması yetmez, benim gibi tapmıyorsa gebersin” diyenden bir farkı var mıdır?
“Allah için konuşuyorum!”
Sözün özü; gariplik yoksulluk değildir. Bu dünyada herkes gariptir. Sevdiği insandan veya ülkeden uzak kalanlar, anlatamayanlar, anlaşılamayanlar, açılamayanlar hep gariptir. Yunus Emre, “ben buraya garip geldim” derken kuşkusuz sadece kendini kastetmiyordu.
İstanbul’da avuç içi kadar mekânda yaşayan Diyarbakırlı bir garibin, devlete göz koymuş, şehirleri işgal etmiş, kullarından ordular kurmuş tarikatlara ve cemaatlere meydan okumasındaki cesareti göremediniz. Sakalı var diye, başı kapalı diye Allah’ı kendine daha yakın zanneden ve iki lafın arasına “Allah için konuşuyorum” deme hadsizliğini gösterenlerin karşısına dikilmediniz. Bir garibin size dokunan sözüne “katli vacip” dediniz de size dokunmayan yılanlara bin yıl ömür bahşettiniz. Yunus Emre yine haklı, “zulüm ile âbâd olanın âkıbeti berbat olur!”